Pazartesi Mayıs 6, 2024

“Adalet Yürüyüşü” Üzerine

“ “Sol” komünistler, biz bolşevikleri pek övüyorlar. Ara sıra insanın onlara söylemesi gerekiyor; bizi biraz az övün de, bolşevik taktiğini daha çok inceleyin, o taktiği daha çok benimseyin!” Lenin

Lenin’in Avrupalı “sol” komünistlere söylediği sözle başlamamızın nedeni, ülkemizde de bu tür “sol”ların oldukça fazla olmasından kaynaklanıyor. Her ne kadar kitleler içinde fazla olmasalarda, “sol” taktiklerle kitlelerden uzaklaşmış olsalarda, gelişmlere uzaktan bakıp, ama “keskin sol” söylemlerle “bize ne”ci tavır takınmaktan ve marksizmi kimseye kaptırmamakta da oldukça kararlılar.

Devlet partilerinden CHP’nin iki haftayı aşan bir “uzun” adalet yürüyüşü sürüyor. Bu konuda birçok “sol” akım buna yanıt verdi. Kimi katılıyor, kimleri ise “CHP’nin kuyruğuna takılmak” olur diye, uzaktan seyrediyor.

CHP’nin ne menem bir parti olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bir burjuva partisidir. Erdoğan’a karşı “adalet yürüyüşü”nü başlatmasının bir nedeni de kendisidir. Çünkü, AKP’yi iktidarda tutan, faşist rejmin ülkede güçlenmesine ve çöreklenmesine destek olanlarin başında bu parti vardır. Başka nedenlerin yanında esas neden, Kürt düşmanı olmasındandır. Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı “milli uzlaşma” sağlamışlardır. Milli uzlaşma, ülkede burjuva demokrasinin çok az bir şekilde var olan kırıntılarını da ortadan kaldırmış, bütün halk kesimlerine karşı tam bir faşist diktatörlüğe dönüştürülmüştür.

CHP, artık kendisinin de tehlikede olduğunu anlayabilmiştir. Çünkü, ortadan adı olup kendisi olmayan bir parlamento var. Yasama ve yargının hiç bir işlevi kalmadı. Bütün yetkiler Erdoğan’ın elinde. O da sermayenin çıkarına ve kendi keyfine göre yönetmektedir.

16 Nisan hileli referandum akşamı, muhalif kesimler için bir fırsat vardı. Bu fırsatın önünü tıkayan CHP’nin kendisi oldu. Kitlelerin sokaklara dökülmesinin önüne geçti.

Ancak, gelinen aşamda, CHP, varlık-yoklukla karşı karşıya kaldığı için ve kendi tabanın zorlamasıyla en pasif eylemi seçti. Ankara’dan istanbul’a kadar yürüyerek, iktidarı uzlaşmaya zorlamaya çalışmaktadır.

CHP’nin bir burjuva partisi olarak niteliği, bugüne kadar ne yaptığı ve ne yapabileceği komünistlerce çok açıktır. Ancak, ortada bir gerçek var, ülkde burjuva anlamda da bir adalet yoktur. Politik özgürlükler bütünüyle gasp edilmiştir. Kürtler üzerinde muazzam bir baskı ve terör vardır. Kitlesel Kürt katliamlarının yanında, birçok Kürt yerleşim yerlerinin demografik yapısı da değiştirilmek istenmektedir. Kürtlerin siyaset yapması adeta yasaklanmıştır.

Ülkede, burjuva hukukunun en kaba yanları dahi kalmamıştır. Bütün muhalif kesimlere karşı, liberal aydınlardan, devrimci, demokrat ve barış isteyen kim varsa ya hapise atılmakta ya da sorgusuz sualsiz işten atılıp açlığa mahkum edilmektedir. Kitlelerin yaşam hakkı elinden alınarak zorla biat etmeye zorlanmaktadır. Etnik ve dinsel kutuplaştırıcılığın yanı sıra, cinsiyetçi baskı ve tehditler adeta yaşamın bir parçası haline getirilmiştir ve toplum hızla islamlaştırılıyor.

İşçi grevleri yasaklandığı gibi, çok uzun yıllardır mücadele edilerek kazanılmış haklar birer bire işçilerin elinden alınmaktadır. Artık işçiler hafta sonu tatili de yapamayacaktır. Her şey patronların insafına bırakılmıştır.

Kısacası, işçi sınıfı ve emekçiler açısından ortada oldukça ciddi bir durum vardır. İktidarı ele geçiren güçlerin normal seçimlerle gitme gibi bir niyetleri olmadığı gibi, artık seçimler yapılırsa da göstermelik olacaktır ve iktidardaki faşist klik seçimleri “kazanacak” ve “atı alan Üsküdar’ı geçti” nakaratını tekrarlayacaktır.

Haydut Erdoğan diktatörlüğü, iktidarı bırakmamak ve muhalifleri ezmek için özel ordular kurmaktadır. Paramiliter güçleri uzun zamandır var ve bunu daha da geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Zaten ordu ve polisi bu görevi yapmasına karşılık, bunların dışında özel silahlı kuvvetler oluşturmuş durumdadır. Bölgedeki durum ve emperyalistler arası çelişmelerde Haydut bir devlet ve haydut bir yönetimin koşullarını iyice olgunlaştırmıştır.

Önümüzdeki sürecin daha kanlı geçeceği çoktandır söylenip yazılmasına karşın, buna karşı, en asgari demokratik talepler etrafında birleşik devrimci-demokrat hareket yaratılamamıştır. Özellikle de ilerici, demokrat ve devrimci kesimler, hala kendilerini normal bir burjuva demokrasisi altında yaşıyorlarmış gibi davranmaları ve düşünmeleri, içinde bulundukları durumu doğru okuyamamalarından kaynaklanıyor olmalıdır.

Kitlelerden uzaklaşmış ve marjinalleşmiş güçlerin böyle davranmaları normal karşılanabilir, ama, devrim derdi, kitleleri kazanma derdi ve en azından faşizmi geriletme derdi olanların, sorunlara kayıtsız kalmaları ya da hiç bir şey olmuyormuş gibi yapmaları bağışlanamaz.

Bugüne kadar faşizme karşı geniş bir birlik oluşturulamamıştır. Bu birlik kendiliğinden oluşamaz. Bunun gerçekleşmesi için, öncelikle demokrat, devrimci ve komünistlerin (Kürt Ulusal Hareketi de dahil)faşizme karşı birleşik cephe oluşturmaları elzemdir.

Faşizm iktidardayken, kitleleri örgütlemenin, devrimci mücadeleyi ilerletmenin zor olduğunu, burjuva demokrasisinin ise devrimci komünistler için daha olumlu koşullar yarattığının farkında olmayanların, şu andaki duruma kayıtsız kalmaları ve muhalefetteki bir burjuva partisinin “adalet” yürüyüşüne bu kadar uzak durmalarının nedeni de budur. Küçük burjuva “sol”culuğu.

CHP’nin “adalet” yürüyüşüne katılma sorunu bir ilke sorunu değil, taktik bir sorundur. Adalet’i isteyen, ülkede faşizm olduğunu söyleyen ve sıranın CHP’ye geleceğini de dillendiren devrimcilerdi. Çünkü faşizmi en iyi tanıyan devrimci ve komünistlerdir. Özellikle tabandan gelen faşizmi Mussolini İtalya’sından, Hitler Almanya’sından ve daha nicelerini yaşayarak öğrenmişlerdir.

Burjuva partileriyle ittifak yapılmaz diye bir şey yok. Koşullara göre komünistler, faşizme karşı burjuva partileriyle, geçici uzlaşma ve ittifaklar yapabilir. KPD (Almanya Komünist Partisi), Hitler faşizmine karşı SPD’ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ittifak önermiştir.1 1932’nin Mayıs ayından itibaren daha fazla tekrarlanmasına karşın, burjuva partisi SPD, komünistlerin cephe politikasına sıcak bakmamıştır. Ne yazık ki, SPD’de Hitlerin faşist tırpanından kendini kurtaramamıştır. Türkiye’de CHP’nin yaptığı gibi bütün dünyada sosyal demokrasi faşizmin koltuk değnekliğini yapmış, onu iktidara taşımıştır.

SPD, 1918-1920 arası Almanya’da devrimi önleyen, Karl Liebknecht ve Rosa Lüksemburg başta olmak üzere 20 bin işiçi ve komünisti katleden bir partidir. Amaç bu partileri kazanmak değil, bu partilerin etkisi altındaki kitleyi kazanmak ve onları direnişe sürükleyebilmektir. Ayrıca, faşizme karşı, burjuva egemen sınıflar arasındaki çelişmeden yaralanmak ve bir kanadını faşist iktidara karşı çıkmasını sağlamak, işçi ve emekçilerin yararınadır.

Bugün CHP ile iktidardaki AKP kliği arasındaki çelişmeden yaralanarak, CHP’yi faşist diktatörlüğün baskı politikalarına karşı çıkmasını sağlamak ya da en azından burjuva demokrasinin ilkelerini uygulatmaya çalışmak, CHP’nin kuyruğuna takılmak ya da sınıf işbirliği değil, devrimci bir taktiktir. İktidarın dışında kalmış burjuvaziyi zorlamamak ya da bunu sınıf işbirlikçiliği olarak görmek, ülkede ne olduğundan haberi olmayandır.

“a) Her bir ülkede, bu ülkelerin işçi hareketleri için Komintern’in yön gösterici talimatları hazırlanırken, ulusal özelliklerin ve ulusal özgüllüklerin mutlaka dikkate alınması ilkesi;

b) Proletarya kitlesel bir müttefik –bu müttefik geçici, yalpalayan, emniyetsiz ve güvenilmez de olsa- sağlamak için her ülkenin Komünist Partisi tarafından en küçük imkandan bile mutlaka yaralanma ilkesi;

c) Milyonlarca kitlenin politik eğitimi için tek başına propaganda ve ajitasyonun yetmeyeceği, bunun için kitlelerin bizzat kendi politik deneyimlerinin gerekli olduğu doğrusunun mutlaka dikkate alınması ilkesi.

Leninizmin bu taktik ilkelerinin dikkate alınmasının vazgeçilmez önkoşul olduğunu düşünüyorum.”2

Stalin, 1927 yılında, “Savaş Tehlikesi Üzerine” makalesinin “Çin Üzerine” bölümünde, bu genel taktik belirlemeleri yapıyor. O dönemde, Çin’de KP’nin Çin burjuvazisiyle ittifak yapmasına karşı anlayışlar vardı. Bunun başını da Troçki ve yandaşları çekiyordu. Tarih, Stalin ve ÇKP’yi doğrulamıştır.

Ustalardan bu konuda yığınca alıntı yapılabilir. Hatta, Lenin’in taktikleri ve uzlaşmaları incelendiğinde, günümüz “sol”cuları Lenin’i “sağcılıkla” suçlayabilirlerde. Nitekim Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı adlı kitabında bunları anlatır ve “Hiç Uzlaşma Olmayacak Mı? Diye sorar ve yanıtlar. Bu kısa makalede bunlara yer vermenin yeri olmadığı için geçiyorum

CHP’nin istediğini “adaleti” bizde istiyoruz. Bugün burjuva demokrasisinin “adaletine” gereksinimiz var. Tercihimiz, faşizme karşı burjuva demokrasisi sınırları içindeki “adalet” olur. Ancak, biz komünistler burjuva adaletiyle sınırlı kalmıyoruz. Biz sosyalizmi kurmak istiyoruz. Ne var ki, buraya varana kadar çok işler başarmamız gerekiyor. Kitleleri kazanmamız gerekiyor. Kitlelerin olduğu yerlerden uzaklaştığımızda ve onları burjuvazinin çeşitli kanatlarıyla baş başa bıraktığımızda, kitleleri kazanma şansımız olamaz.

CHP ile şu anda bir ittifak söz konusu olamaz. Zaten CHP de böyle bir şeye yanaşmaz. Özellikle Kürtlerin ve komünistlerin içinde yer aldığı bir bloğun yanına dahi yanaşmaz. Ancak, komünist ve devrimciler CHP’yi daha ileri noktalara zorlamalı ve egemen sınıflar arasında var olan çelişmeleri keskinleştirerek, işçi ve emekçiler lehine yaralanmasını bilebilmelidir.

Bugün CHP’nin yürüyüşüne katılan kitlenin azımsanmayacak bir kısmı demokrat ve Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözülmesini isteyenlerden oluşmaktadır. Ne var ki, CHP yönetimi karşı devrimci ve ırkçı. Buna rağmen kitle baskısıyla bu yürüyüş gerçekleşmektedir.

CHP, devrimci ve komünistlerin bu yürüyüşe kendi flamalarıyla katılmalarına karşı çıkacaktır. Buna rağmen zorlanmalıdır. Özellikle Kocaeli ve İstanbul’a kadar gelmesine izin verirlerse, burada daha yoğun bir kitle katılımı olacaktır. Yürüyüşün kitleselleştiği bölgelerde katılım sağlanıp, kitlelere yönelik adalet ve özgürlük propagandası daha ileri noktalara taşınabilir.

Bu bu özgül durumdan yararlanılarak bütün illerde benzer yürüyüşler düzenlenebilir. Devrimciler ve komünistler etkin oldukları yerlerde yürüyüşü daha ileri noktalara çekebilecekleri gibi, atılan sloganlarla kitlelerin daha ileri taleplere sahip çıkmaları sağlanabilir. Bu sloganlar, ADALET, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK olmalıdır. Faşizme karşı kitleler örgütlenirken, faşizmle uzlaşan CHP yönetiminin gerici yüzü teşhir edilebilir. Ancak, uzaktan seyrederek ne kitleler kazanılabilir, ne de karşı devrimci burjuvazinin gerçek yüzü ortaya çıkarılabilir.

Şu anda CHP önderliğinde yürüyen her kesimden kitlelerin önemli bir kesimi faşizme karşı adalet istemektedir. Bu bir ileri harekettir. Ve kitlenin adalet talebi demokratik içeriklidir. Bu isteme karşı çıkılamayacağı gibi, sessiz ve duyarsız da kalınamaz. Ancak, CHP’nin kitleler için gerçek adaleti, barışı ve özgürlüğü savunmadığı da teşhir edilmelidir.

Bir çok devrimci akım, “CHP’nin kuyruğuna takılmak” ya da kitleleri CHP’nin “kuyruğuna takmak” endişesiyle uzak duruyor. Oysa, devrimden çıkarı olan kitlelerin çok büyük bir kesimi zaten AKP, MHP ve CHP gibi egemen sınıf partilerin peşinde. Biz, bu kitleleri kazanmakla yükümlüyüz. Komünistler, kendi kitlelerini gerici bir burjuva partisinin peşine takmıyor, gericilerin peşinde giden kitleleri kazanmaya çalışmalıdır. Devrimci ve komünistler, böyle bir yürüyüşü gerçekleştirebilecek güçleri olsaydı bunu çoktan yaparlardı. Bu nedenle “kuyruk” gerekçesi, olsa olsa iyice marjinelleşme taktiği olabilir.

Eğer, bugün GEZİ ya da benzeri kitlesel bir eylem olsaydı ve buna rağmen “adalet yürüyüşü” gerçekleştirilseydi, o zaman sınıf uzalaşmacılığı ve ileri bir hareketi geriye çekmek olabilirdi. Oysa, bugünkü durum çok açık ve şu anda en ileri kitle hareketi bu yürüyüştür. Bu yürüyüşün istediği “adalet”, burjuva demokrasi sınırları içindeki adalettir. Bugün buna da büyük ölçüde gereksinimiz vardır. Çünkü, şu anda ülkemizde koyu bir faşist rejim hüküm sürmektedir. Buna karşı çıkan tüm muhalif kesimleri birleştirmek, en azından eylemsel bir birliği, en asgari “adalet” talebiyle bir araya getirebilmek bile büyük bir başarı ve devrimci bir görev olacaktır. 

39469

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar