Perşembe Mayıs 9, 2024

23 Haziran Seçimleri; Dipten Gelen Dalga Yüzeye Vurdu, Ok Yaydan Çıktı!

23 Haziran seçimlerine dair söylenecek her söz ve kurulacak her cümlenin coğrafyamızda egemen sınıflar ile ezilenler arasındaki çelişkilerin koordinatlarına dair dile getirildiği konusunda neredeyse herkesim açısından bir ortaklık söz konusu.

31 Mart’ta R.T. Erdoğan’ın doğrudan dile getirdiği ( İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder) gerçek, seçimlerin yenilenmesiyle tamda sözün sahibini haklı çıkarırcasına AKP iktidarının bu topraklarda aldığı büyük bir hezimet olarak siyaset sahnesiniderinden sarstı/sarsacak.

23 Haziran seçimlerinin Komprador Türk Burjuvazi ve Toprak Ağaları ile Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan; cinsiyet ve cinsiyet kimliklerinden ezilenler arasındaki çelişkilerin durumuna dair adeta bir barometre işlevi gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Seçimler, toplumun kılcal damarlarında dolaşan kanın, deyim yerindeyse tahlili ve sağlamasını 31 Mart’tan sonra daha “bilimsel” bir şekilde yapmıştır. Görünen o ki, ezilen emekçi yığınların biriktirdiği sinerji ve öfkede artık korku duvarlarının aşıldığı bir sürecin öngünündeyiz.

Kuşkusuz daha iddialı sözler söylemek için henüz erken. Zira hala sandık, AKP-MHPgerici-faşist ittifakında temsil olunan sistemle hesaplaşmanın temel adresi durumundadır. Ne var ki sandık, 16 Nisan’dan 24 Haziran’a ve 31 Mart’ta buradan 23 Haziran İstanbul seçimlerine, emekçi kitleler için AKP-MHP ittifakının, devletin tüm güçleriyle uyguladığı yoğun baskı ve korkutma, sindirme iklimine karşı bir direniş mevziisi olarak işlev gördü.

AKP İktidarı Ölümcül Bir Darbe Yedi!

İstanbul seçimlerinin belkide en önemli mesajı 17 yıllık AKP/R.T.Erdoğan –Saray iktidarının gidişatına, geleceğine dair en sarsıcı, belirleyici darbeyi indirmiş olmasıdır.

Kitleler, AKP iktidarının 16 Nisan’da açıkça yaptığı hile ve sahtekârlığa, 24 Haziran’da bu pratiğini yinelemesine karşı ilk ve görünür tepkisini 31 Mart’ta vermişti. 31 Mart yerel seçimleri, geniş emekçi kitleler nezdinde AKP’de ifadesini bulan sistemin uygulamaları karşısında bir tavır ve duruş adına bilinç bağlamında en önemli çıkış olarak okunabilir. Açık ki, 31 Mart seçimleri emekçiler için bardağın taştığını ve okun artık yaydan çıktığını gösteren önemli kavşak olmuştur.

Okun yaydan çıktığı 23 Haziran’da mevcut seçim siteminin tüm anti-demokratik niteliğine rağmen İstanbul’da YSK eliyle sonuçların gasp edilmesine karşı verilen tepkide açığa çıkmıştır.

Kitleler, 23 Haziran’da, iktidarın 31 Mart’ta sandıktan çıkan sonuca yönelik tavrını ve tutumunu hedef tahtasına koymuş ve bu defa rahatsızlıklarını ve tepkilerini daha yüksek sesle dile getirmiş ve düzenin temsilcisi partiyi adeta sandığa gömmüşlerdir.

23 HaziranGezi’den sonra sistemin AKP eliyle yürürlüğe soktuğu ve 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle gemi azıya aldığı, diz çöktürme stratejisiyle geri çekilen kitle hareketinin çok önemli bir öfkeyi ve enerjiyi biriktirdiğini göstermiştir. Söz konusu öfkenin ne kadar yıkıcı olduğu ve bu tepkinin, AKP iktidarının OHAL’le birlikte sürdüregeldiği baskı, gözaltı ve tutuklama ile sindirilemeyeceğini de göstermiş bulunmaktadır.

23 Haziran’ın, toplumsal dinamiğin ana yönüne, momentumun güzergâhına dair de bir veri sunduğunu söylemek mümkündür. Açık ki AKP iktidarının yerellerden başlayarak geriletilmesi ve zayıflatılması, yenilmesive İstanbul’da hezimete uğratılması, kitlelerin özgüvenini geliştirmiştir. İstanbul seçimleri, toplumsal dinamiklerin çok ciddi bir birikimle dolduğunu ve bu öfkenin elde edilen başarılarla birlikte bundan sonra daha güçlü bir şekilde siyasal alana ve elbette sokağa yansıyacağını göstermektedir.

Bir başka açıdan İstanbul seçimleri, çeşitli sınıf ve tabaklardan emekçilerin; düzen partilerinin ve hatta AKP iktidarının ideolojik ve politik etkisi altında bulunan geniş kesimlerin değişim arzusu göstermiştir.

Seçimlerde yığınlar, AKP iktidarında temsil olunan 17 yıllık statükoya ‘artık yeter’demiştir. İşçi sınıfı ve emekçilerde, orta sınıfta çok ciddi bir değişim ve yenilik arzusu vardır. Geniş toplumsal kesimler artık siyasal alandaki statükoya karşı bir değişim istediğini sandık eliyle söylemiştir.

Kitlelerin, Kriz ve Yoksulluktan Çıkış İçin Umut Arayışı

“Herşey çok güzel olacak” sloganı da toplumda statükoya karşı söz konusu öfkenin bir dışavurumu olmuştur.

Açık ki ezilen emekçi kitlelerin, 17 yıllık AKP iktidarında en çokta geleceğe yönelik umutları yok olmuştur. AKP iktidarının yaydığı, “bunlar gitmezler”,“yenilmezler” algısının 31 Mart’ta darbe yediği, 23 Haziran’da ise yere serildiğini söylemek mümkündür. Bugün yaşanan derin yoksulluk ve işsizlik, alım gücündeki düşüş, halkın temel ihtiyaç maddelerine ulaşamamasıyla ortaya çıkan koyu karanlık tabloya karşı kitleler bir umut ışığı aramaktadır.

İmamoğlu’nda ifadesini bulan Kemalist-kliğin, bu bağlamda toplumun nabzını iyi okuduğu açıktır. İstanbul seçimleri bir kez daha emekçi kitleler için en önemli sorunun ekonomi/geçim derdi olduğunu göstermiştir. İmamoğlu’nun bu başlıklar üzerinden yürüttüğü seçim çalışmasıyla aldığı karşılıkta bunun bir sağlaması olmuştur. İşsizlik ve yoksulluk bugün milliyet ve inanç veya diğer kimliklerden çok daha önemli bir şekilde temel, başlıca gündem durumundadır. Zira, ezilen kitleler korkunç bir yoksunluk içinde yaşama tutunmaya çalışmakta ve çıkış yolu aramaktadır. 23 Haziran’da ezilenler bir yandan bu tablonun müsebbibini cezalandırmış diğer yandan da geleceğe ilişkin umutlarının hala diri olduğunu ve bu umudu, değişim arzusunu büyütmek istediğini ortaya koymuştur.

Kutuplaştırma, Düşmanlaştırma Değil AKP-MHP İttifakına Karşı Birlikte Mücadele

Seçimler, AKP iktidarının toplumu kutuplaştıran, düşmanlaştıran, bölen politikasına duyduğu öfkeyi de dile getirmiştir. Görece ekonomik istikrarın yaşandığı önceki dönemlerde kısmen işlevli olabilen söz konusu politika ekonomik alanda yaşanan krizle kısa sürede tali plana düşmüştür. Buna rağmen bu söylemde eli yükselten AKP-MHP İttifakına, ezilenlerin öfkesi daha da büyümüştür.

Açık ki geniş toplumsal kesimler bugünkü konjoktürde parçalanma ve kutuplaşmadan değil birlikte yan yana durmaktan yana tavır almıştır. İmamoğlu’nun ‘kucaklayıcı’ söyleminin bulduğu karşılıkta buna işaret etmektedir. Diğer yandan Türk Büyük sermayesinin, toplumsal çelişkilerin üzerine adeta benzin döken kriz koşullarında ateşi söndürecek politikalara yönelme ihtiyacı duyduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan İmamoğlu’nun birleştiren/kucaklayan söyleminin sermayenin, mevcut kriz koşullarında ortaya çıkması muhtemel başka gelişmeler karşısında aldığı bir önlem olarakta görmek gerekir.

İstanbul seçimleri, belli yanlarıyla Gezi ruhunun bugünkü gerçeklik içinde güncellenerek varlığını sürdürdüğünü de göstermiştir. Gezi’de AKP iktidarının ceberut uygulamalarına karşı farklı siyasal görüşlerden ve toplumsal kesimlerden geniş kesimler kendiliğinden bir şekilde sokağa çıkmıştı. Bu defa kendiliğinden bir siyasal çıkıştan söz edilemese de, AKP karşıtlığı, statükoya karşı değişim bağlamında çok ciddi benzerlikler olduğu açık.

İstanbul seçimleri, Kürtlerin Türkiye siyasetindeki ağırlığını ve gücünü, prestijini de bir kez daha göstermiştir. Kürt ulusal özgürlük hareketinin, Kürt ulusu ve halkının, siyasal alanda çok önemli bir birikime sahip olduğunu, talepleri ve devrimci, ilerici güçlerle ittifak konusunda ısrarlı ve kararlı olduğunu göstermiştir.

Kürt ulusu, çözüm sürecinin bitirilmesinden bu yana T. Kürdistanı’nı adeta yerle bir eden, genç-yaşlı, kadın-çocuk demeden Kürtleri katliamdan geçiren, göçe zorlayan AKP iktidarının oyunlarına gereken yanıtı vermiştir. Böylesine küçük hesapların, Kürt ulusunun siyasal, kültürel talepleri karşısında tuzla buz olacağını bir kez daha göstermiştir. Öte yandan HDP’nin hâkim sınıf klikleri arasındaki çelişkilerdenfaydalanma, AKP-MHP gerici faşist ittifakına kaybettirme politikasının da pratik sahada karşılık bulduğunu göstermiştir.

AKP İktidarında Dağılıyor, Başkanlık Sistemi Hedefte

31Mart seçimleri, AKP iktidarı için nasıl sonun başlangıcı olduysa 23 Haziran’da tayin edici darbeyi indirmiştir. 16 Nisan, 24 Haziran ve son olarak 31 Mart’ta iyice açığa çıkan çürüme ve çözülmenin artık dağılma aşamasına geldiği açıktır.

31Mart’ta daha yüksek sesle dile getirilen yeni parti söylemleri 23 Haziran’dan sonra açıkça telaffuz edilmeye başlanmıştır. Toplumsal düzlemde çelişkilerin sarsıcı ve çözücü etkisi, AKP iktidarı nezdinde bir kez daha test edilecektir. Toplumun temel eğilim ve yönelimini belirlemekten giderek uzaklaşan ve böylelikle de işlevini kaybeden bir siyasal organizasyonun açık ki Türk hâkim sınıfları için de tarihin çöplüğüne atılma zamanı gelmiş demektir. Bugün yaşananlar AKP için tamda bunu ifade etmektedir.

Rant, yağma ve talan ortaklığı üzerinde yükselen AKP’nin bunlar olmadığında ışık hızında dağılacağı açıktır. Böylesi süreçlerin ne kadar hızlı yaşandığı geçmişte ANAP’tan DYP’ye çok sayıda örnekte açığa çıkmıştır.

Henüz İmamoğlu’nun aldığı mührün ilk mürekkebi kurumadan, Kılıçdaroğlu’nun yeni anayasa üzerinden başlattığı salvolarda meselenin sadece AKP ile sınırlı kalmayacağını göstermektedir. ‘Millet İttifakı’ şimdilik AKP’nin dağılmasını bekleyecek bu arada süreci hızlandıracak hamleler yaparken sonraki asıl taarruz içinde araziye hazırlayacaktır. ‘Tarafsız Cumhurbaşkanı’ ile başlayan anayasaya uzanan tartışmaların son durağının Başkanlık Sistemi olacağına şüphe yoktur.

‘Başkanlık Sistemi’nde başkana verilen sınırsız yetkiler, hakim sınıflar açısından bile endişe verici olmuştur. Yola, mevcut sisteminin denge mekanizmalarıyla terbiye edilmesiyle mi yoksa parlamenter sisteme geri dönülerek mi devam edileceğini söylemek içinse erkendir.Bugün için Kemalist kliğin, tamda AKP iktidarının yaptığına benzer bir şekilde ancak tersinden parlamenter sisteme dönülmek üzere yeniden referanduma gitme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.

Açık ki ister yüzüne parlamenter maske takılsın istersede Başkanlık denilsin her iki şekildede kazanan, faşist devlet eliyle sermayesine sermaye katan ve sömürü ve talanda tur atan Büyük Türk Burjuvazisi olmuştur.

Sistemin, başkanlık rejimi eksenindeyeniden re-organizasyonu da sermayenin talebi ve ihtiyaçlarıyla ortaya çıkmıştır. Toplumun bugün böylesine kutuplaştığı ve toplumsal bağlamda gerilimin tavan yaptığı üstüne üstlük buna birde krizin eklendiği koşullarda Türk Büyük Burjuvazisinin kucaklaşma, herkesle barışma adına sitemin yeniden re-organize ederek parlamenter maskeye dönme ihtimali kuşkusuz vardır.

CHP-İYİ Parti İttifakı Değil Gerçek Demokrasi İttifakı!

Kitleler, ‘yenilmez’‘yıkılmaz’ AKP iktidarının façasını çizmekle kalmamış siyasal ömrünü bitirecek hamleler yapmıştır.

AKP-MHP iktidarı eliyle yaratılan korku bulutları dağılmış yığınların direniş ve mücadeleye dair bilincinde ileriye doğru bir gelişim açığa çıkmıştır.

Ne varki herşeye karşın bu sürecin önemli tehlikeler barındırdığını da söylemek gerekir. AKP-MHP ittifakından bıkan, bunalan kitlelerin bu duygularının ve bahsini ettiğimiz öfkesinin demokratik bir öznenin öncülüğünde açığa çıkmadığı unutulmamalıdır.

Ortaya çıkan gelişme ve değişim, çok anlamlı ve önemli, düzen cephesinde sarsıcı etkiler yaratmış olmakla beraber bu gerçeğinde farkında olunmalıdır CHP, AKP iktidarının yarattığı tablonun gizli kahramanıdır ve asla bir demokrasi gücü değildir. CHP merkezli yürütülen demokrasi cephesi/ittifakı tartışmalarının bu bakımdan ezilenlerin birikmiş öfkesinin bir başka kanaldan yeniden sistem içine kanalize edilmesi tehlikesi taşıdığı görülmelidir.

CHP ve ırkçı-faşist MHP’den türemiş olan İYİ Parti’nin, kitlelerin demokrasi, özgürlük ve adalet talebini sömürdüğünü ve bunu siyasi rakiplerini alt etmek ve sisteminin bekasını korumak adına bir kaldıraca dönüştürdüğü görülmelidir. İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’na Komprador Büyük Türk Sermayesince gösterilen teveccühte bunun bir göstergesidir. Nitekim, Koç ve Sabancı grupları ile büyük sermaye liginin çok sayıdaki aktörü gerek 31 Mart’ta gerekse de sonrasında açıkça İmamoğlu’nun arkasında durmuştur. AKP’nin işlevini giderek kaybetmesi ve kriz koşulları, sermayeyi, başka kullanışlı ve rıza üretebilecek alternatiflere yönelmiştir. CHP/ İmamoğlu’nun yükselen trendinin perde arkasında temel gerçekte budur.

Özetle;

Açıktır ki, 23 Haziranla birlikte düzen cephesinde, siyasal alanda yeni bir süreç başlamıştır. Şimdi kartlar yeniden karılacak ve oyun yeniden kurulacaktır. Kuşkusuz tüm bunlara neden olan şey temelde, ezilen kitlelerin, düzenin ürettiği açlık yoksulluk ve sefalete karşı biriktirdiği tepki ve öfkedir.

Düzen cephesindeki tüm uygulamaların temel çıkış noktası, ezilen emekçi yığınlarla sistem arasındaki çelişkinin geldiği aşama ve aldığı biçimdir. Bu bakımdan devrimci, demokratik güçlerin yöneleceği temel yer, emekçilerin yaşamsal sorunları, işsizlik yoksulluk açlık ve sefalet olmalıdır!

Diğer yandan devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerin, ‘Cumhur’ ve ‘Millet İttifakı’ şeklinde geniş kesimlerin karşısına konulan seçeneklerin dışında gerçek bir demokrasi odağı olarak sahaya çıkması gereklidir.

Ancak bu yapılabildiğinde ezilenler sonucu yıkım ve açlık olan iki yolun dışında gerçek bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük yolunda yürüyebilir! 

5225

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar