Cumartesi Haziran 1, 2024

23 Haziran Seçimleri; Dipten Gelen Dalga Yüzeye Vurdu, Ok Yaydan Çıktı!

23 Haziran seçimlerine dair söylenecek her söz ve kurulacak her cümlenin coğrafyamızda egemen sınıflar ile ezilenler arasındaki çelişkilerin koordinatlarına dair dile getirildiği konusunda neredeyse herkesim açısından bir ortaklık söz konusu.

31 Mart’ta R.T. Erdoğan’ın doğrudan dile getirdiği ( İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder) gerçek, seçimlerin yenilenmesiyle tamda sözün sahibini haklı çıkarırcasına AKP iktidarının bu topraklarda aldığı büyük bir hezimet olarak siyaset sahnesiniderinden sarstı/sarsacak.

23 Haziran seçimlerinin Komprador Türk Burjuvazi ve Toprak Ağaları ile Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan; cinsiyet ve cinsiyet kimliklerinden ezilenler arasındaki çelişkilerin durumuna dair adeta bir barometre işlevi gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Seçimler, toplumun kılcal damarlarında dolaşan kanın, deyim yerindeyse tahlili ve sağlamasını 31 Mart’tan sonra daha “bilimsel” bir şekilde yapmıştır. Görünen o ki, ezilen emekçi yığınların biriktirdiği sinerji ve öfkede artık korku duvarlarının aşıldığı bir sürecin öngünündeyiz.

Kuşkusuz daha iddialı sözler söylemek için henüz erken. Zira hala sandık, AKP-MHPgerici-faşist ittifakında temsil olunan sistemle hesaplaşmanın temel adresi durumundadır. Ne var ki sandık, 16 Nisan’dan 24 Haziran’a ve 31 Mart’ta buradan 23 Haziran İstanbul seçimlerine, emekçi kitleler için AKP-MHP ittifakının, devletin tüm güçleriyle uyguladığı yoğun baskı ve korkutma, sindirme iklimine karşı bir direniş mevziisi olarak işlev gördü.

AKP İktidarı Ölümcül Bir Darbe Yedi!

İstanbul seçimlerinin belkide en önemli mesajı 17 yıllık AKP/R.T.Erdoğan –Saray iktidarının gidişatına, geleceğine dair en sarsıcı, belirleyici darbeyi indirmiş olmasıdır.

Kitleler, AKP iktidarının 16 Nisan’da açıkça yaptığı hile ve sahtekârlığa, 24 Haziran’da bu pratiğini yinelemesine karşı ilk ve görünür tepkisini 31 Mart’ta vermişti. 31 Mart yerel seçimleri, geniş emekçi kitleler nezdinde AKP’de ifadesini bulan sistemin uygulamaları karşısında bir tavır ve duruş adına bilinç bağlamında en önemli çıkış olarak okunabilir. Açık ki, 31 Mart seçimleri emekçiler için bardağın taştığını ve okun artık yaydan çıktığını gösteren önemli kavşak olmuştur.

Okun yaydan çıktığı 23 Haziran’da mevcut seçim siteminin tüm anti-demokratik niteliğine rağmen İstanbul’da YSK eliyle sonuçların gasp edilmesine karşı verilen tepkide açığa çıkmıştır.

Kitleler, 23 Haziran’da, iktidarın 31 Mart’ta sandıktan çıkan sonuca yönelik tavrını ve tutumunu hedef tahtasına koymuş ve bu defa rahatsızlıklarını ve tepkilerini daha yüksek sesle dile getirmiş ve düzenin temsilcisi partiyi adeta sandığa gömmüşlerdir.

23 HaziranGezi’den sonra sistemin AKP eliyle yürürlüğe soktuğu ve 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle gemi azıya aldığı, diz çöktürme stratejisiyle geri çekilen kitle hareketinin çok önemli bir öfkeyi ve enerjiyi biriktirdiğini göstermiştir. Söz konusu öfkenin ne kadar yıkıcı olduğu ve bu tepkinin, AKP iktidarının OHAL’le birlikte sürdüregeldiği baskı, gözaltı ve tutuklama ile sindirilemeyeceğini de göstermiş bulunmaktadır.

23 Haziran’ın, toplumsal dinamiğin ana yönüne, momentumun güzergâhına dair de bir veri sunduğunu söylemek mümkündür. Açık ki AKP iktidarının yerellerden başlayarak geriletilmesi ve zayıflatılması, yenilmesive İstanbul’da hezimete uğratılması, kitlelerin özgüvenini geliştirmiştir. İstanbul seçimleri, toplumsal dinamiklerin çok ciddi bir birikimle dolduğunu ve bu öfkenin elde edilen başarılarla birlikte bundan sonra daha güçlü bir şekilde siyasal alana ve elbette sokağa yansıyacağını göstermektedir.

Bir başka açıdan İstanbul seçimleri, çeşitli sınıf ve tabaklardan emekçilerin; düzen partilerinin ve hatta AKP iktidarının ideolojik ve politik etkisi altında bulunan geniş kesimlerin değişim arzusu göstermiştir.

Seçimlerde yığınlar, AKP iktidarında temsil olunan 17 yıllık statükoya ‘artık yeter’demiştir. İşçi sınıfı ve emekçilerde, orta sınıfta çok ciddi bir değişim ve yenilik arzusu vardır. Geniş toplumsal kesimler artık siyasal alandaki statükoya karşı bir değişim istediğini sandık eliyle söylemiştir.

Kitlelerin, Kriz ve Yoksulluktan Çıkış İçin Umut Arayışı

“Herşey çok güzel olacak” sloganı da toplumda statükoya karşı söz konusu öfkenin bir dışavurumu olmuştur.

Açık ki ezilen emekçi kitlelerin, 17 yıllık AKP iktidarında en çokta geleceğe yönelik umutları yok olmuştur. AKP iktidarının yaydığı, “bunlar gitmezler”,“yenilmezler” algısının 31 Mart’ta darbe yediği, 23 Haziran’da ise yere serildiğini söylemek mümkündür. Bugün yaşanan derin yoksulluk ve işsizlik, alım gücündeki düşüş, halkın temel ihtiyaç maddelerine ulaşamamasıyla ortaya çıkan koyu karanlık tabloya karşı kitleler bir umut ışığı aramaktadır.

İmamoğlu’nda ifadesini bulan Kemalist-kliğin, bu bağlamda toplumun nabzını iyi okuduğu açıktır. İstanbul seçimleri bir kez daha emekçi kitleler için en önemli sorunun ekonomi/geçim derdi olduğunu göstermiştir. İmamoğlu’nun bu başlıklar üzerinden yürüttüğü seçim çalışmasıyla aldığı karşılıkta bunun bir sağlaması olmuştur. İşsizlik ve yoksulluk bugün milliyet ve inanç veya diğer kimliklerden çok daha önemli bir şekilde temel, başlıca gündem durumundadır. Zira, ezilen kitleler korkunç bir yoksunluk içinde yaşama tutunmaya çalışmakta ve çıkış yolu aramaktadır. 23 Haziran’da ezilenler bir yandan bu tablonun müsebbibini cezalandırmış diğer yandan da geleceğe ilişkin umutlarının hala diri olduğunu ve bu umudu, değişim arzusunu büyütmek istediğini ortaya koymuştur.

Kutuplaştırma, Düşmanlaştırma Değil AKP-MHP İttifakına Karşı Birlikte Mücadele

Seçimler, AKP iktidarının toplumu kutuplaştıran, düşmanlaştıran, bölen politikasına duyduğu öfkeyi de dile getirmiştir. Görece ekonomik istikrarın yaşandığı önceki dönemlerde kısmen işlevli olabilen söz konusu politika ekonomik alanda yaşanan krizle kısa sürede tali plana düşmüştür. Buna rağmen bu söylemde eli yükselten AKP-MHP İttifakına, ezilenlerin öfkesi daha da büyümüştür.

Açık ki geniş toplumsal kesimler bugünkü konjoktürde parçalanma ve kutuplaşmadan değil birlikte yan yana durmaktan yana tavır almıştır. İmamoğlu’nun ‘kucaklayıcı’ söyleminin bulduğu karşılıkta buna işaret etmektedir. Diğer yandan Türk Büyük sermayesinin, toplumsal çelişkilerin üzerine adeta benzin döken kriz koşullarında ateşi söndürecek politikalara yönelme ihtiyacı duyduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan İmamoğlu’nun birleştiren/kucaklayan söyleminin sermayenin, mevcut kriz koşullarında ortaya çıkması muhtemel başka gelişmeler karşısında aldığı bir önlem olarakta görmek gerekir.

İstanbul seçimleri, belli yanlarıyla Gezi ruhunun bugünkü gerçeklik içinde güncellenerek varlığını sürdürdüğünü de göstermiştir. Gezi’de AKP iktidarının ceberut uygulamalarına karşı farklı siyasal görüşlerden ve toplumsal kesimlerden geniş kesimler kendiliğinden bir şekilde sokağa çıkmıştı. Bu defa kendiliğinden bir siyasal çıkıştan söz edilemese de, AKP karşıtlığı, statükoya karşı değişim bağlamında çok ciddi benzerlikler olduğu açık.

İstanbul seçimleri, Kürtlerin Türkiye siyasetindeki ağırlığını ve gücünü, prestijini de bir kez daha göstermiştir. Kürt ulusal özgürlük hareketinin, Kürt ulusu ve halkının, siyasal alanda çok önemli bir birikime sahip olduğunu, talepleri ve devrimci, ilerici güçlerle ittifak konusunda ısrarlı ve kararlı olduğunu göstermiştir.

Kürt ulusu, çözüm sürecinin bitirilmesinden bu yana T. Kürdistanı’nı adeta yerle bir eden, genç-yaşlı, kadın-çocuk demeden Kürtleri katliamdan geçiren, göçe zorlayan AKP iktidarının oyunlarına gereken yanıtı vermiştir. Böylesine küçük hesapların, Kürt ulusunun siyasal, kültürel talepleri karşısında tuzla buz olacağını bir kez daha göstermiştir. Öte yandan HDP’nin hâkim sınıf klikleri arasındaki çelişkilerdenfaydalanma, AKP-MHP gerici faşist ittifakına kaybettirme politikasının da pratik sahada karşılık bulduğunu göstermiştir.

AKP İktidarında Dağılıyor, Başkanlık Sistemi Hedefte

31Mart seçimleri, AKP iktidarı için nasıl sonun başlangıcı olduysa 23 Haziran’da tayin edici darbeyi indirmiştir. 16 Nisan, 24 Haziran ve son olarak 31 Mart’ta iyice açığa çıkan çürüme ve çözülmenin artık dağılma aşamasına geldiği açıktır.

31Mart’ta daha yüksek sesle dile getirilen yeni parti söylemleri 23 Haziran’dan sonra açıkça telaffuz edilmeye başlanmıştır. Toplumsal düzlemde çelişkilerin sarsıcı ve çözücü etkisi, AKP iktidarı nezdinde bir kez daha test edilecektir. Toplumun temel eğilim ve yönelimini belirlemekten giderek uzaklaşan ve böylelikle de işlevini kaybeden bir siyasal organizasyonun açık ki Türk hâkim sınıfları için de tarihin çöplüğüne atılma zamanı gelmiş demektir. Bugün yaşananlar AKP için tamda bunu ifade etmektedir.

Rant, yağma ve talan ortaklığı üzerinde yükselen AKP’nin bunlar olmadığında ışık hızında dağılacağı açıktır. Böylesi süreçlerin ne kadar hızlı yaşandığı geçmişte ANAP’tan DYP’ye çok sayıda örnekte açığa çıkmıştır.

Henüz İmamoğlu’nun aldığı mührün ilk mürekkebi kurumadan, Kılıçdaroğlu’nun yeni anayasa üzerinden başlattığı salvolarda meselenin sadece AKP ile sınırlı kalmayacağını göstermektedir. ‘Millet İttifakı’ şimdilik AKP’nin dağılmasını bekleyecek bu arada süreci hızlandıracak hamleler yaparken sonraki asıl taarruz içinde araziye hazırlayacaktır. ‘Tarafsız Cumhurbaşkanı’ ile başlayan anayasaya uzanan tartışmaların son durağının Başkanlık Sistemi olacağına şüphe yoktur.

‘Başkanlık Sistemi’nde başkana verilen sınırsız yetkiler, hakim sınıflar açısından bile endişe verici olmuştur. Yola, mevcut sisteminin denge mekanizmalarıyla terbiye edilmesiyle mi yoksa parlamenter sisteme geri dönülerek mi devam edileceğini söylemek içinse erkendir.Bugün için Kemalist kliğin, tamda AKP iktidarının yaptığına benzer bir şekilde ancak tersinden parlamenter sisteme dönülmek üzere yeniden referanduma gitme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.

Açık ki ister yüzüne parlamenter maske takılsın istersede Başkanlık denilsin her iki şekildede kazanan, faşist devlet eliyle sermayesine sermaye katan ve sömürü ve talanda tur atan Büyük Türk Burjuvazisi olmuştur.

Sistemin, başkanlık rejimi eksenindeyeniden re-organizasyonu da sermayenin talebi ve ihtiyaçlarıyla ortaya çıkmıştır. Toplumun bugün böylesine kutuplaştığı ve toplumsal bağlamda gerilimin tavan yaptığı üstüne üstlük buna birde krizin eklendiği koşullarda Türk Büyük Burjuvazisinin kucaklaşma, herkesle barışma adına sitemin yeniden re-organize ederek parlamenter maskeye dönme ihtimali kuşkusuz vardır.

CHP-İYİ Parti İttifakı Değil Gerçek Demokrasi İttifakı!

Kitleler, ‘yenilmez’‘yıkılmaz’ AKP iktidarının façasını çizmekle kalmamış siyasal ömrünü bitirecek hamleler yapmıştır.

AKP-MHP iktidarı eliyle yaratılan korku bulutları dağılmış yığınların direniş ve mücadeleye dair bilincinde ileriye doğru bir gelişim açığa çıkmıştır.

Ne varki herşeye karşın bu sürecin önemli tehlikeler barındırdığını da söylemek gerekir. AKP-MHP ittifakından bıkan, bunalan kitlelerin bu duygularının ve bahsini ettiğimiz öfkesinin demokratik bir öznenin öncülüğünde açığa çıkmadığı unutulmamalıdır.

Ortaya çıkan gelişme ve değişim, çok anlamlı ve önemli, düzen cephesinde sarsıcı etkiler yaratmış olmakla beraber bu gerçeğinde farkında olunmalıdır CHP, AKP iktidarının yarattığı tablonun gizli kahramanıdır ve asla bir demokrasi gücü değildir. CHP merkezli yürütülen demokrasi cephesi/ittifakı tartışmalarının bu bakımdan ezilenlerin birikmiş öfkesinin bir başka kanaldan yeniden sistem içine kanalize edilmesi tehlikesi taşıdığı görülmelidir.

CHP ve ırkçı-faşist MHP’den türemiş olan İYİ Parti’nin, kitlelerin demokrasi, özgürlük ve adalet talebini sömürdüğünü ve bunu siyasi rakiplerini alt etmek ve sisteminin bekasını korumak adına bir kaldıraca dönüştürdüğü görülmelidir. İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’na Komprador Büyük Türk Sermayesince gösterilen teveccühte bunun bir göstergesidir. Nitekim, Koç ve Sabancı grupları ile büyük sermaye liginin çok sayıdaki aktörü gerek 31 Mart’ta gerekse de sonrasında açıkça İmamoğlu’nun arkasında durmuştur. AKP’nin işlevini giderek kaybetmesi ve kriz koşulları, sermayeyi, başka kullanışlı ve rıza üretebilecek alternatiflere yönelmiştir. CHP/ İmamoğlu’nun yükselen trendinin perde arkasında temel gerçekte budur.

Özetle;

Açıktır ki, 23 Haziranla birlikte düzen cephesinde, siyasal alanda yeni bir süreç başlamıştır. Şimdi kartlar yeniden karılacak ve oyun yeniden kurulacaktır. Kuşkusuz tüm bunlara neden olan şey temelde, ezilen kitlelerin, düzenin ürettiği açlık yoksulluk ve sefalete karşı biriktirdiği tepki ve öfkedir.

Düzen cephesindeki tüm uygulamaların temel çıkış noktası, ezilen emekçi yığınlarla sistem arasındaki çelişkinin geldiği aşama ve aldığı biçimdir. Bu bakımdan devrimci, demokratik güçlerin yöneleceği temel yer, emekçilerin yaşamsal sorunları, işsizlik yoksulluk açlık ve sefalet olmalıdır!

Diğer yandan devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerin, ‘Cumhur’ ve ‘Millet İttifakı’ şeklinde geniş kesimlerin karşısına konulan seçeneklerin dışında gerçek bir demokrasi odağı olarak sahaya çıkması gereklidir.

Ancak bu yapılabildiğinde ezilenler sonucu yıkım ve açlık olan iki yolun dışında gerçek bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük yolunda yürüyebilir! 

5687

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

19:59 Hızır

Sayfalar

Partizan'dan

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar