Pazar Mayıs 19, 2024

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”. Yine bu yoldaşlarımız, arkasına taraftar kitlesi toplamak adına da bu geleneğin tarihinde sıkça rastladığımız “Kaypakkaya/MLM”yi maske niyetine kullanmış, radikal-sol söylemler eşliğinde birçok alanımız bu yoldaşlarımızın saldırısına maruz kalmıştır/kalıyor. Bu yazımda geniş bir tartışmaya girmek yerine, uzun bir süredir devam eden bu saldırılara değinmek istiyorum.

Öncelikle, dost-düşman ayrımını göremeyen, adeta freni patlamış kamyon gibi her yere saldırma cesaretini gösteren bu yoldaşları hakikaten alkışlamak gerek. Alkışlayalım, çünkü haklarını vermek gerek; böylesine bir körlüğe tekrar rastlamak hakikaten çok güç olsa gerek. Bürolarımızın onlarca kişi ile basılıp işgal edilmesi ve “halka açılması(!)” (tabii ki halka açıldı, zaten bürolarımız da faşistlerin elinde idi!) öyle kolay rastlanılabilecek bir durum değil. Yoldaşlarımızın şiddete maruz kalması ise olayın ayrı trajik kısmıdır. Gerçi bu işgalci yoldaşlara göre şiddet-middet diye bir şey olmamış. Mesela bu yoldaşlarımızın aktardığına göre tekmelenen yoldaşımızın üzerindeki ayak izleri şöyle oluşmuş; bu yoldaş yere düşünce (muhtemelen kendisini yere atmıştır!), yerdeki ayak izi yoldaşımızın üzerine yapışıvermiş. Kadın yoldaşımız ise kendini yerlere atmış- zaten biraz da deli bu yoldaş).

Biz de ne kadar art niyetli yaklaşmışız öyle. Hakikaten yoldaşlarımızı tekrar alkışlamamız gerek, bu Oscar’lık senaryo karşısında.

Her filmin senaryosunda çelişkili sahneler vardır, olabilir. Bu yoldaşlarımızın senaryosunda da doğal olarak çelişkiler var. Mesela işgalin hemen ardından görüşmek için giden yoldaşlarımıza uygulanan şiddet için “kendi içimizde özeleştirisini verdik” (özeleştirinin verilmesi gereken yere değil de, kendi içlerinde verilmesi de ayrı bir trajikomedi) denilmiştir. Ama işgalin olduğu günün akşamı “Partizan” imzası kullanılarak yapılan açıklamada “şiddet yoktur, devrimci bir müdahalede bulunulmuştur” denilebilmiştir. Gazetede bulunan ve şiddete maruz kalan yoldaşlarımıza dair daha neler neler var; Biri zaten emaneten oradaymış (emaneten ne demekse!), biri kendi rızasıyla çıkmadığı için olmuş bütün bunlar vb.

İşgal sonrası bu yoldaşların kurumları dolaşıp “artık inisiyatif biziz”, “bizi muhatap alacaksınız” demeleri ise ayrı bir trajedi. Tebrikler, bir bina-daireyi ve teknik malzemeleri “ele geçirerek” hizbi engellediniz!!! Bir kuru binayı gasp etmekle hizbe engel oldunuz demek! Ama biz yine gerçekleri yine gazetemizle halka ulaştırmaya devam ediyoruz, yine savunduğumuz düşünceler uğruna bedel ödüyoruz, yine can veriyoruz. Politika yapmaya devam ediyoruz, doğal olarak!

Peki sizler! Sizler alnınızda bu leke ile yaşayacaksınız!

Bu yoldaşlarımızın cesareti öyle büyük ki, büromuzun işgalini kınayan DHF’yi de telefonla arayıp tehdit edebilecek kadar “devrimciler(!)” Toplam 9 örgütün bir araya gelip sürecin bir ihtiyacı doğrultusunda oluşturduğu HBDH’ye yönelik karalama kampanyasına girmiyorum bile. Bence bu kadarını hiçbirimiz kaldıramayız.

Bu yoldaşlarımızın iç tartışmalar açığa çıktıktan sonra uygulamaya soktukları ilk pratiklerinden biri de “siyaset yasağı” oldu. Bu siyaset yasağını genelde devrimcilere devletin uyguladığını hep görüyoruz ama durun; EZBER BOZULDU! Mesela OHAL kampanyasını yürütmek isteyen YDG’lilere “burada çalışma yapmanıza izin vermeyeceğiz” deyip çalışma esnasında sivil polisleri aratmayacak tarzda takip etmek de “devrimci bir pratik”! Ya da devlet uygulamasına taş çıkartacak bir başka pratikte; kendi içlerinde belirledikleri yoldaşlara “semte giriş yasağı” getirmektedirler. Aman ha o “yasaklı” yoldaşlar sakın o semtlere girmesinler; malum “110 cm’lik doğalgaz borusu” ile onları bekleyen yoldaşlarımız var sonuçta. Sanırız bu yoldaşlar, devletten öğrenme mantığını yanlış anlamış durumdalar.

Durun bunlar daha bir şey değil. Mesela örgütlü bir yoldaşımıza “kafana sıktırırım” demekte “hizip(!)” engellemek! Doğrusu rezilliğin, bataklığın, pespayeliğin bu kadarı da olamaz! Ama gelin görün ki maalesef oldu/oluyor. Yoldaşlar, size ajitasyon çekmek istemem ama halka yönelik onca katliamın sorumlusu olanlar, halk düşmanları elini kolunu sallayarak geziyorlar. Ama tabii, “hizipçilerin(!)” “kafasına sıkmak”, onlara siyaset yasağı uygulamak daha devrimci bir pratik değil mi? İki çizgi mücadelesi de zaten böyle bir şey; kendin gibi düşünmeyeni ez!!!

Hala devrimcilik duygusunu kaybetmeyen sevgili yoldaşlar; dahil olduğunuz bu üslup bir bütün olarak kolektifimize zarar veriyor. Yıllardır verilen emekler bu karşı-devrimci üslup ile heba ediliyor. Sorunlarımızı devrimci bir tarzda tartışma olanağımız hala mevcut. Gelin hep beraber sorunlarımızı tartışarak çözelim. Bu tarzın bizleri bir bütün olarak gerilettiğini görmek zorundasınız. Yıllarca Amed 5 Nolu Zindanı’nda direnen ve hala örgütlü mücadelesini, düşman engellerine rağmen bulunduğu alanda sürdüren M. USTA’nın da dediği gibi “Sorunları yaratanlar, şimdi de derinleştiriyorlar.” (Ha bu arada, M. USTA’nın da mücadeleyi bıraktığını söylüyormuşsunuz duyduğumuza göre! Üzülmeyin ama dostlar, M. USTA hala örgütlü, maaalesef!)

Sorunları yaratıp derinleştirenlere kanmamak, dur demek boynumuzun borcudur.

Örgüt olma, mekanizmayı kolektif olarak işletme mantığını şefçiliğe indirgeyenler, pratikten yoksun bir biçimde olup ama aynı zamanda savaş cephesinin binlerce kilometre uzağında “savaş çağrısı” yapanların gittiği/gideceği yer bellidir. Tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur. Ülkenin dört bir yanında faşizme karşı ezilenlerin yükselttiği isyan çığlıkları bizleri bekliyor. Derinleşen krizin her geçen gün dar boğaza ittiği işçi sınıfı bizi bekliyor. Faşist sömürgeciliğe karşı serhildanları örgütleyen Kürt ulusu bizleri bekliyor. Daha sert daha zorlu bir mücadele süreci bizleri bekliyor. Bunun karşısında daha kararlı daha fedakâr bir örgüt yaratmak mümkündür.

Yeter ki herkes üzerine düşeni yapabilsin!

Yeter ki “herkes işini yapsın!”

 

Vurulacağı ya da dayak yiyeceği söylenen bir Partizan okuru

45517

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

Sayfalar