Salı Mayıs 28, 2024

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”. Yine bu yoldaşlarımız, arkasına taraftar kitlesi toplamak adına da bu geleneğin tarihinde sıkça rastladığımız “Kaypakkaya/MLM”yi maske niyetine kullanmış, radikal-sol söylemler eşliğinde birçok alanımız bu yoldaşlarımızın saldırısına maruz kalmıştır/kalıyor. Bu yazımda geniş bir tartışmaya girmek yerine, uzun bir süredir devam eden bu saldırılara değinmek istiyorum.

Öncelikle, dost-düşman ayrımını göremeyen, adeta freni patlamış kamyon gibi her yere saldırma cesaretini gösteren bu yoldaşları hakikaten alkışlamak gerek. Alkışlayalım, çünkü haklarını vermek gerek; böylesine bir körlüğe tekrar rastlamak hakikaten çok güç olsa gerek. Bürolarımızın onlarca kişi ile basılıp işgal edilmesi ve “halka açılması(!)” (tabii ki halka açıldı, zaten bürolarımız da faşistlerin elinde idi!) öyle kolay rastlanılabilecek bir durum değil. Yoldaşlarımızın şiddete maruz kalması ise olayın ayrı trajik kısmıdır. Gerçi bu işgalci yoldaşlara göre şiddet-middet diye bir şey olmamış. Mesela bu yoldaşlarımızın aktardığına göre tekmelenen yoldaşımızın üzerindeki ayak izleri şöyle oluşmuş; bu yoldaş yere düşünce (muhtemelen kendisini yere atmıştır!), yerdeki ayak izi yoldaşımızın üzerine yapışıvermiş. Kadın yoldaşımız ise kendini yerlere atmış- zaten biraz da deli bu yoldaş).

Biz de ne kadar art niyetli yaklaşmışız öyle. Hakikaten yoldaşlarımızı tekrar alkışlamamız gerek, bu Oscar’lık senaryo karşısında.

Her filmin senaryosunda çelişkili sahneler vardır, olabilir. Bu yoldaşlarımızın senaryosunda da doğal olarak çelişkiler var. Mesela işgalin hemen ardından görüşmek için giden yoldaşlarımıza uygulanan şiddet için “kendi içimizde özeleştirisini verdik” (özeleştirinin verilmesi gereken yere değil de, kendi içlerinde verilmesi de ayrı bir trajikomedi) denilmiştir. Ama işgalin olduğu günün akşamı “Partizan” imzası kullanılarak yapılan açıklamada “şiddet yoktur, devrimci bir müdahalede bulunulmuştur” denilebilmiştir. Gazetede bulunan ve şiddete maruz kalan yoldaşlarımıza dair daha neler neler var; Biri zaten emaneten oradaymış (emaneten ne demekse!), biri kendi rızasıyla çıkmadığı için olmuş bütün bunlar vb.

İşgal sonrası bu yoldaşların kurumları dolaşıp “artık inisiyatif biziz”, “bizi muhatap alacaksınız” demeleri ise ayrı bir trajedi. Tebrikler, bir bina-daireyi ve teknik malzemeleri “ele geçirerek” hizbi engellediniz!!! Bir kuru binayı gasp etmekle hizbe engel oldunuz demek! Ama biz yine gerçekleri yine gazetemizle halka ulaştırmaya devam ediyoruz, yine savunduğumuz düşünceler uğruna bedel ödüyoruz, yine can veriyoruz. Politika yapmaya devam ediyoruz, doğal olarak!

Peki sizler! Sizler alnınızda bu leke ile yaşayacaksınız!

Bu yoldaşlarımızın cesareti öyle büyük ki, büromuzun işgalini kınayan DHF’yi de telefonla arayıp tehdit edebilecek kadar “devrimciler(!)” Toplam 9 örgütün bir araya gelip sürecin bir ihtiyacı doğrultusunda oluşturduğu HBDH’ye yönelik karalama kampanyasına girmiyorum bile. Bence bu kadarını hiçbirimiz kaldıramayız.

Bu yoldaşlarımızın iç tartışmalar açığa çıktıktan sonra uygulamaya soktukları ilk pratiklerinden biri de “siyaset yasağı” oldu. Bu siyaset yasağını genelde devrimcilere devletin uyguladığını hep görüyoruz ama durun; EZBER BOZULDU! Mesela OHAL kampanyasını yürütmek isteyen YDG’lilere “burada çalışma yapmanıza izin vermeyeceğiz” deyip çalışma esnasında sivil polisleri aratmayacak tarzda takip etmek de “devrimci bir pratik”! Ya da devlet uygulamasına taş çıkartacak bir başka pratikte; kendi içlerinde belirledikleri yoldaşlara “semte giriş yasağı” getirmektedirler. Aman ha o “yasaklı” yoldaşlar sakın o semtlere girmesinler; malum “110 cm’lik doğalgaz borusu” ile onları bekleyen yoldaşlarımız var sonuçta. Sanırız bu yoldaşlar, devletten öğrenme mantığını yanlış anlamış durumdalar.

Durun bunlar daha bir şey değil. Mesela örgütlü bir yoldaşımıza “kafana sıktırırım” demekte “hizip(!)” engellemek! Doğrusu rezilliğin, bataklığın, pespayeliğin bu kadarı da olamaz! Ama gelin görün ki maalesef oldu/oluyor. Yoldaşlar, size ajitasyon çekmek istemem ama halka yönelik onca katliamın sorumlusu olanlar, halk düşmanları elini kolunu sallayarak geziyorlar. Ama tabii, “hizipçilerin(!)” “kafasına sıkmak”, onlara siyaset yasağı uygulamak daha devrimci bir pratik değil mi? İki çizgi mücadelesi de zaten böyle bir şey; kendin gibi düşünmeyeni ez!!!

Hala devrimcilik duygusunu kaybetmeyen sevgili yoldaşlar; dahil olduğunuz bu üslup bir bütün olarak kolektifimize zarar veriyor. Yıllardır verilen emekler bu karşı-devrimci üslup ile heba ediliyor. Sorunlarımızı devrimci bir tarzda tartışma olanağımız hala mevcut. Gelin hep beraber sorunlarımızı tartışarak çözelim. Bu tarzın bizleri bir bütün olarak gerilettiğini görmek zorundasınız. Yıllarca Amed 5 Nolu Zindanı’nda direnen ve hala örgütlü mücadelesini, düşman engellerine rağmen bulunduğu alanda sürdüren M. USTA’nın da dediği gibi “Sorunları yaratanlar, şimdi de derinleştiriyorlar.” (Ha bu arada, M. USTA’nın da mücadeleyi bıraktığını söylüyormuşsunuz duyduğumuza göre! Üzülmeyin ama dostlar, M. USTA hala örgütlü, maaalesef!)

Sorunları yaratıp derinleştirenlere kanmamak, dur demek boynumuzun borcudur.

Örgüt olma, mekanizmayı kolektif olarak işletme mantığını şefçiliğe indirgeyenler, pratikten yoksun bir biçimde olup ama aynı zamanda savaş cephesinin binlerce kilometre uzağında “savaş çağrısı” yapanların gittiği/gideceği yer bellidir. Tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur. Ülkenin dört bir yanında faşizme karşı ezilenlerin yükselttiği isyan çığlıkları bizleri bekliyor. Derinleşen krizin her geçen gün dar boğaza ittiği işçi sınıfı bizi bekliyor. Faşist sömürgeciliğe karşı serhildanları örgütleyen Kürt ulusu bizleri bekliyor. Daha sert daha zorlu bir mücadele süreci bizleri bekliyor. Bunun karşısında daha kararlı daha fedakâr bir örgüt yaratmak mümkündür.

Yeter ki herkes üzerine düşeni yapabilsin!

Yeter ki “herkes işini yapsın!”

 

Vurulacağı ya da dayak yiyeceği söylenen bir Partizan okuru

45619

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

Sayfalar