Cumartesi Mayıs 11, 2024

Tarih Yapan Sıradışı KADINLAR

Dünyanın her yerinde kadına şiddet konuşuluyor bugünlerde. Kadına şiddeti doğuran toplumsal sistemin savunucuları da “kadına şiddeti” bir kaç gün konuşmaya devam edecek.

Kadına şiddetin, kadını ikinci sınıf yerine koyan sistemin savunucuları ve kadını bir süs eşyası, bir meta olarak ele alan sitemin savunucularının “şiddet karşıt”lığı elbette sahte. Özellikle kadına karşı şiddetin ekonomik, siyasi ve idelojik toplumsal dokusunu oluşturan kapitalist sistem savunucuların “kadına şiddeti” konuşmaları ve karşı çıkışları inandırıcı olmaktan çok çok uzak.

Tarihi sömürücü egemen sınıfların dilinden yazan bir sistem savunucuları ile tarihi yapanların ve tarihi daha ileri taşıyanların aynı yazın içinde yer almaları da olsa değildir. Tarih, sıradışı insanların (emekçi kadın ve emekçi erkeklerin, daha çok da emekçi kadınların) sırtında taşınarak bugüne ulaştırılmıştır.

Kapitalist toplumla birlikte ücretli köle olarak burjuvaziye artı-değer üreten kadın işçilerin direnişleri, tarihi yapan sıradışı insanların öyküleri olarak tarihe geçmiştir.

Kadına şiddetin temelinde ekonomik ayrıcalıklar yattığını gizliyor burjuvazi. Kapitalist ekonomik sistemin kadına şiddeti saniye saniye doğurduğunu, kadını eve hapsetmenin kadını aşağılamanın ve toplumdan dıştalamanın temel öğelerinden biri olduğunu söylemekte çekiniyorlar.

Kadına şiddetin boyutu, cinsiyetler arasındaki ücret ayrımında da açıktan sırıtıyor. Burjuvazinin siyasal temsilcileri, “eşit işe eşit ücret”ten sıkça söz etmelerine ve çoğu ülkede ise bu yasal olmasına karşın, kadın ve erkek işçi arasındaki, kadın çalışan ile erkek çalışan arasındaki ücret farklılığını özelllikle korumaya çalıştıklarıda bir gerçektir.

Her fırsatta kadın ve erkeğin “aynı olamayacağını”, (“hadi 100 metreyi erkek ve bayan beraber koşsunlar” , “Kadın ve Adalet zirvesi” nde konuşan faşist Erdoğan yine “adalet” dağıtmış”) bu nedenle de aynı ücreti alamayacağını her fırsatta tekraralıyorlar.

Buradan hareketle, kapitalist toplumda kadına şiddetin boyutu, “cinsiyetler arası ücret farklılığında” ve kadını eve hapsetmede saklıdır desek yanılmış olmayız.

1857 yılında New York kentinde polisin fabrikaya kitlediği kadın işçilerden 129 yakılarak katledildi. Bu direniş 8 Mart Emekçi Kadınlar Günün yarattı.

24 Kasım 2013 tarihinde Dakka (Bangladeş) yakınlarında bir fabrikanın (Rana Plaza tekstil fabrika Binası) yanması sonucu tam 1138 işçi yanarak öldü ve 2500 işçi ise yaralandı. Fabrikada çalışanların %80’ni kadındı. Bu fabrika, “ünlü markaların” sahibi batılı emperyalist tekeller için üretim yapıyordu ve her türlü sosyal haklardan yoksun işçilerin aylık ortalama ücreti ise 38 dolar kadardı. (İşçiler beş dakikada diktikleri elbiseyi bir ay çalışmayla alamayacak kadar artı-değer üretiyorlar.) Bu tarihin en büyük kadın cinayeti ve kadınlara karşı doğrudan uygulanan tekelci burjuvazinin şiddetinin katliam halini almış biçimiydi. Ve bunların kadına yönelik şiddeti yeni değil, yine Bangladeş ve Pakistan’da aynı emperyalist tekeller için üretim yapan çoğu kadın olan işçiler yakılarak katledilmişti.1

Bangladeş’te 2005’ten Rana Plaza yangınına (2013) kadar toplam 700 işçi yanarak ölmüştür. İşçilerin katilleri tekeller ise, daha çok sermaye birikimi için işçileri yakmaya devam ediyorlar. İngiliz tekeli Primark’ın ve diğerlerinin neden “ucuza sattığı” ürünlerin üzerinde Rana Plaza yagınında ölen işçilerin kanı vardır.

Türk giyim firması LCWaikiki’de bu yanan fabrikada üretim yapıyordu.

Giydiğimiz elbiselerde kadın işçilerin kanı var!

Çoğu kadın, Flormar işçilerin direnişi ise yedinci aynı doldurmak üzere. Flormar kadın işçileri, burjuvazinin her türlü şiddetine rağmen direnişlerini sürdürüyorlar.

Burjuvazi, kadınlara ve erkek işçilere uygulanan bu şiddetten hiç söz etmiyor. Adeta “işçi olmanın fıtratında var” demeye getiriyorlar. Kadın emekçileri kızıl değil, “mor” renge büründürmek için çaba harcayanlarda bunlardan söz etmiyor nedense. Kadınlarınn ezilmesinin ekonomi politiğini manipüle ettikleri içinde Marx’ı “çinsiyet körü” gösterecek denli burjuvazinin argüman çöplüğüne uzanıyorlar.2

Kapitalist-emperyalist ülkelerde de kısa süreli yarı zamanlı işlerde çalışanların çoğu kadınlardır. Ve bu kadının, “işe yaramazlığı” kanıtı olarak gösterilmektedir. Almanya’da iki saatlik işlerde çalışanların ezici çoğunluğunu (yaklaşık üçte ikisi kadar) kadınlar oluşturmaktadır.

Dünyada ilk defa eşit işe eşit ücret Rusya’da 1917 Ekim Sosyalist Devrimi ile hayat bulmasına karşılık, kapitalist ülkelerde ise, resmi olarak ilk defa 1963 yılında ABD’de yasallaşmıştır. Ama bu sadece kağıt üstünde kalmak şartıyla... Çünkü kadınların mücadelesi sonucu gerçekleşen bu yasa, fiiliyatta uygulanmamış ve hala uygulanmaması içinde direniyorlar. İngiltere gibi gelişmiş kapitalist-emperyalist bir ülkede ise 1970 yılında, kadın işçilerin kararlı direnişleri sonucu yasallaşmıştır.

Bütün kapitalist ülkelerde, cinsiyetler arası ücret farklılığına bakıldığında, kadınla aynı işi yapan erkeğin en az %15,46 (2014 OECD ortalaması) daha fazla aldığı görülecektir. Türkiye’de ise TÜİK’e (2015) göre %21,52. Almanya’da ise %21 civarında. AB ülkelerinde cinsel ve fiziksel şiddet ortalaması ise %33 (2014 verileri) civarında. Yani yüz kadından 33’ü cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. Bugün ise bu veriler düne göre daha da artmıştır. Gericileşme ve iç faşistleşme kadına yönelik şiddetin boyutunu ve oranını daha da artırmaktadır. İç faşistleşmenin faturasının ağır toplumsal yükü öncelikle kadınlara çıkarılmaktadır.

Ezilenlerin ezileni olarak kadınların dışatalanması, kriminalize edilmesi, ezilmesi, aşırı sömürülmesi ve ikinci sınıf yerine konmasını aynı zamanda eşit işe eşit ücret farklılığında aramak gerekiyor. Bu tek başına yeterli olmasada, kadınların üzrlerindeki cinsiyet baskısının kalkmasını ya da en azından azalmasını da beraberinde getirecektir.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin boyutu, TÜİK’in istatistiklerin de üstündedir. Faşist-dinci hükümetin tepesindekiler öncelikle kadın düşmanı bir yapıya sahiptirler ve her fırsatta kadınla erkeğin eşit olamayacağını vaaz etmektedirler.

Kadına uygulanan şiddeti, kapitalist sistemin kendisi yeniden ve yeniden üretmektedir. Bu sistem var olduğu sürece kadınların toplumda ezilenlerin ezileni olması da devam edecektir. Kadının kurtuluşu kadın ve erkek işçilerin birlikte mücadelesiyle kuracakları sosyalizm ile gerçekleşebilecektir. Kadınlar sosyalizm ile gerçek özgürlüğün kapısından adımlarını içeri atmış olacaklardır. Kadının kurtuluşu insanlığın gerçek kurtuluşu olacaktır.

 1 Bilgiler, Rote Fahne News’dan alınmıştır.

2 Bkz. Yusuf Köse, KADIN ve KOMÜNİZM, El yayınları

20097

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar