Pazartesi Mayıs 20, 2024

Suriye, PYD ve Marksist Tutum – 2 – Yetiş Çakıroğlu

Başlarken şunu belirtmekte fayda var: Bu yazı, bir ulusal hareket eleştirisi değildir; aslında kendini marksist olarak tanımlayanlara yöneliktir.

Rojava’da son yıllarda yaşanan gelişmeler, Türkiye Devrimci Hareketi’ni (TDH) derinden etkiliyor. Ulusal Hareket’in dinamik mücadelesinin tesiri altında kalan TDH, sıklıkla, Ulusal Hareket’in bugünkü politikalarının kayıtsız şartsız destekçisi olarak karşımıza çıkıyor. Hatta bazı kesimler daha da ileri giderek, “Günümüzde ulusal sorun artık Stalin’in ortaya koyduğu tezlerle açıklanamaz” iddiasında bulunuyor. Biz ise “dogmatik” denilmesini de göze alarak meseleye ustaların yaklaşımıyla bakmaya çalışacağız.

Ortadoğu’daki savaşın niteliği, karmaşık ilişkiler ağı ve emperyalistlerin sürekli değişkenlik gösteren taktiksel hareket tarzları, esasta da Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) emperyalistlerle ilişkilenmesi, marksistlerin Suriye’ye berrak bir perspektifle bakmasını engelleyebiliyor. Bu engelin temelini de marksistlerin emperyalizme ve enternasyonalizme yaklaşımlarındaki yanlış tutum oluşturuyor.

Peki savaşın niteliğini kim belirler?

Hangi sınıf yürütüyor?

Suriye’deki savaşın niteliğini anlamak için Lenin yoldaşın tanımlamasına dikkat çekmek gerekiyor: “Savaşın niteliği, saldıranın kim olduğuna ya da düşmanın kimin ülkesinde konuşlanmış olduğuna göre belirlenmez; savaşın niteliği, savaşı hangi sınıfın yürüttüğüne ve bu savaşın hangi siyasetin devamı olduğuna bağlıdır.” (Proleter Devrim ve Dönek Kautsky)

Ortadoğu’ya baktığımızda ABD, Rusya, Fransa gibi emperyalistlerin Suriye’de egemenlik savaşı verdiğini, İran ve Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerin ise kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’deki savaşa dahil olduklarını görüyoruz. YPG ise kendi ulusal burjuva çıkarları için bu dalaştan “doğal olarak” faydalanmaktadır. Fakat bu “faydalanma”, YPG’nin antiemperyalistliğini sorgulanır duruma getirmiştir. Özellikle IŞİD’in Kobanê’yi kuşatması esnasında emperyalistlerin askeri desteğiyle başlayan, Mınbiç ve Rakka operasyonlarıyla devam eden ilişkiler, YPG’nin antiemperyalist karakterini silikleştirmiştir.

Neden ‘doğal olarak’?

Yukarıdaki “doğal olarak” vurgumuz ile kastımız, hem ulusal burjuvazinin kendi pazarına hakim olma arzusuna hem de Ortadoğu’da Ulusal Hareket’i etkileyebilecek güçlü bir komünist hareketin olmayışına dikkat çekmektir. Bu koşullarda Ulusal Hareket’in emperyalistlerle ilişkilenmesine şaşırmamak gerekir. Fakat Marksist yayınlarda bunun eleştirisinin esamesine bile rastlanmaması, marksistlerin ciddi bir problemidir. (Burada bir ayrıştırma yapmak gerekiyor: KUH’un Türkiye’deki devrimci pratiğiyle Suriye’de emperyalistlerle girdiği gerici ilişki aynılaştırılmamalıdır. Bu, ulusal burjuvazinin iki farklı ülkeye yansıyan tipik ikili karakteridir.) Oysa marksistler, elbette gerçekliğe uygun olarak, bir taraftan YPG’nin emperyalizmin güdümünde hareket etmesini eleştirmeli, diğer taraftan ise onu antiemperyalist bir çizgiye çekmek için çaba sarf etmelidir. Antiemperyalist çizgiye çekme çabası ise hariçten gazel okuyarak değil, bizzat alanda bulunan marksistler tarafindan bu çizgiyi pratikte sergileyerek gerçekleştirilebilir. Sınıf bilinçli proletarya bu antiemperyalist çizgide sebat etmeli ve bunu kitlesiyle de paylaşmalıdır. Bunun yanı sıra YPG’nin sunduğu olanaklardan da Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’ndaki Demokratik Halk Devrimi için faydalanılmalıdır.

Enternasyonalizme yaklaşım

Marksistlerin enternasyonalizmden ne anladığını Lenin yoldaş, tartışmaya mahal vermeyecek biçimde ortaya koymuştur. Ne diyor Lenin yoldaş, kısaca göz atalım: “Yalnızca bir ve tek gerçek enternasyonalizm vardır: o da insanın kendi öz ülkesinde devrimci hareket ve devrimci savaşımın gelişmesi için özveri ile çalışmasına; istisnasız tüm ülkelerde bu aynı savaşımı, bu aynı çizgiyi ve yalnızca onu (propaganda, yakınlık, maddî bir yardım aracıyla) desteklemesine dayanır.” (Nisan Tezleri)

Enternasyonalizmi böyle kavramadığımızda enternasyonalistlik adına yanlış pratiklere, anlayışlara düşebiliriz. Marksistler, hiçbir burjuva düşüncenin tesiri altında kalmadan net ve kararlı olurlarsa, taktik adımlarını başta kendi kitleleri olmak üzere kamuoyuna berraklıkla açıklarlarsa, başarılı olabilirler. Özellikle IŞİD’in Kobanê’ye saldırıları sırasında marksistlerin güçleri oranında Kobanê’ye destek olmasında bir yanlışlık yoktur; fakat özellikle Kobanê gibi süreçlerde -içeride- faşist Türk devletine vurulacak darbeler, daha etkili olan ve enternasyonalizmi güçlendirecek pratiklerdir. Meseleye böyle yaklaşılmazsa pratikteki yansıma, “Kürt milliyetçiliğine yedeklenme” haline gelir.

Stalin’e kulak verelim

Marksistler, Rojava’daki ulusal mücadelenin demokratik muhtevasını kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekler; bunun propagandasını geniş halk kitlelerine yapar. Fakat Stalin yoldaşın dikkat çektiği “ulusal mücadelenin esasta burjuva sınıflar arasındaki bir mücadele olduğu” gerçeğini kaçırmadan hareket etmek, bir zorunluluktur. Meseleye dair son söz, Stalin yoldaşındır:

“Şimdiye dek söylenenlerden yükselen kapitalizm koşullarında ulusal mücadelenin burjuva sınıflar arasında bir mücadele olduğu açıklık kazanmaktadır. Bazen burjuvazi, proletaryayı ulusal harekete geçirmeyi başarır ve bu durumda ulusal mücadele dışarıdan bakıldığında ‘tüm halkın’ mücadelesiymiş gibi görünür; fakat yalnız dışarıdan bakıldığında. Özünde ise daime esas olarak burjuvazinin yararına ve onun rıza gösterdiği bir burjuva mücadelesi olarak kalır.” (Marksizm ve Ulusal Sorun) BİTTİ

 http://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/suriye-pyd-ve-marksist-tutum-yetis-cakiroglu 

45890

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar