Cuma Mayıs 17, 2024

"Sürgün" sürgün verecek mi? Ganime Gülmez

“Teori gridir dostlarım, ama hayat ağacı yeşildir”-Goethe-

Kaldığım şehirde Eritreliler çok. Çoğuda, “henüz” iyi Almanca konuşamıyorlar. 40’lı yaşları geçkin neredeyse bütün kadınlar, Yaşlı Bakım Evleri’nde çalışıyorlar. Koloni olma aşamasını daha hala atlatamamış bir ülkeden geldikleri için, İngilizce biliyorlar. Hristiyanlar. Geldikleri ilk günden itibaren bu ülke vatandaşlarıyla kiliselere giriyorlar.

Kaldığım şehirde, Kenya’dan dünyanın öbür ucuna “siyah” insanlar çok. Koloni olma aşamasını daha atlatamamış ülkelerden geldikleri için, Fransızca biliyorlar. Onlar da hristiyanlar. İlk günden aynı kapılardan din kardeşleriyle giriyorlar!

Kaldığım şehirde, “Rusya”nın dörtbir yanından gelen çok. Çoğu ülkesinde belli bir eğitim almış olmalarına rağmen (sürülmüş Alman kökenli Ruslar dışında) tek tük kelime Almanca konuşuyorlar. Kendilerini İngilizce, Almanca’dan çok daha iyi ifade edebiliyorlar. Rus okulları var. Devlet tarafından destekleniyor. Çocuklara Rusça, Rus Edebiyatı öğretiliyor. Yine din kardeşleriyle daha ilk günden aynı kapıdan giriyorlar.

Yani “egemen diller”den birine ve “egemen din”e sahip başlıyorlar hayata.
Kaldığım şehirde Türkiyeliler’de çok! Yabancılar Polisi ve Belediye kapısı dışında, Almanlar’la gerçekten bir mekanı paylaşabilmeleri için kaç fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Çoğunun bir ayağı kapitalizmin çarklarında parça parça öğütülürken, diğer ayaklarını camilere ya da Alevi Dernekleri’ne atarak; kültürlerini korumaya, birey olma ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Tıpkı bütün şehirlerde-Avrupa ülkelerindeki Türkiyeliler gibi!!!!

“Sürgün” çözümlemesini yaparken; ‘değişim’ olgusunu yeterince hesaba katmamışız-katmıyormuşuz gibi geliyor bana. Değişim, evrensel ve süreğen bir olgudur. Değişimin böyle oluşu, doğanın ve tarihin diyalektiğinin gereğidir! Bu diyalektiği iyi çözümleyemezsek, çözümlemelerimize, suçlayıcılık, inkarcılık, kendimizi-tarihimizi yadsıma…..yani; doğanın ve tarihin diyalektiğine aykırı ne varsa onu gerçekleştirme eylemi girer.

Her sağlıklı teorinin doğum aşaması, yani direk realiteyle buluştuğu-ona yol gösterdiği aşamalar vardır. Bu doğum aşamasına kadar; herşeyi bildiğimizi varsayarsak, baştan yeniğizdir. Çünkü daha baştan bilgi toplamayı elden bırakmışızdır. Hayatın yeşil ağacından vazgeçmişizdir.
Bizim coğrafyanın en temel özelliklerindendir; başkalarına radikal olmak, kendini gerekçeler altına saklamak. Bu tehlikeye karşı hep uyanık olmaya çalışıyorum. Bu yüzden, bizlerin-kendi yazdıklarımızdan çok, bulunduğumuz ülkelerin “sosyal araştırmacıları”nın bizi kobay gibi inceleyip yazdıklarına inat; bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum. 30’lu yaşlara kadar yaşadığım toprakları bile sağlıklı çözümlemekte zorlandığım bu asırda; sonradan geldiğim bir ülkeyi ve orada yaşayan toprağımın insanlarını çözümleme hakkını kendimde bulmuyorum henüz. Hele ki bırakalım “sürgünlük” kavramını; yabancılık kavramının günden güne alnımıza damgalandığı, “teröristlik” kavramının kağıtlarımıza rahatça vurulduğu şu günlerde….;

“…Örneğin uzun süre uyumsuzsunuz dediler. Oysa trafikte böyle bir sorun yoktu. Bizim için bilmediğimiz Ali Cengiz otoyollarda otomobil sürmek de zordur; ama becerdik. İş yerlerinde uyum sorunu da kısa sürede bitti. Verimimiz iyiydi. Sosyal güvenlik konusunda hala büyük yalan söyleniyor; örneğin yılda sekiz milyar ödenti verip beş milyar sosyal yardım alıyoruz. Ama ne yapsak kendimizi beğendiremiyoruz.

Okullarda çocuklarımızın eğitimini uzun yıllar yeterince ciddiye almadılar. Gerçi birtakım önlemler ortaya kondu; ama bunlar ucun kıyı önlemlerdi…Meslek okullarında bizim gençlerden oluşan sınıflarda başıboşluk, gevşeklik alıp başını gidiyordu. …Bu yüzden eğitilemez sanısı uyandıran topluluklar çoğaldı….

Yıllar üçer beşer geçerken, artık Almanya’nın açığı kapandı, yeniden eski gücünü kazandı, hem de neşesini buldu….ne işi vardı kültürü, hem de dini ayrı Türkiyeliler’in Almanya’da?
Kapitalist ülkelerde anaparanın örgütleyip öne sürdüğü hükümetler başka türlü devinebilir mi? Gerektiği kadar ırkçılık, gerektiği kadar yabancı düşmanlığı yayıp ortama egemen olmak hiç de zor değildi.
Geri dönüşü özendiren önlemler çoğaltıldı…Aradan yıllar geçmiş, çocuklar buraya kaynamış, erkekler yürekten, mideden hasta olmuş, iş kazasında sakatlanmış, kadınlar türlü baskılardan sinir hastası olmuş; bu durumlarda nasıl döner?”-Fakir Baykurt, Duisburg 1993-
“Sürgün” dediğimiz insanlar-bizler de; böyle bir mozaiğe ve böyle bir muamele görmüş topluma giriyoruz-eklemleniyoruz. Hem de; 40-50’li yaşlara dayanıp burada büyümüş olanların, eski kuşaklarla Ruhi Su’dan “Almanya acı vatan, adama hiç gülmeyi\ Nedendir bilemedim, bazıları gelmeyi\ Üçü kız iki oğlan kime bırakıp gittin?\ Böyle güzel yuvayı ateşe yakıp gittin…” söyledikleri parçalarla ağlayışlarını bilmeden! Sadece “bizim” umutlarımızı-acılarımızı bildiklerini düşünerek! Hem de; Gettolar’ı kırmış, kaç üniversite bitirmiş Türkiyeliler’in, sırf girdikleri Alman “sol” partilere, bu Gettolar’a oy toplamak için girmekten vazgeçemediklerini bilmeden! Sadece, toprağından gelen insanlara yüzünü dönmemeyi başarabildiğini düşünerek!
Daha neler yazılabilir, kaç tür sahne aktarılabilir böylesine tarihsel döngülere ve içinden geçtiğimiz sürece dair…..

“Tekel” döneminin, bizi acımasızca “tek”leştirdiği, yabancılaştırdığı dönemlerden geçiyoruz. Avrupa’nın göbeğinde özellikle korunmuş, dağılmasının yolu bir türlü açılmamış-açılmayacak olan, kapalı kalması daha da beslenen “Gettolar”ın içinde, tutuculaşmanın boyutu daha da acı olmuştur-olacaktır; bu bilimsel bir gerçek!

Bu gerçeğin içerisinde, Sürgünler Meclisi’nin; bu gerçekliği küçümseyen-yargılayan bir düşünsel başlangıca girmemesini umudediyorum. Bu gerçeklik içerisinde; “biz iyi biliriz”den çok, “neleri öğrenmeliyiz?”in hayat ağacına gözümüzü açabilmemizi diliyorum. Ha; bu gerçeklik içerisinde, toplumsal gerçekliğimizden-bireylerden çok, kendi gerçekliğimize daha sağlıklı vuruşlar yapabileceğimiz pratik adımlarımızı umudediyorum.

Çünkü teorinin griliğini aydınlatacak, güzel-elele-umut veren pratiklere; her zamankinden, ama her zamankinden daha çok ihtiyaç var. İnsanın metaya dönüştürüldüğü, insansızlaşan toplumda, insan kalmaya ve bu ışığı saçmaya her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyacımız-ihtiyaç var! Sürgünlerin sürgün vermesine her zamankinden kat kat daha fazla ihtiyaç var!
Umutla-sevgiyle-dirençle kalalım!

89830

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

Sayfalar