Çarşamba Mayıs 1, 2024

Sol Gösterip Sağ Vurma Ve Şekere Bulanmış “Çözüm”(!)

Son haftalarda TC devletini yönetenler birbirinden ilginç açıklamaları yapar oldular. Bakanlar Kurulu Başkanı Ahmet Davutoğlu rüyalarında Hegel ve Gazali ile hasbıhal ettiğini ileriye sürerken; Tayyip Erdoğan’da din dersleriyle ilgili AİHM'in kararını yorumlarken, "Mademki fizik dersi, matematik dersi zorunlu olarak okutuluyor, niye din dersi de zorunlu olarak okutulmasın” diye sormakta ve "Din dersi okutulursa toplumda terörizm, ırkçılık, şiddet, antisemitizm, uyuşturucu bağımlılığı da olmaz" fetvasını vermektedir.

T. Erdoğan'ın bunların hepsini gerçekleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta daha da fazlasını! Nitekim kendisi, “Dini bütün biri olarak”, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında açığa çıktığı üzere, yüklü bir miktar parayı istiflemiş durumda yakalanmış ve sıfırlayabilmek için bayağı mesai harcamıştır. Erdoğan'ın bu veciz sözlerini hangi uyuşturucunun etkisinde yaptığını bilmemekle birlikte, bu sözleri söyleyen birinin kesinlikle bir uyuşturucu kullandığını ileriye sürebiliriz! Bugün TC'yi yöneten kadrolara yön veren anlayış, kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik her türlü faşist devlet terörünü mubah gören, “Afedersiniz Rum, Ermeni” diyerek açıkça ırkçılık yapan, Yahudi düşmanlığını körükleyen ve açıkça kadınla erkeği eşit görmeyerek kadına şiddeti teşvik eden bir paradigmaya sahiptir! Faşist-feodal-gerici bir bilincin yön verdiği açıklamalar. Bu bilince sahip birinin ekstra bir uyuşturucuya ihtiyacı yoktur herhalde. İdealizmden daha iyi uyuşturucu olamaz herhalde!

TC'yi yönetenlerin son haftalarda gösterdikleri bu “üstün performans” bunlarla sınırlı değil elbette! Örneğin “Sözünün eri”, “Harbi Kasımpaşa delikanlısı” Erdoğan ABD'ye giderken kendisine (IŞ)İD'le ilgili sorulan soruya verdiği yanıtta bilinen açıklamalarını tekrarlarken; dönüşte ise (IŞ)İD'i “terör örgütü” ilan ediyor ve sadece hava saldırılarının yetmeyeceği, karadan da askeri harekât yapılması gerektiği ve ayrıca “güvenli bölge” olarak tanımladıkları ama gerçekte Suriye topraklarının işgal edilmesini öneren açıklamalar yapabiliyor! Bu türden keskin U dönüşlerinin gerek Erdoğan ve gerekse de TC tarihi açısından bolca örnekleri olduğu biliniyor!

Bu türden açıklamalar TC faşizminin ve onun sözcüsü konumundaki Erdoğan'ın kullandığı uyuşturucunun etkisiyle halk düşmanı yönünün ürünü olmakla birlikte aynı zamanda TC devletinin yarı-sömürge niteliğini de teyit eder durumdadır. Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği ABD'de, (IŞ)İD'le mücadele konusunda “ikna edilmiş”tir! Ama Türk hâkim sınıfları her zamanki gibi postu pahalıya satmak istemekte, hizmetlerinin karşılığı olarak efendilerinden daha fazla şey talep etmektedirler! Erdoğan ve hempalarının derdi (IŞ)İD değildir. Erdoğan boşuna “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da, PKK gibi bir terör örgütü ortadayken niye ayaklanmıyorsun? Orada niye sesin çıkmıyor, ona karşı niye bir ortak mücadele verelim demiyorsun” uyuşturucunun etkisinde gülünç duruma düşüp bütün dünyaya “ayar vermeye” çalışmıyor!

Aynı kökten beslenen, aynı uyuşturucuyu kullananların birbirine düşman olması beklenebilir mi? (IŞ)İD yaratan ve her türlü desteği verenlerin, ona karşı mücadele içinde yer alma sözü ancak ve ancak sözde olabilir. Türk hâkim sınıflarının ve somutta AKP'de temsil edilen kliğin derdi (IŞ)İD değil, Rojava'dır! Onların derdi S. Kürdistanı'nda Kürt ulusunun ilan ettiği demokratik özerkliğin çökertilmesi ve bölgede Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyet ve mezheplerin kazanmış oldukları mevziinin geriletilmesidir.

Aslında TC devletini yöneten kadroların son dönem dış politika bağlamında açıklamaları dikkate alındığında, bir kafa karışıklığı, bir arada kalma hali var gibi görünse de gerçekte pratikte attıkları adımlardan oldukça net bir siyasete sahip oldukları görülür: Tarihsel Kürt düşmanlığı! Bu politikada tek sorunları (tabi başta Kürtler olmak üzere bölge halkının direnişi dışında) emperyalistleri “çözüm projelerine” ikna etmektir. Bu konuda öylesine cüretlidirler ki, Yalçın Akdoğan gibi karikatür kişilikler doğrudan T. Kürdistanı Ulusal Hareketi'ne “senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun?” diye seslenebilmektedir.

TC devletinin bölgeye yönelik hesaplarının oldukça net olduğu, asıl hedeflerinin (IŞ)İD'le mücadele olmadığı, tam aksine S. Kürdistanı'nda elde edilen kazanımlar olduğu, 2 Ekim'de Meclis’e sunulan tezkerenin içeriğinden de net olarak anlaşılmaktadır. Mecliste tezkerenin kabul edilip edilmemesi önemli değildir. Önemli olan TC'nin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle “çözüm süreci” adı altında bir politika yürütürken, aynı paradigmayla hareket eden S. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik düşmanca tutumun devam ettirilmesi iradesinin ortaya konulmuş olmasıdır. Pratikte zaten bir dönem Hizbullah katillerinin T. Kürdistanı'nda kullanılması gibi, Suriye ve hatta Irak Kürdistanı'nda da başta (IŞ)İD olmak üzere her türlü İslamcı çetenin kullanılması söz konusudur. Başta Esad diktatörlüğüne yönelik olarak ihale edilen selefi katiller sürüsü, S. Kürdistanı'nda ortaya çıkan boşluktan yararlanarak kendi sistemlerini kuran, S. Kürdistanı Kürt ulusuna ve bölgede yaşayan ezilen milliyet ve mezheplere yöneltilmiştir. Sürecin en başından itibaren bu katiller sürüsünün Rojava'ya saldırmasının ardında, TC devletinin yönlendirmesi yatmaktadır.

Ama planlar her zaman tutmuyor. Bu işgalci faşist katil sürülerine karşı topraklarını can bedeli savunanlar, emperyalistlerin ve bölge gericilerinin hesaplarını bozuyor. Direniş bayrağı yükseltiliyor. Buna karşı yeni politikalar devreye giriyor. Emperyalistler kendi yarattıkları canavarı ıslah etmek için harekete geçiyor. TC faşizmi ise bu durumda iki arada bir derede kalma görüntüsü verse bile, kendini pahalıya pazarlayarak, ne koparırsam kardır hesabı yaparak, S. Kürdistanı'nı işgal planları yapıyor.

TC faşizmi ihale ettiği İslamcı katiller sürüsünün yapamadığı işi meclisten tezkere çıkartarak yapmayı hedefliyor. İktidarın sözcüsü kalemleri tezkere öncesi Bakanlar Kurulu'na asker tarafından verilen brifingde “koalisyon ülkeleri 'Güvenli Bölgeler' kurulmasına destek vermezse Türkiye, tek yanlı olarak kendi güvenliğini gerekçe göstererek Suriye içinde 'Güvenli Bölge' ilan etmeli” denildiğini yazmaktadır. (A. Kadir Selvi, 1 Ekim, Y. Şafak) Hatırlanırsa bir dönem TC devleti tarafından, Irak Kürdistanı'na yönelik bazı “kırmızı çizgiler” ilan edilmişti. 2012 yılında ise T. Erdoğan S. Kürdistanı'na yönelik olarak “Suriye’nin kuzeyinde oldubittiye izin vermeyiz” diye açıklama yapmıştı. Görülmektedir ki TC'nin S. Kürdistanı'na yönelik politikası değişmemiştir. 2 Ekim tezkeresinde ifade edilenler ve pratik olarak gerçekleştirilenler, TC devletinin (IŞ)İD'le mücadele adı altında, “sol gösterip sağ vurma” politikasıdır. Tezkeredeki tali hedefin (IŞ)İD, esas hedefin PKK-PYD olmasının başka izahı var mıdır?

Açıktır ki TC devletinin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle yürüttüğü söylenen “çözüm süreci” tıpkı Başkan Mao'nun ifadelerinde olduğu gibi “şekere bulanmış zehirli mermi” halini almıştır. En azından “çözüm süreci” denilen süreçten, Kürt Ulusal Hareketinin hedeflediği ve beklentisiyle, TC devletinin hedeflediği ve beklentisinin birbirinden ayrı ve son derece farklı şeyler olduğu açığa çıkmış durumdadır. TC'nin “çözüm”den anladığını, S. Kürtlerine yaklaşımından çıkartmak mümkündür. TC hala “en iyi Kürt ölüdür, olmazsa Barzani gibisi tercih edilir!” çizgisindedir. Öyle ya sınırları dışında bir demokratik özerklik deneyimine bile tahammül edemeyen TC, kendi ilhak ettiği T. Kürdistanı topraklarında bu politikanın hayata geçmesine yol vereceğini sanmak fazla saflık olur. Bu haliyle Çözüm sürecinin şekere bulanmış mermi halini aldığı TC tarafından kendi güçlerini tahkim etmek (askeri amaçlı baraj-yol ve karakol ve kalekol yapımının yanında bölgede sivil örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi) yanında S. Kürdistanı'na da taşeronları aracılığıyla müdahale etmesinden ve en sonu tezkereye yön veren siyasi iradeyle açığa çıkmış durumdadır. Kürt hareketinin bunu görmediğini sanmak saflık olur. Ne var ki her ağacın kurdu kendi içindedir. Bu gerçeğin İmralı’dan görülüp görülmediği ise ayrı bir tartışma konusudur ve hareketin önderlik sorununa (kapanına) işaret etmektedir.

Yaşadığımız coğrafya, (Başkan Mao'dan ilhamla) emperyalistler ve yerli uşaklarına karşı devrimin fırtına merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Emperyalistler ve TC'nin uygulamaya koyduğu politikalar çelişkileri çözmeyecek, daha da arttıracaktır. Türkiye halkı açısından bir yandan dolardaki yükselme sürer, doğalgaza ve elektriğe zam yapılırken; bir ekonomik krizin işaretleri ortaya çıkmışken; diğer yandan S. Kürdistanı'na yönelik olası bir müdahaleye karşı durmak ve mücadeleyi yükseltmek olmazsa olmazdır. 


77989

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar