Çarşamba Mayıs 29, 2024

Siyaset ve Taktik Üzerine Kısa Bir değerlendirme

"Siyaset ve taktik partinin canıdır. “Türkiye ve Kürdistan devrimini iyi kavramak için siyaset nedir? Taktik nedir? Bunların doğru kavranması gerekiyor.  Legal, yarı legal faaliyet yürüten partilerde,  gerekse illegal faaliyet yürüten partilerde, özellikle de Komünist partilerinde mevcut emperyalist sisteme ve ona bağımlı sömürge -yarı sömürge ülkelerdeki faşist diktatörlüklere karşı yürütülen sınıf savaşında izlenmesi gerekli siyaset ve taktik zafer ve yenilgide belirleyici rol oynamaktadır.

Hiçbir şey tek düze değildir olamaz da.  Tek düze bir siyaset ve taktik gerçek anlamıyla siyaset yapmamaktır. Ve ona uygun taktikler üretmemektir. Adına siyaset dense de çokça taktik üretmekten bahis edilse de aslında kitaba ve kitabi alıntılara göre belirlemeler yapılmaktadır. Bu da ya dogmatizme veya sübjektivizme yol açmaktadır. Ki, biri basmakalıpçı diğeri ise inkârcılığı beraberinde getirmektedir. Her iki yaklaşımda somut şartların somut tahlilinden uzaktır. Birbirinin zıddına her an dönüşebilirler. Deyim yerinde ise 'düşman kardeşler'dir. Ne zaman ki kafalarında yarattıkları gündem tutmazsa, kendi yarattıkları gündemin dışına çıkarak kendini ve de tüm geçmişlerini bir çırpıda kolayca inkâr -reddederler. Başlarlar; 'yeni, yepyeni tahliller yaratmaya ',günahlar çıkarmaya. Olurlar pespaye inkârcı. Ve yeniden kendi kafalarında yarattıkları 'muazzam yeni tahlillerle' piyasaya sunuş yaparlar. ‘Yeni tahlillerinin 'reklamını da 'kendilerini aşma' olarak emekçi halklarımıza sunarlar. Hâlbuki 'yeni 'denilen o 'muazzam tahliller '  geçmişte birçok dostlarımız tarafından  'yeni tezler, tahliller ' olarak bizlerin önüne yüzlerce sayfalık yazılarla sunulmuştu. Lakin yaşadığımız coğrafyada bu eskimiş tahliller tutmadı iflas etti. Deyim yerindeyse 'neler geldi neler geçti 'şu kırk küsur yıllık siyasi yaşantımızdan. Hiç birisi tutmadı ya siyaset sahnesinde silinip gittiler veya kendi egolarını tatmin eden, objektif tahlillerden tamamen yoksun birkaç unsur olarak varlık gösteriyorlar.

 İnkârcılığa düşmeden, toptan retçilik histerisine kapılmadan, ‘her şey benimle veya bizimle başladı' safsata yapmadan olguları ve gerçeği doğru görmek, objektif, ön yargısız tahlillerde bulunmak Marksist -Maoist bakış açısının ana mihenk taşıdır. Geçmişle günümüz arasında çok ciddi farklılıklar ve değişiklikler var. Bu inkâr edilemez bir gerçekliktir. Ancak yasalcıların, yarı- yasalcıların, reformist -revizyonistlerin sistemin koltuk değnekliğini yapan ,'kapitalist sistemde burjuva demokrasi mücadelesini yeterli gören ‘düzen devrimciliği ile aramıza kesin  -belirgin net tavır koymalıyız. Her türlü mücadele biçimine evet ama faşist diktatörlüğe ve emperyalist sistemin kırıntılarına hapsederek düzenlerine adapte olmaya hayır. Demokratik halk devrimini, sosyalizmi ve komünizmi kurma ve her alanda kurma savaşına emperyalist sistem yıkılıncaya kadar ısrarla evet demeliyiz. İlkelerden tavizsiz, politik ve de taktik belirlemelerde engin, güncele anında müdahalede etmede belirleyici olmalı. Gündem seni belirlerse sınıfa önderlik, yol göstericilik yapamaz, sen belirleyici olamazsın.  Ama seni belirleyenler olur ki, adın ne olursa olsun, sınıf mücadelesinin arkasında kalakalırsın. Hâlbuki komünistler şartları -koşulları ve içinde bulunulan sosyal toplumsal ve siyasal ve ekonomik durumu en iyi tespit etmek ona uygun gündemi belirlemekle yükümlüdürler. Bu gerçek bizlerin olmazsa olmazıdır.

Dünyada sınıfların konumu, Ülkemizde sınıfların konumu yeniden ele alınmalı, doğru tahlil edilmelidir. Hiçbir şey eskisi gibi değil ve de olamaz da... Marksistler somut şartların somut tahlilini öncelikle doğru tahlil etmek zorundadır. Tamda burada siyaset yapmak ve ona uygun taktikler üretmek Marksistlerin -Maoistlerin can alıcı sorunudur. Eğer ki; Marksist -Maoistler somut şartların somut tahlilini doğru tahlil eder politikasını ona uygun belirlerlerse sorunun yüzde ellisini çözmüş demektir. Geriye kalan pratik örgütlenmenin içinde bulunduğu koşullara uygun şartlarda örgütlenmesi ki, bu örgütlenmeyi isimlendirmek yetmez, aynı zamanda pratiğe yani deyim yerindeyse eyleme geçilmelidir, geçirilmesidir. Unutulmamalı ki,'Doğru fikirler pratikten çıkar, tekrar pratikten denenir' Toplumsal mücadelede esas çözümü pratik mücadelede aramalıyız. Her şey kitaplarda belirlenmez, doğru fikirlerde kitaplarda belirlenemez. Genel doğrularla içinde bulunulan şart ve koşullar birçok farklılıklar taşır. Kitapta okunanlar basmakalıp ele alınamaz,  somut şart ve koşullara uyarlanarak pratikte uygulamaya konur, doğruluğu ve yanlışlığı pratik mücadelede ortaya çıkar.

 Ülkemizde ve genelde Marksistlerin-Maoistlerin çokça kaybettiği ana nokta söylemleriyle eylemlerinin uyum içerisinde olmamasıdır. Teoriyle -Pratiğin uyum içerisinde olmamasıdır. Bazen, yalnızca pratik 'askeri bakış açısı’ ile yola çıkılmakta, önünü göremeyen 'kör tavuk 'misali dört bir yana yumruk sallamakta sorunun özü gözden kaçırılmaktadır. Bu sağa tepki sonucu ortaya çıkan basmakalıpçı bir anlayışın tezahürüdür. Daha basit ifade edersek, sağa tepkiden doğan dogmatizmdir. Sol sapma ve eyleme tapmacılık çok zaman geri kesimlerde etkili olmaktadır. Pratik eylemlerde yol gösterici kılavuz dogmatizm olunca kaçınılmaz yenilgiler de kendiliğinde gelmektedir. 'Sol sekterizm 'yerini bu başarısızlık sonucu tam zıddı olan sağcılığa bırakmaktadır. Biz bu gerçeği kendi deneyimlerimizden defalarca yaşadık. Hâlâ da yaşanmakta... Sol sekterizmde, sağ pasifizmde özde aynı ideolojik gıdadan beslenmekte yeri ve zamanı geldiğinde kendi zıtlarına dönüşmektedirler. Her daim biri silaha tapmayı, diğeri ise işin teorik lafzını etmeyi esas almaktadır.

   Sağcılık ise ideolojik gıdasını burjuvaziden almaktadır. Özcesi Kitaba ve kitabi bilgilere tapınır. Karşısındakini küçümser, her şeyi bildiği imasını her zaman öne çıkarır. Teorinin -bilginin belirleyici olduğunu söyler ve de pratiği küçümserler. Bu tür anlayışlar işin yalnızca 'teorik ‘yönüyle ilgilenirler. Ve' ne kadar çok kitap okuduklarını, ne çok teorik yazılar yazdıklarını yal göstericilik yaptıklarıyla ' övünüp durmaktadırlar. Kırk küsur yıl işin teorisiyle ilgilendik. Hatta pratikle birleştirmeye çalıştık ama olmadı gerçeklik kazanamadı' derler. Sağcılığın anası aslında dogmatizmdir. Birçok arkadaşımız sanır ki dogmatizm sol sapmadır hayır hiçte öyle değil bilakis dogmatizm solculuk adına ortaya çıkan ve teoriyle pratiği asla uyumlu ele alıp birleştirmeyen, pratik deneyden özellikle kaçınan sağcılıktır. Dogmatizm bir burjuva görüşüdür. Olayları ve gelişmeleri şabloncu ele alır. Somut şartların somut tahlilini yapmaz, basmakalıp yazıları esas alır. Yere -mekâna göre pratik faaliyet sürdürmez aksine kendi kafasında ki kitabi ezberi ısrarla gerçekmiş gibi öne sürer. Objektif davranmaz, dar düşünerek dünyayı kuyudan göründüğü kadar göstermeye çalışır. Kendini gerçeğe göre değil gerçeği kendine göre belirlerler. Sonuç ise hüsran ve inançsızlıkla son bulur. Marksizm’i ret ve reformize etmeye kadar işi vardırır. Hatta silahlı mücadelenin artık gereksizliğinden dem vurmaya başlarlar. Olurlar dünyanın en hümanisti. Bu yetmezmiş gibi artık illegal faaliyetlerin gereksizliğinden bahsede dururlar. Her zeminde yasalcılıktan, yasal çalışmaya vurgu yaparlar. Sanki illegal faaliyet artık gereksizmiş gibi... Ülkemizde yaşanan faşizmden, faşizmin sürekliliğinden hiç mi hiç haberleri yokmuşçasına konuşur ve derin tahliller yaparlar.

 Elimizdeki programatik teoriyi pratikte deneyip, eksikliklerimizi tespit edip yeniden pratik deneye sokacağımız yerde, biz 'yeni yeni teorik kılavuzlar aramaya eylemsizliklerimize de kılıf uydurmaya çalıştık. Oysaki teorik tespitlerimizi gerçek manada hayata uygulasaydık, doğruluğunu ve de yanlışlığını görebilseydik o zaman kimselere sözüm olmayacaktı.

    Marks derki; Teori, ancak onun ihtiyaçlarına cevap verdiği ölçüde halk arasında bir gerçek haline gelecektir. ‘Peki, biz temel teorik tezlerimizin hangisine pratik faaliyetlerimizde cevaplar verebildik. Şimdi birçok arkadaşım, yoldaşım çıkıp itirazda bulunacak ve 'biz temel teorik tezlerimizi pratik denedik, lakin hayat bulamadı, yanlış tespitlerdi ve de sübjektifti'. 'O nedenle pratik uygulamada hayat bulamadı. Değiştirmek zorunda kaldık. Ne yapalım biz uygulamaya soktuk ama yanlış olduğundan dolayı halkımız tarafından ret edildi. Ve bizde yeni arayışlar, araştırmalar neticesinde yeni tahlil ve tespitler yaptık. Daha objektif tahlillerde bulunduk.'

    Hâlbuki bu söylemler gerçeği yansıtmıyor. Marksizm-Maoizm ne yalnızca teoriye ne de yalnızca pratik dar deneyciliğe dayanır aksine Teorinin de maddi bir varlık olduğunu kabul eder. Teori veya düşünce gökten zembille inmez, sınıf savaşının doruklarında şekillenir pratik deneyimler, mücadeleler sonucu doğruluğunu kanıtlar. Teori pratik deneylerden geçerek tekrardan maddi olgu halini alır. Pratikten teoriye yeniden bir yol izler. Bu her stratejik ve taktik dönemlerde yeni bir niteleme ve tespit olarak karşımıza çıkar. Burada bizlere düşen asıl görev somut şartların somut tahlilini yaparak yaptığımız teorik tahlilleri maddi deneyden geçirmek ve doğruluğunun veya yanlışlığının pratikte ispat etmektir. Eğer ki yapılan teorik tahliller pratik mücadelede başarısızlığa uğramamıza yol açıyorsa, sınıf mücadelemizde bizi geliştirip güçlendirmiyorsa; demek oluyor ki, yapılan teorik tahliller yanlış. Siyaset ve taktik sınıf mücadelesinde belirleyici özellik taşımaktadır. Yanlışta ısrar etme yerine, yapılan yanlışları objektif gözle görmek, neden yanlışlara ve başarısızlıklara uğradığımızı ana hatlarıyla belirlemek gerekir. Bu gelecekte de daha büyük ilerlemeler ve atılımlar yaratmak, sınıf mücadelesini bir üst aşamaya sıçratma yolu olmalıdır. Yazdıklarım şu anlama gelmemeli; Marksist -Maoistler hiçbir şey yapamıyorlar anlamı çıkarılmamalı ben şu gerçeği dile getirmekteyim. İçinde bulunduğumuz durum yetersiz ve sınıf savaşımında yaratıcı, üretici ve belirleyici olamıyor. Proje ve planlarını gelecek üzerine oluşturmuyor. Yetmez, edilgen ve yetersiz kalınıyor. Eğer ki eleştirel yaklaşımlar doğru yapılırsa ve eleştiri yapıcı olursa, ancak bu bizleri geliştirip güçlendirebilir. Doğru eleştiriler bizi daha da ileri mevzilere taşıyacaktır. Her şeye evetçi olmak, memur misali görevimi yaparım mantığı doğru değildir ve sınıfa zarar vermesi kaçınılmazdır.  HASAN AKSU

DEVAM EDECEK...

94927

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Sayfalar