Pazar Mayıs 19, 2024

Sınırsız, mülksüz, ulussuz bir yaşam: Nubar Ozanyan

Gazeteden gördüm seni güneşe uğurlayışımızın haberini...  Aliboğazı şehitlerimizin yokluğunu derin bir şekilde yaşarken seninde aramızdan bedenen ayrılışının acısı eklendi.

Kısa bir haberdi; “Filistin'den Rojava'ya bir Ermeni” başlığıyla verilmişti. Başlığın kendisi ve yanındaki resim ilk andan çok farklı, özgün bir komünistin yanıbaşımızdan ayrıldığını anlatmaya yetiyordu.

“Her ölüm erkendir.” Bu gerçekliği ne çok yaşadık ve daha ne çok yaşayacağız. Sıcak savaşın yaşandığı yerlerden ölümsüzleşme haberlerinin gelebileceğini biliriz de... İşte belki de insanın kendini hazırlayamadığı tek şeydir ölüm! Hep hazırlıksız yakalanırız bu gerçeğe! Hep erken gelir, zamansız olur geride kalanlar için...

Haberlerini okudum hızlı hızlı ve yanındaki küçük resme baktım bir daha. Hafifçe boynunu sola eğmiş olduğun siyah beyaz resme... Sonradan öğrendim ki, fotoğraf çekilmeyi sevmezmişsin, o zaman anladım yüzündeki ifadeyi. Arkandaki dağlara baktım uzun uzun, sırtını yasladığın dağlara...

Haberde, Partimizin Ortadoğu Komitesi'nin açıklaması vardı. Filistin, Karabağ, Hayastan ve Rojava'da savaştığın yazıyordu. Ortadoğu bölgesinde, ezilen tüm halkların, ulusların yanında söz'le değil eylemle yer almışsın. Partimizin bütün açılımlarında  hiç tereddütsüz en önde yer almışsın. Genç bir Ermeni arkadaş “bu kişilik gerçek mi diye araştırdım” demiş. Gerçekten de yaşamını bütünlüklü olarak öğrenince sadece tüm savaş bölgelerinde bulunman değil tüm yaşam tarzının sisteme karşı güçlü bir reddin, isyanın örneği olduğunu anladım.

Devrimci olmayı, savaşçı olmayı sadece silahı elimize almak veya saflarda bulunmak ama tüm küçük burjuva alışkanlıklarımızı korumaya revam etmek olarak görenlerimizin sayısı az mı? Hatta bu tarz o kadar yaygınlaşmış ki, normal kabul edilmeye başlanmış durumda. Oysa ki devrimcileşmek, sistemin bütün dayatmalarına güçlü bir itiraz olmalıdır. Bu itiraz sınırsızlaşmayı, mülksüzleşmeyi, ulussuzlaşmayı, kolektifleşmeyi kapsamadıkça hep eksik kalır, hep geri çeker. Sistem yaşamın alışkanlıklarında kendine yer buldukça ondan kopuşup ileri atılmak (hiç tereddütsüz) ailem, işim, evim demeden savaşın gerektirdiği yerlerde yer almak mümkün müdür? Mümkün değildir! Gemileri tereddütsüz, geride hiçbir şey kalmayacak biçimde yakmak gerekmektedir.

Sevgili Nubar yoldaşım, kendimizi sorgulamada, ölçülerimizi değerlendirmede sen artık yeni rehberimizsin. Devrim için yapılması gerekenler hiç tereddütsüz yapılmalıdır. Burada en ufak bir hesaba kitaba girilmez. Geride bıraktıklarımız, “bedel” değil olması gerekendir. Bu sistemin anlayışıyla oluşturulmuş, her birimizi kendi dar dünyamıza çekmek görevini gören süslü zincirlerdir. Bunu tüm yaşamınla, bir daha hatırlattın bize!

Saatsizliğinden bahsetmiş bir yoldaş! Yaşamımızın saniyelere kadar bölünmesi, her anımızın bu sisteme, hiç fire vermeden hizmete koşulmasının somutlaşmış hali saatler. Latin Amerika'yı anlatan bir yazıda okumuştum. Orada bu simgeyi red, halen önemli ölçüde devam ediyormuş. “Şu saatte ve dakikada görüşmek, işe başlamak” mümkün değilmiş. Randevular geniş zamanlara alınırmış.  Hatta devlet, kamu dairelerinde aksayan işlerden dolayı kanun çıkartıp duruyormuş. Patronlar bu “tembellikten” şikayetçiymiş. Kapitalizmle değişen zaman algısını reddetmeden, onun yarattığı kişilik nasıl değişecek? Zamanı, sürekli “meta üretme”, “artı-değer çıkarma” üzerinden mili saniyelere dahi bölüyor “modern zamanlar”. Oysa sen herkesin anlattığı devrimci üretkenliği gönüllülükle, zamanı “sınırsızca” yaşamakla sağlamışsın. Vücudunu, yaşamını sistemin değil doğanın ve mücadelenin saatine ayarlamışsın!

Demek ki mesele, gemileri sadece maddi olarak yakmak değilmiş. Duygu da düşünce de yaşamın her anında onun sınırlayıcılığı, bireyleştirici, kalıplaştırıcı yanlarının tümünü o yangının içine atabilmekmiş. Che Guevera ile hemen hepimizin devrimcileşmeden önce bile tanışmışızdır. Arjantin'den Küba'ya, Afrika'ya Bolivya'ya uzanan yaşamı bütün ezilen halklarla atan yüreği,coşkunluğu nasıl da etkilemiştir bizi! Sen bizim Che Guevera'mız oldun yoldaş! Onun diktiği isyan ve sistemi red bayrağını, daha yükseklerdeki tepelere çıkararak bize özgür bir dünya düşünü bırakarak gittin...

Partimizin Kaypakkaya yoldaştan öğrendiği tüm ezilenlerin yanında sözle değil eylemle oluşunun somutlaşmış adı oldun sen! Bundan uzaklaşılan her ana bir cevap oldun! Son yaşanan krizimizde Dersim'e giderek çeşitli olanakları sonuna kadar zorlayarak partinin daha üst boyutta birliği için sonuna kadar uğraştın.

Sana söz sevgili yoldaş, tüm yaşamınla izlediğin gibi ezilenlerin mücadelesinde tereddütsüzce yer alarak kapitalizmin bütün zincirlerini, dayatmalarını kişiliğimizde yok ederek, kararlılıkla mücadelemize daha fazla sarılacağız.

Sana söz sevgili yoldaşım, partimiz yaşadığı krizi sınıf mücadelesinde yeni olanaklar, yeni savaş siperleri yaratarak ve kavganın öncü gücü olarak aşacak! Zaferimizi sen ve bütün ölümsüzleşenlerimizle birlikte kazanacağız.

And olsun ki, özgür dünya düşlerini gerçek kılacağız...

(Bir Partizan)  

41373

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar