Cumartesi Mayıs 18, 2024

Şehrin yara izleri

Gece 12 saat. Yani 24:00! 2 Temmuza birkaç gün var! Şehrin merkezindeki kilisenin önünde yaklaşık 50 kişiyiz. Ne olacağına, nasıl bir yolculuğa çıkacağımıza ilişkin sadece kaba bir bilgimiz var!

Bir hemşire konuşuyor, yüzünde duman izleri; “bombalanmanın ne olduğunu bilmeyen, tasavvur bile edemez. Yanmanın ne demek olduğunu görmeyen, bunu hayalinde bile canlandıramaz….

Yaralar kapanır, ama izleri kalır. Gelin bu gece vakti, beraber şehrin yara izlerini canlı canlı yaşayalım. Bilince çıkaralım nerelerde yaşadığımızı-yürüdüğümüzü” diyor ve acı bir tebessümle, hepimize meydan okuyarak susuyor.

Arkasından upuzun boylu bir Amerikan askeri, elinde silahla; “yürüyün, buradan” diye bağırıveriyor gecenin karanlığında, tüylerimiz diken diken oluyor, yürüyoruz arkasından.

Gencecik bir kadın, bir caddenin ortasında, yangınlar içerisinde. Çocuklarına sesleniyor çılgınca! Hiçkimse yok ortalıkta! Kocasına sesleniyor çığlık çığlığa, hiçkimse yok ortalıkta! Dansediyor, kocasının yanmaktan kurtulan şapkasıyla! “Vatan için savaşırken şehit düştü…”  satırlarını okuyor bir mektuptan! “Vatan mı? Kimin vatanı, hangi vatan?” diye gecenin karanlığını delerek; eline geçen “üzülme, dönemesemde hep sizi seveceğim. Sevgimiz hep yaşayacak” yazılı hatıra olarak sakladığı mektupları da yakıp, geçmişinden firar ediyor, caddeyi koşarak terkediyor.

Amerikan askeri, silahıyla bizi tehdit ederek; “Bu tarafa, gelin!!!” diye bağırıyor. Yürüyoruz tıpış tıpış. Küllerin kokusu üzerimize, burnumuza sinmiş! Genç kadının çaresiz çığlıkları ve evinin bombalanmış enkazı bir adım gerimizde kalarak yürüyoruz!

Bir binanın önünde duruyoruz. Yüzlerce Yahudi burada ateşe verilmiş. Cesetlerin külleri içinde arta kalan bacaklar-kollar, askerlerin ayaklarıyla tepile tepile yürünmüş. Birkaç ev sağlam kalmış bombalamalar arasında. Onlar da cesetlerden “arta kalanları”, gizli gizli bahçelerine gömmeyi deneselerde, nafile!!! Hemşire burada kaç kişiyi deliler gibi kan kaybından kurtarmaya çalıştığını anlatmaya başlıyor. Görev yaptığı hastahanelerden, çocuklarını gönderdiği Anaokulu’na kadar; heryer yerle bir edilmiş.

Amerikan askerinin sesi ve silahı bizi yine sürüklüyor. Yoldan geçen insanlar bize bakıyorlar. Evlerin ışıkları kapatılıyor; binalar dipdibe, duman girmesin diye pencereler hiç açılmıyor! Perdelerin aralanışını, izlenişimizi farkedebiliyoruz ancak. Bir polis aracı Amerikan askerini durduruyor. Çil yavrusu gibi, askerin dönmesini bekliyoruz, bizi hangi caddeye sürecek diye! Tarihin akışına tamamen teslim etmişiz kendimizi!

Tam Şehir Tiyatrosu’nun karşısında bulunan Kongre Salonu’nda, liselilerin okul bitirme baloları var bu ara; Cuma ve Cumartesileri! Balo yapılan binanın bahçesindede, katledilen Yahudiler adına dikilen Anıt! Asker bizi Anıt’ın karşı tarafına hizalıyor! Yine bir genç kadın, ellerinde ateşlerle dansediyor önümüzde. Biraz dansettikten sonra, başındaki bereyi-eldivenleri çıkarıp, daha içli-dışlı oluyor ateşle. Çantamdaki suya elimi atıyorum, sımsıkı tutuyorum. Kız yanacak!!! “Ben kendim ateşim! Yandınız mı hiç? Burada yanan binaların tazminatı, yakınları yanarak ölen ailelerden resmi olarak talep edildi. Karşınızdaki tiyatro için 50.000 Mark ödeneceği, şehir cayır cayır yanarken; kodamanların gazetelerde çıkan manşet haberleriydi!” deyiveriyor; bir alevin dansında sesi ve anlattıkları! İliklerimize kadar yakıyor bizi! Balo kıyafeti giymiş gençler-aileleri şokta! Gece 01:00! Ne oluyor burada?

Amerikan askerinin sesi, yine tüylerimizi ürpertiyor. Bu kadar koyun gibi yürümek fazla! Silahını tutuveriyorum saliselik bir zaman kısalığında. Hemen bırakıyorum ama! Bize nereye gideceğimizi göstermesi lazım!

McDonalds’ın önüne gidiyoruz, enkaz bir caddeyi daha arkamızda bırakarak. Hava iyi. Gece olmasına rağmen, herkes dışarıda biryerlerde oturmayı tercih etmiş. Kan revan içerisinde bir kadın!!! Eti delik deşik edilerek, karnına haç işareti yontulmuş; tecavüz edilmiş. Sağır-dilsiz bir genç-gezgin Yahudi kadın, onu hemen yıkıyor, temiz elbiseler giydiriyor, yiyecek birşeyler bırakıyor ve alanı terkediyor. İkisinin gözlerinde de, bu dünyada yapayalnız olmadıklarını, yoldaşlarının yaşadığını bilmenin ışıltıları!

Amerikan askeri bizi, şehrin “İstiklal Caddesi”ne sürüyor. Buralarda da her şehirde, bir Taksim-İstiklal Caddesi var! Bir genç kız yine cadde ortasında! Pakistan’dan mülteci olarak gelmiş. Çantasındaki ülkesinden getirdiği toprağa, yine ülkesinden getirdiği çiçekleri ekiyor. “Anneeee” diye bağırıveriyor. Heryer inliyor! Hepimize, korkunç yaratıklarmış gibi korkuyla bakıyor! Caddenin ortasında kalıyor toprak ve çiçek!! Ve devam ediyoruz yürümeye! Şimdiye kadar gördüğümüz bütün kadınlar, yanmış, yaralı,….ateş olan kadınlar; beklenmedik sokaklarda, gecenin 2’sinde, dikilmiş bir vaziyette karşımıza çıkıyorlar. Bisikletle geçen gençler, partilerden dönen sarhoşlar…herkesin gözü faltaşı gibi açılıyor!! Yaralı tip tip kadınlar, köşeleri işgal etmişler!!

Amerikan askeri en son bizi bu şehrin, Giessen’in; 2.Dünya Savaşı öncesi halinin minyatürleriyle, hatıra kalan eşyalarıyla dolu olan “Oberhessisches Museum-Leib’sches Haus”un önüne sürüyor. Bir Filistinli bağırıyor içeriden, bildiriler atıyor müze penceresinden bize, sonra dışarıya-yanımıza geliveriyor; “bu şehre geldiğimde, yok olmuştum sanki. Konuşulanları anlamıyordum, çalışmam yasaktı, ikinci sınıf insan olmuştum birdenbire! Ne için savaştım, niye buradayım, sadece hayatta kalmak mı önemli??? Cevapsız sorular!!! Yahudiler’in katledildiği bir ülke burası, şimdi İsrail’de Yahudiler kendilerinden olmayanları katlediyorlar. Şimdi bu ülke silah ticareti yapıyor; bu silahlardan kaçanlar bu ülkeye sığınıyorlar. 2. Dünya Savaşı bitti. Bitti mi??? Gösterin bittiğini?? 70 YIL GEÇTİ ARADAN, NE DEĞİŞTİ, SÖYLEYİN BANA NE OLUR, NE DEĞİŞTİ!” diyerek, acı acı haykırıyor gecenin sessizliğine karşı!!

Amerikan askeri büyük bir bağırtıyla bizi müzeye alıyor. Yine yaralı, yanmış,…ateş olmuş kadınlar, müzede-tarihteki yerlerini almışlar. Ve karnı haç işaretiyle parçalanan-ölümden dönen, matbaada çalışmaya başlayan kadın; savaşı-duygularını, rulo biçiminde, bize dağıtılmak üzere mektuplar haline getirmek için harıl harıl çalışıyor. Tam gece 02:30’da ateşli-dumanlı-yaralı-cesetli bu yolculuğumuz müzenin içerisinde bitiyor!

  1. gün de, ertesi günün Pazar olmasının avantajıyla, bu sefer daha kalabalık bir grupla, şehirde aynı yolculuğu yapıp müzeye girdiğimizde; mektupların hepsi matbaada bitirilmiş oluyor. Ve bize dağıtılıyor!

Tam 2 Temmuz’a birkaç gün kala, 2 gece üstüste gerçekleştirilen bu Sokak Tiyatro’su gerçekten de;  şehrin sokaklarını, tarihle ısıtıyor! Bu kadar sıcak bir 2 Temmuz Anması’nın duygu birliğini yaşamamıştım bu ülkede, insanlarla “ateş-duman” çeke çeke!Su, ateş, rüzgar, yağmur…; yani doğa! Doğa, sanatın her dalında bir parça! “Şehrin Yara İzleri” Oyunu’nda, ana öge “YANMA” hep. Dumanlar, alevler, bombalamalar ardından cayır cayır yerle-bir olan hayatlar!! Gecenin bir vaktinde ve olayların gerçekleştiği sokaklarda; herkes iliklerine kadar KATLİAMLARI hissediyor.

Savaş yıllarında daha çocuk olan bir ahbapla hep gözgöze gelip, gözlerimizin yaşlarıyla konuşuyoruz her adımda. “Ağlamak, duygulanmak güçsüzlük göstergesi”. Be hey! Kim demiş? Neredeyse hiç duramadı gözyaşlarımız, gözyaşlarımızla konuştuk hep: “siz Türkiyeliler! Katliamın kaç çeşidini bildiniz-yaşadınız, daha kaç çeşidi gerçekleşmekte, Kobane!” diye fısıldayıveriyor, yaşının yorgunluğu üzerinde daha fazla konuşmasına izin vermiyor. Müzenin önündeki duvara çöküp; Filistinli’nin “ne değişti? Savaş bitti mi?” sorularına “hiçbirşey, asla-hayır, maalesef” diye bağırarak, ciğeri yana yana cevap veren tek canlı tanık oluşunu daha fazla saklayamayarak!!!

72123

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

Sayfalar