Pazar Mayıs 19, 2024

Şehrin yara izleri

Gece 12 saat. Yani 24:00! 2 Temmuza birkaç gün var! Şehrin merkezindeki kilisenin önünde yaklaşık 50 kişiyiz. Ne olacağına, nasıl bir yolculuğa çıkacağımıza ilişkin sadece kaba bir bilgimiz var!

Bir hemşire konuşuyor, yüzünde duman izleri; “bombalanmanın ne olduğunu bilmeyen, tasavvur bile edemez. Yanmanın ne demek olduğunu görmeyen, bunu hayalinde bile canlandıramaz….

Yaralar kapanır, ama izleri kalır. Gelin bu gece vakti, beraber şehrin yara izlerini canlı canlı yaşayalım. Bilince çıkaralım nerelerde yaşadığımızı-yürüdüğümüzü” diyor ve acı bir tebessümle, hepimize meydan okuyarak susuyor.

Arkasından upuzun boylu bir Amerikan askeri, elinde silahla; “yürüyün, buradan” diye bağırıveriyor gecenin karanlığında, tüylerimiz diken diken oluyor, yürüyoruz arkasından.

Gencecik bir kadın, bir caddenin ortasında, yangınlar içerisinde. Çocuklarına sesleniyor çılgınca! Hiçkimse yok ortalıkta! Kocasına sesleniyor çığlık çığlığa, hiçkimse yok ortalıkta! Dansediyor, kocasının yanmaktan kurtulan şapkasıyla! “Vatan için savaşırken şehit düştü…”  satırlarını okuyor bir mektuptan! “Vatan mı? Kimin vatanı, hangi vatan?” diye gecenin karanlığını delerek; eline geçen “üzülme, dönemesemde hep sizi seveceğim. Sevgimiz hep yaşayacak” yazılı hatıra olarak sakladığı mektupları da yakıp, geçmişinden firar ediyor, caddeyi koşarak terkediyor.

Amerikan askeri, silahıyla bizi tehdit ederek; “Bu tarafa, gelin!!!” diye bağırıyor. Yürüyoruz tıpış tıpış. Küllerin kokusu üzerimize, burnumuza sinmiş! Genç kadının çaresiz çığlıkları ve evinin bombalanmış enkazı bir adım gerimizde kalarak yürüyoruz!

Bir binanın önünde duruyoruz. Yüzlerce Yahudi burada ateşe verilmiş. Cesetlerin külleri içinde arta kalan bacaklar-kollar, askerlerin ayaklarıyla tepile tepile yürünmüş. Birkaç ev sağlam kalmış bombalamalar arasında. Onlar da cesetlerden “arta kalanları”, gizli gizli bahçelerine gömmeyi deneselerde, nafile!!! Hemşire burada kaç kişiyi deliler gibi kan kaybından kurtarmaya çalıştığını anlatmaya başlıyor. Görev yaptığı hastahanelerden, çocuklarını gönderdiği Anaokulu’na kadar; heryer yerle bir edilmiş.

Amerikan askerinin sesi ve silahı bizi yine sürüklüyor. Yoldan geçen insanlar bize bakıyorlar. Evlerin ışıkları kapatılıyor; binalar dipdibe, duman girmesin diye pencereler hiç açılmıyor! Perdelerin aralanışını, izlenişimizi farkedebiliyoruz ancak. Bir polis aracı Amerikan askerini durduruyor. Çil yavrusu gibi, askerin dönmesini bekliyoruz, bizi hangi caddeye sürecek diye! Tarihin akışına tamamen teslim etmişiz kendimizi!

Tam Şehir Tiyatrosu’nun karşısında bulunan Kongre Salonu’nda, liselilerin okul bitirme baloları var bu ara; Cuma ve Cumartesileri! Balo yapılan binanın bahçesindede, katledilen Yahudiler adına dikilen Anıt! Asker bizi Anıt’ın karşı tarafına hizalıyor! Yine bir genç kadın, ellerinde ateşlerle dansediyor önümüzde. Biraz dansettikten sonra, başındaki bereyi-eldivenleri çıkarıp, daha içli-dışlı oluyor ateşle. Çantamdaki suya elimi atıyorum, sımsıkı tutuyorum. Kız yanacak!!! “Ben kendim ateşim! Yandınız mı hiç? Burada yanan binaların tazminatı, yakınları yanarak ölen ailelerden resmi olarak talep edildi. Karşınızdaki tiyatro için 50.000 Mark ödeneceği, şehir cayır cayır yanarken; kodamanların gazetelerde çıkan manşet haberleriydi!” deyiveriyor; bir alevin dansında sesi ve anlattıkları! İliklerimize kadar yakıyor bizi! Balo kıyafeti giymiş gençler-aileleri şokta! Gece 01:00! Ne oluyor burada?

Amerikan askerinin sesi, yine tüylerimizi ürpertiyor. Bu kadar koyun gibi yürümek fazla! Silahını tutuveriyorum saliselik bir zaman kısalığında. Hemen bırakıyorum ama! Bize nereye gideceğimizi göstermesi lazım!

McDonalds’ın önüne gidiyoruz, enkaz bir caddeyi daha arkamızda bırakarak. Hava iyi. Gece olmasına rağmen, herkes dışarıda biryerlerde oturmayı tercih etmiş. Kan revan içerisinde bir kadın!!! Eti delik deşik edilerek, karnına haç işareti yontulmuş; tecavüz edilmiş. Sağır-dilsiz bir genç-gezgin Yahudi kadın, onu hemen yıkıyor, temiz elbiseler giydiriyor, yiyecek birşeyler bırakıyor ve alanı terkediyor. İkisinin gözlerinde de, bu dünyada yapayalnız olmadıklarını, yoldaşlarının yaşadığını bilmenin ışıltıları!

Amerikan askeri bizi, şehrin “İstiklal Caddesi”ne sürüyor. Buralarda da her şehirde, bir Taksim-İstiklal Caddesi var! Bir genç kız yine cadde ortasında! Pakistan’dan mülteci olarak gelmiş. Çantasındaki ülkesinden getirdiği toprağa, yine ülkesinden getirdiği çiçekleri ekiyor. “Anneeee” diye bağırıveriyor. Heryer inliyor! Hepimize, korkunç yaratıklarmış gibi korkuyla bakıyor! Caddenin ortasında kalıyor toprak ve çiçek!! Ve devam ediyoruz yürümeye! Şimdiye kadar gördüğümüz bütün kadınlar, yanmış, yaralı,….ateş olan kadınlar; beklenmedik sokaklarda, gecenin 2’sinde, dikilmiş bir vaziyette karşımıza çıkıyorlar. Bisikletle geçen gençler, partilerden dönen sarhoşlar…herkesin gözü faltaşı gibi açılıyor!! Yaralı tip tip kadınlar, köşeleri işgal etmişler!!

Amerikan askeri en son bizi bu şehrin, Giessen’in; 2.Dünya Savaşı öncesi halinin minyatürleriyle, hatıra kalan eşyalarıyla dolu olan “Oberhessisches Museum-Leib’sches Haus”un önüne sürüyor. Bir Filistinli bağırıyor içeriden, bildiriler atıyor müze penceresinden bize, sonra dışarıya-yanımıza geliveriyor; “bu şehre geldiğimde, yok olmuştum sanki. Konuşulanları anlamıyordum, çalışmam yasaktı, ikinci sınıf insan olmuştum birdenbire! Ne için savaştım, niye buradayım, sadece hayatta kalmak mı önemli??? Cevapsız sorular!!! Yahudiler’in katledildiği bir ülke burası, şimdi İsrail’de Yahudiler kendilerinden olmayanları katlediyorlar. Şimdi bu ülke silah ticareti yapıyor; bu silahlardan kaçanlar bu ülkeye sığınıyorlar. 2. Dünya Savaşı bitti. Bitti mi??? Gösterin bittiğini?? 70 YIL GEÇTİ ARADAN, NE DEĞİŞTİ, SÖYLEYİN BANA NE OLUR, NE DEĞİŞTİ!” diyerek, acı acı haykırıyor gecenin sessizliğine karşı!!

Amerikan askeri büyük bir bağırtıyla bizi müzeye alıyor. Yine yaralı, yanmış,…ateş olmuş kadınlar, müzede-tarihteki yerlerini almışlar. Ve karnı haç işaretiyle parçalanan-ölümden dönen, matbaada çalışmaya başlayan kadın; savaşı-duygularını, rulo biçiminde, bize dağıtılmak üzere mektuplar haline getirmek için harıl harıl çalışıyor. Tam gece 02:30’da ateşli-dumanlı-yaralı-cesetli bu yolculuğumuz müzenin içerisinde bitiyor!

  1. gün de, ertesi günün Pazar olmasının avantajıyla, bu sefer daha kalabalık bir grupla, şehirde aynı yolculuğu yapıp müzeye girdiğimizde; mektupların hepsi matbaada bitirilmiş oluyor. Ve bize dağıtılıyor!

Tam 2 Temmuz’a birkaç gün kala, 2 gece üstüste gerçekleştirilen bu Sokak Tiyatro’su gerçekten de;  şehrin sokaklarını, tarihle ısıtıyor! Bu kadar sıcak bir 2 Temmuz Anması’nın duygu birliğini yaşamamıştım bu ülkede, insanlarla “ateş-duman” çeke çeke!Su, ateş, rüzgar, yağmur…; yani doğa! Doğa, sanatın her dalında bir parça! “Şehrin Yara İzleri” Oyunu’nda, ana öge “YANMA” hep. Dumanlar, alevler, bombalamalar ardından cayır cayır yerle-bir olan hayatlar!! Gecenin bir vaktinde ve olayların gerçekleştiği sokaklarda; herkes iliklerine kadar KATLİAMLARI hissediyor.

Savaş yıllarında daha çocuk olan bir ahbapla hep gözgöze gelip, gözlerimizin yaşlarıyla konuşuyoruz her adımda. “Ağlamak, duygulanmak güçsüzlük göstergesi”. Be hey! Kim demiş? Neredeyse hiç duramadı gözyaşlarımız, gözyaşlarımızla konuştuk hep: “siz Türkiyeliler! Katliamın kaç çeşidini bildiniz-yaşadınız, daha kaç çeşidi gerçekleşmekte, Kobane!” diye fısıldayıveriyor, yaşının yorgunluğu üzerinde daha fazla konuşmasına izin vermiyor. Müzenin önündeki duvara çöküp; Filistinli’nin “ne değişti? Savaş bitti mi?” sorularına “hiçbirşey, asla-hayır, maalesef” diye bağırarak, ciğeri yana yana cevap veren tek canlı tanık oluşunu daha fazla saklayamayarak!!!

72124

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar