Cumartesi Mayıs 4, 2024

Resimler-Ressamlar-ve

“Kapalıyken,resim yapar gözlerim.”[1]

Plastik sanatların bir dalıdır…

Cisimler dünyasının, düşünceler dünyasındaki iz düşümüdür.

Taş devrinde ortaya çıkan ve yeni teknikler kazanarak ilerlemesini sürdüren sanat akımıdır; düşünce ve duyguların imgelerle anlatılmasıdır.

Tutku, dil, aşk, boya, koku, heyecan ve daha birçok sözcüğe bürünebilen biçimlerin, renklerim, dokuların, ritmin ve müziğin armonisidir.

Simonides’in, “Resim sessiz şiirdir, şiir ise konuşan resim,” diye tarif ettiği renkler, biçimler dünyasıdır.

Resim bir şiirdir; duygu ve düşünceleri, hâlet-i ruhiyeyi renklerle çizgilerle anlatma biçimidir; hayattır; buram buram yaşam kokar; aşktır, aşık olmaktır; fark etmektir iyiyi, güzeli, gerçeği.

Hayal gücünün kağıt, tuval veya herhangi bir zeminde somutlaştırılmasıdır.

Renkler ve çizgilerle doğayı ve insanı anlatan büyülü bir dildir.

Hayalleri gösteren/ gösterebilen aynadır.

“Görül(e)meyen şeyleri”, görülür kılar.

İnsan(lık)a, körlüğü(müzü) gösterirler.

İlhan Berk’in dediği gibi, “Resim, içinde yaşanılan cehennemden kurtulmayı sağlayabilecek bir duygu dışavurumu biçimidir.”

Aklın gördüklerini göz için canlandırmaktır.

Resim sanatı insanlık kadar eski bir tarihe dayanıyor. Mağaralarda gördüğümüz çizimler ve yontmalar sanatın çıkış noktası.

Mağara duvarlarından Meksika duvar resmi geleneğinin kurucuları Diego Rivera, José Clemente Orozco ve David Alfaro Siqueiros’un yapıtlarına…

“Dönemin güncel siyasetinin ve tarihin bir araya getirilip günün ve geleceğin yaşamına ve sanatına yön vermesi, yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizginin sanatçının aklı, ruhu ve elleriyle yoğrulup dokunulabilir bir ‘topluma mal olmuş sanatsal ürüne’ dönüşmesi ve toplumun sesini oluşturmasının dünya sanat tarihinde çok örneği vardır, ama belki de Meksika sanatındaki etkileri kadar güçlü bir biçimde gözlemlenmesi mümkün olmayabilir. Yoksa Rivera’nın, Orozco’nun, Siqueiros’un eserlerindeki o renk çılgınlığı, o güçlü karakter ve çizgi başka nasıl açıklanabilir?”[2]

Evet, insana insan(lık)ı şekille anlatma sanatıdır.

Yedinci sanat için nasıl sinema diyorsak resme de birinci sanat diyebiliriz. Belki sözden önce vardı…

Bakış açılarının farklılıklarını ortaya çıkarandır…

Kolay mı? “Kültürün en büyük aracı resimdir, müzik değil. Resimde coşku bile düşünceye bağımlıdır, oysa müzik coşkuyu serpiştirir, dağıtır,” dedirtmiştir André Gide’e…

Şimdi burada birisi sorabilir: “İyi de, neden (ve nasıl) resim” diye…

Bu konuda Erol Akyavaş, “Neden mi resim? Onsuz olamayacağı için, zorunlu, kaçınılmaz olduğu için… Hani organik bir zorunluluk olduğu için. Sindirim sistemi ya da ‘sistem’den çıkartmak gibi. Yemek yemek, yemeği sindirmek ya da kusmak gibi… Resme mahkûmum, mecburum… Var olduğumu anlamak için…

Ben resmi, resim beni yapıyor; belli bir işi, belli bir şekilde, belli bir zaman noktasında yaptığım için varım. Ve bu işi her gerçekleştirdiğimde, her fırça darbesinde, kendimi yeniden var ediyorum. Bazen iyi, bazen kötü, ama mutlaka yeniden kendi varoluşumu keşfediyorum. Öteki insanlara ulaşabilmek için kaçınılmaz bu… Başka bir deyişle ya resim, ya hiçlik, ölüm… Ben resimsiz, resim bensiz olamayacağı, fiziksel olarak kaçınılmaz olduğu için resim yapıyorum,” derken Naile Akıncı da ekler: “Tuvallerim mücadele sahamdır.”

Aynı konuda Mehmet Güreli’nin altını çizdikleri şunlardır:

“Ressam yolculuğu reddeden yolcu gibidir. Onu kimsenin beklemediğini bilir. Sadece merak uyandırmakla kalmaz yolcu olmanın eşyasını da yüreğinde taşır. Arabaları hazır etmek de böyle bir şeydir. Sanki bir yolcu olmaya hazırlanma, bir gösteri gibi yerleşir resmin içinde; bavulsuz, hareketsiz bir Samuel Beckett kahramanı gibidir.”

Ancak bu kadarla sınırlı değil; “Resim, doğa ananın en soylu çocuğudur ve ondan doğmuştur. Resim dilsiz bir şairdir. Resim öğrenmek, şekillerin söylediği türküyü yakalamayı öğrenmektir,” diyen Leonardo da Vinci de olduğu gibi, “geleceğe giden yolu da gösterir” resim.

“Nasıl” mı?

“The Guardian yazarlarından Jonathan Jones, Rönesans hümanizminin simge adlarından Leonardo da Vinci’nin resmettiği meleklerin bir özelliğini, meleklerinin ‘geleceğe giden yolu gösterdiğini’ vurguluyor yazısında. Bunu söylerken de, öncelikle Leonardo’nun henüz yirmilerindeyken, 1472-77 yılları arasında yaptığı ‘Meryem’e Müjde’ adlı tablodan; daha doğrusu, o tabloda resmettiği meleğin, Meryem Ana’ya İsa’nın doğacağını müjdeleyen Cebrail’in ‘kanatlarından’ yola çıkıyor. Jones’a göre, ‘geleceğe giden yolu’ meleğin kanatları gösteriyor:

‘Leonardo, hayal edilebilecek en şaşırtıcı canlılıktaki melek kanatlarını gençlik dönemi yapıtlarından ‘Meryem’e Müjde’de resmetmişti. Bu kanatlar kullanışlı görünüyor -belli ki, sanatçı, bir çift kanadın insan bedenine nasıl uyabileceği üstüne derinliğine düşünmüş. Genç Leonardo, bu resmi yaparken, Floransa’da uçan bir insanın betimini görebiliyordu- kentin çan kulesinde, efsanevi mucit Daidalos’un kanatlı bir ortaçağ oyması vardı. Daidalos büyü ile değil, bilim ile uçmuştu. Balmumundan kanatlar yapmış, ama oğlu İkaros güneşe çok yakın uçtuğu için kanatlar erimişti.’

Jones’un yorumuna bakılırsa, Leonardo, ‘Meryem’e Müjde’deki meleğin kanatlarında Daidalos’tan esinlenmişti. Gerçek kanatlar için yapılmış tasarımlardı bunlar. Leonardo, daha gençlik tablolarında, onu yaşamı boyunca büyüleyecek olan giz üstüne, bir uçma aygıtının nasıl yapılabileceği üstüne düşünmeye başlamıştı.”[3]

BİR FARKLILIK, FARKINDALIKTIR RESİM

İnsan(lık) tarihinde bir farklılık, farkındalıktır resim.

Mesela resmin yalnız, heykelin kolektif bir çalışma olduğunu vurgusuyla, “Benim resimlerimin ‘sihirli gerçekçilik’le bir ilgisi yok; kimse boşlukta yüzmüyor ya da sarı kelebeklerce kovalanmıyor. Olağandışı bir biçim, ama imkânsız değil,” diyen Kolombiyalı Fernando Botero’nun her şeyi şişmanlatarak yeniden üreten farklılık, farkındalıkla anlaması/ yansıtması gibi…

Benzer bir şeyi Salvador Dali’de de görmeniz mümkündür.

Katalan sanatçı Salvador Dali’nin yarım insanlarını, tablolarını hatırlar mısınız?

O, tablolarını çizerken yarım bırakırdı hep insanları, nesneleri. Diğer yarısını tamamlamamızı istercesine…

En “gizemli” resimlerinden “Belleğin Israrı”, ürkütücü bir manzara içinde güneşten eğrilip bükülmüş saatlerin betimlendiği 1931 tarihli yapıtında, “güneşte eriyen kamamber peynirinden esinlediğini” söyleyen Dali; özellikle 1930’ların sonlarına kadar bilinçaltı imgelemini irdeleyen yapıtlarıyla etkili olmuştu.

Gerçeküstücü sanatçılar arasında sayılan ve “Gerçeküstücülerle aramdaki tek fark, benim gerçeküstücü olmam!” sözü hiç unutulmayan Dali, 1928’de sanat eleştirmenleri Lluis Montanya ve Sebastia Gasch ile beraber, sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan Sanat Karşıtı Katalan Manifesto’yu yazarken; eserlerinde kübizm ve dadaizmin derin etkileri görüldü.

İfadeye gayret ettiğim farkındalık konusunda sarsıcı bir diğer örnek de Frida Kahlo’dur (1907-1954).

Kendini hayatını resmeden O; Meksika Komünist Partisi’nin bir üyesi olarak, ülkesinin insanlarının devrimci mücadelesini desteklemiştir.

Sanatçı, devrimci, duvar ressamı Diego Rivera (1886-1957) ile tutku dolu bir ilişki yaşamıştır.[4]

Bir otobüs kazası sonrasında, sürekli yaşadığı ağrılar nedeni ile sırtına destek olması için çelik korse giymek zorunda kalan Kahlo’nun yaşadığı olayların tümü, sanatçının çalışmalarının içine bir şekilde girmiştir. Hem de öyle ki, hiçbiri sanatçının resimlerine kendi dikkat çekici ve yalın fiziksel görüntüsüyle katılışları kadar ilgi çekici olmamıştı.

Resimlerinde, genellikle geleneksel ve şatafatlı kaftanlar içinde; etrafı gür ormanlarla, yaramaz maymunlarla ve hatta papağanlarla çevrili bir biçimde görünür. Kahlo’nun stili, Avrupa’daki sanat akımlarından, özellikle de sürrealizmden etkilenmiştir. Her ne kadar sürrealistler çalışmalarına temel olarak hayal dünyalarını almış olsalar da Kahlo, kendi hayatının acı dolu gerçekliğinde kök salmıştır.

“Kırık Sütun/ The Broken Column” (1944) başlıklı çalışmasında, sanatçının zarar görmüş omurgası, çatlak ve hasarlı bir şekilde ortaya çıkarılmış ve vücudu da iğnelerle bir arada tutturulmuş gibi yansıtılmıştır. Sanatçının diğer resimlerinde kalbi; büyük, vahşi ve kanlı detaylarla resmedilmiştir.

Sanatçının hayatta neler çektiğini anlamanın en iyi yolu, 1939 yılındaki “What The Water Gave Me/ Su Bana Ne Verdi” isimli çalışmasını incelemektir.

Eserleri sürrealizmin öncüleri tarafından sürrealist olarak tanımlansa da, kendisi bunu kabul etmeyi, “Benim bir sürrealist olduğumu düşündüler ama ben değilim, ben kendi gerçekliğimi resmettim,” der.

Bu konu sürrealizmin öncüleri ve sanat eleştirmenleri arasında çeşitli tartışmalara neden olmuştur. Eserlerindeki otomatizm, yabancılaşma, zaman ve uzama yaklaşımındaki “eşzamanlılık” gibi olgular incelendiğinde sürrealist olduğu görülür. Eserlerinin büyük bir bölümü oto-portrelerden oluşur. Oto-portrelerde kendi yaşamı, Meksika kültürü ve Aztek mitolojisine ait semboller kullanır. Yapıtları Meksika kültüründe önemli bir yere sahip olan karşıtlılıklar üzerine kurulmuştur. Bu açıdan yapıtları, gösterge bilim yöntemiyle resim analizi yapmaya yeni başlayanlar için çok iyi malzemelerdir.

47 yaşında iken, güncesine yazdığı son sözlerinde, “Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım,” diyen Onu hem yaşama bağlayan hem de insanlar dünyasının bir kıyısında gösteren resimlerinde ise anlattığı duygu tekti: Yalnızlık…

Özetle bambaşka açılardan bakmak, şaşırtmak, cinsel kimlik karmaşası, kendiyle savaşmak, çirkinliğiyle barışmak, aşk, renkler, psikanaliz, serserilik, cesaret, korkaklık, hedonizm, acılar, yüksek bir sanat ve aşırı derecede yüksek bir ego, işte Frida Kahlo buydu; böylesi bir farklılık, farkındalıktı…

Ve İspanya iç savaşında Franco’ya tepkisini bu dönemde yaptığı, yumruğunu hiddetle sıkmış bir Katalan ırgatın faşizme başkaldırısını gösteren “Aidez L’Espagne/ İspanya’ya Yardım Edin” başlıklı çalışmasıyla ölümsüzleştiren XX. yüzyıl sanatının en ilham verici isimlerinden Joan Miró…

1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayımlayan Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist” diye tanımladığı Joan Miró, canlı renklerin, kadınların, kuşların, güneşin ve yıldızların göksel bir mekâna serpiştirildiği çocuksu ve nükteli resimleriyle izleyiciye fantastik bir dünya sunar. 1893 yılında Barcelona’da doğan Joan Miró, eserlerine hâkim olan hayat dolu şiirsel, ince zekâ ürünü ve doğaçlama atmosferle ön plana çıkar.

Miró’nun ilk dönemlerinde Fovizm ve Kübizm etkisinde yaptığı Katalan manzaraları 1920’lerin başlarında sürrealizm etkisiyle ‘rüya resimlere’ doğru yönelir. 1930’larda ise İspanya’daki iç savaşa dönüşen siyaset nedeniyle Miró’nun Katalan kimliği ve yaşadığı çelişkiler bu dönemde ürettiği eserlerde baskın hâle gelir.

Şiddetin ve ruhsal ıstırabın baskın olduğu bu yıllarda eski düşsel ortamın yerini vahşet, eğilip bükülmüş, biçimi bozulmuş figürler ve siyah renkler alır. Bu ruh hâline rağmen materyallerin alışılmadık kombinasyonları üzerinde denemeler yapmayı sürdüren ve birbiriyle bağlantısı olmayan imajları şaşırtıcı biçimde yan yana getiren Miró, bu keşifler sonucunda resimlerinde sanata yaptığı en büyük katkılardan biri olan yeni bir işaret dili geliştirir.

“Resim mağara adamlarının çizimlerinden beri çöküş içerisindedir” diyen Miró, işaret ve sembollerden oluşan evrenini hep ilkel bir ressamın doğallığıyla oluşturur ve ulaşmaya çalıştığı bu ‘saflık’ onu çağdaşlarından ayıran en belirgin özelliği olur.

İZLEMEKTİR RESİM

Resimde izlenimcilik akımı XIX. yüzyılın ikinci yarısında ressamların stüdyo ortamını terk ederek ışığın, özellikle gün boyu değişen ışığın izinin sürüldüğü, ışığın ve görüntünün ressam üzerinde oluşturduğu etkilerin resmedildiği yeni sanat anlayışını ifade ediyor. İsim babası ise bir sanat eleştirmeni olan Louis Leroy’dur.

Claude Monet’nin Le Havre limanında gün doğumunu resmettiği ‘İzlenim: Gün Doğumu/ Impression: Soleil Levant’ isimli tablosuna gönderme yapan Louis Leroy, benzer resimler yapan dönemin ressamlarını biraz da aşağılamak amacıyla izlenimciler olarak tanımlıyor ve akım ismini Monet’nin bu tablosundan alıyor.

İzlenimcilik akımının Paris’te doğması ve başladığı dönem rastlantı değil. XIX. yüzyıl, buhar gücünün kullanımı, demirin işlenmesi ve makineleşme ile hız kazanan sanayi devriminin insanları değiştirip dönüştürdüğü, kırsal nüfusun sanayileşmenin doğurduğu iş gücü açığını karşılamak için kentlere aktığı, başta Paris olmak üzere kentlerin yıkılıp modern formlara göre yeniden inşa edildiği bir dönem. Gelişen sanayi toplumu ile birlikte insanların doğadan uzaklaşıp büyük fabrika ve işletmelere kapandığı modern Avrupa’nın simgesi hâline dönüşen Paris’te yaşayan ressamlar, bilinen form ve normların ötesine geçip bir tür sessiz protestoya başlarlar.

Stüdyoları terk edip doğaya geri dönüşü simgeleyen sessiz başkaldırının ortaya çıkması için Paris gereken ortamı ve şartları fazlasıyla sunmaktadır. Halk direnişinin simgesi Paris komünü yenilmiş, halk iktidarı sona ermiş, III. Napoleon ile imparatorluk geri dönmüştür. İzlenimci ressamlarla aynı dönemde orta Avrupa’da yaşamış olan Franz Kafka, sanayileşme ile ortaya çıkan “modern” yeni toplumun insanı doğasından ve kendinden uzaklaştırıp başka bir şeye, böceğe dönüştürebildiğini, bu durumun insana nasıl kabul ettirildiğini, devletin nasıl buharlaşabildiğini, korkular kaygılar üzerine nasıl ezici bir hukuk sistemi inşa edilebileceğini ifade eden eserler kaleme alırken, Parisli ressamlar sessiz başkaldırılarını resimlerine yansıttı.

Pissaro ile başlayan ve Manet, Degas, Cezanne, Monet, Renoir ve Caillebotte ile devam eden izlenimcilik akımı, modernleşme ve sanayileşme ile doğadan uzaklaştırılıp dayatılan form ve normlara tıkılan “modern” yaşam tarzına sessiz bir isyan olarak gün yüzüne çıkar. Ressamlar kapalı ortamlarda kurgusal olarak aydınlatılmış obje ve şahısları resmetmek yerine doğaya açılıp ışığın gün içinde değişimi ile birlikte meydana gelen hareketliliği ve etkilerini özgürce tuvallerine aktarma çabasına girerler. İzlenimcilik moderniteye sessiz bir başkaldırı olarak şekillenir.[5]

Monet’den Renoir’a, Degas’dan Pissaro’ya empresyonistler, günlük hayattan sahneleri, kısa anları, sıradan insanları resmettiler. Daha çok modern konuları kendi algıladıkları gibi anlatmayı seçtiler. Bu yüzden dış mekânlarda resim yaptılar.[6] Sahneler, demiryolları, bulvarlar, kafeler değişmez yerlerken; alt sınıflar ve köylüler en çok resmedilenler arasındaydı. Tiyatro, opera ve seyircileri de empresyonist sanatçılar için önemli temalardandı. Bunun en güzel örneklerinden biri Cassatt’ın 1880 yılında yaptığı ‘Operada Siyahlı Kadın’ resmidir. Cassatt’ın bu eserinde resim ve kompozisyon stili ile locadaki siyah elbiseli kadının salonun geri kalanıyla nasıl bir karşıtlık içinde olduğunu görürüz.

Burada ressam, halkın içine karışmış, özgürce gezinen zengin bir kadını gösterir. Resmin en dikkat çekici yönü ise kadının yüzüdür. Cassatt, operayı izleyen kadının inci küpeleri ve onun saydam eldivenleriyle statüsünü vurgulamış ve duruşu ile kendine olan güvenini ortaya koymuştur. Kadının elinin kıvrımını, karşısındaki adamın vücudunun kıvrımının karşılamasına dikkat etmek gerek. Bir başka ilginç nokta da, resimdekilerin gözlerinin görünmemesidir. Kadının ve adamın ellerindeki dürbünler onların gözlerini kaparken; diğerlerinin yüzleri zaten belli belirsiz resmedilmiştir ki, empresyonizm de budur, böyledir…

Ve empresyonizmin büyük ustası da Claude Monet’dir.

Max Seifert’in, “Tüm dünyası, tüm yaşamı resimdir. Yaşıtı Renoir gibi, resim sanatının dışında bir kültürü yok gibidir. Onu ilgilendiren tarih, felsefe, estetik, politika, günlük olaylar değil, ışık ve renktir.

Rengin ışık olduğunun, bu izlenimci ressamlar kuşağı tarafından keşfedildiğini söylediğimizde, bugün, hiç kimse inanamaz. Oysa, gerçek budur.

İzlenimcilerden önce, hiçbir ressamın hatta, o Rönesans’ın her şeyi bilen ve hiçbir şeyi bilmediğini de bilen, sanat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ustası Leonardo da Vinci’nin rengin ışık olduğunu bilmemesine bugün kimi inandırabiliriz?

Oysa, fiziğin bu yalın gerçeğinin, sanat alanında, ancak 1870’lerde farkına varılmıştı. Sanatta devrimler, işler böyle başlar: Bilinmeyeni bilinir kılarak,”[7] diye betimlediği Monet konusunda Georges Clemenceau da ekler:

“Işık sağanaklarının insanın ağ tabakasına hücum ettiği uzam ve zaman okyanusunda, gökkuşağı fırtınaları çarpışıp iç içe geçiyor, kıvılcım tozlarına dönüşüp eriyor, dağılıyor, sonra tekrar bir araya gelirken duygularımızı coşturan evrensel altüstlüğü doruğa çıkartıyor. Ressamın büyüsü, bu tanımlanamaz kasırgada sınır tanımayan gözümüzü evrenin gücüyle yüz yüze getiriyor; bu kasırga, ifade edilemeyen dünyanın kendini duyularımızda belli eden sorunudur. (…)

Monet’nin fırçasının ucunda karşılaştığı bu ‘dağılma’, bana göre, modern bilimin bize gösterdiği kozmik gerçekliklerin mutlu bir aktarımından başka bir şey değildir. Monet’nin atomların dansını resmettiğini söylemiyorum. Bütün söylediğim, dünyanın ve unsurlarının bilimin keşfettiği salınımlı dalgalara tekabül eden ışık dağılımlarıyla duygusal olarak temsilini gerçekleştirebilmek için büyük bir adım atmamız gerektiği. Atomları bugünkü algılayışımız değişebilir, öyle değil mi? Yine de, Monet’nin dehası dünyayı algılayışımızdaki kıyaslanamaz ilerlemeleri mümkün kıldı.”

Kolay mı?

Erman Ata Uncu, “Nilüferler, salkımsöğütler avangartla nasıl kesişir? Cevap, Monet’dedir… Empresyonizmin öncülerinden biri olan Monet eserini fırça darbeleriyle, renk oyunlarıyla canlı kanlı sundu izleyiciye,” derken; tam karşınızda duran bir Monet tablosunda, gündoğumuna bakıyorsunuz. Ortada tupturuncu bir güneş. Fırça darbeleriyle renklendirilmiş bir deniz ve teknede birkaç kişi. Renkler, fırça darbeleri hepsi yerli yerinde ve sizi büyülüyor.

Bin bir çeşit çiçeğin, salkımsöğütlerin, Japon köprüleri ve nehrin ışıkla ilişkilendirilerek konumlandırıldığı tasarım harikasıdır Giverny’deki bahçesi… Bu bahçenin yaratıcısı O…

Sakın ola unutulmasın: “Bir Ressam ve bahçıvandır Monet”… 

ELLERİN, DUVARLARIN DİLİDİR YANİ POLİTİKTİR RESİM

Mesela “Mutluluğun resmi çizebilir misin?” sorusunun muhatabı, “Upuzun parmaklı bir el”dir resim Abidin Dino’da olduğu gibi…

İlhan Alemdar, Ondan şöyle söz eder:

“Yazar, karikatürist, illüstratör, tiyatrocu, makyajdan dekora rejiden senaryoya eğitim almış bir sinemacı, heykeltıraş, yazılarında da çizgilerinde de halktan yana tavır almış sol görüşlü bir aydın. Ancak bütün kimliklerinin içinde en baskını ressam kimliğidir. (…)

Çizgi ve fırça darbelerindeki büyü, herkesin sığınacağı bir iskele, gölgesinde huzur bulacağı bir çınar gibi, toplumun her kesiminden insanla kurduğu uzun ve sağlam dostlukların büyüsüne denktir. Abidin Dino insan-ı kâmildir.”

Kolay mı? Gaye Petek’in ifadesiyle, “Yüreğini ellerinde taşıyan” biriydi O…

“Dino sanatın disiplinler arası bağını görebilmiş ilk Türkiyeli sanatçısı olsa gerek. Resimden heykele, çizimden belgesele, görsel dünyaya, insan ilişkilerine, meraklı, kolay sınırlandırılamayan bir sanatçı”ydı.[8]

“Abidin’in sözlerini, düşüncelerini, gözlemlerini hiç unutamıyoruz. Hiç güncelliğini yitirmiyor. Neden? Galiba hep ileriye baktı da ondan. Geçmişin özlemini çekmedi. Olayları, geleceği düşünerek değerlendirdi.”[9]

Nihayet, Mehmet Güleryüz’ün işaret ettiği üzere, “Bir resim adamıydı. Resmi görebilen ve söze dönüştürebilen bir gücü vardı. Bu çok mühim bir nokta. Politik düşünceyi resminin içinde tutan ve bunu ortaya koyan bir yapıya sahipti. Sanatı, çok yönlü yaşayabilen ve yayabilen bir yapı. Bu tabii ender insanlarda olan bir şeydir. Abidin Dino’da bu vardı…”

“Dünya Duvarları” serisiyle ünlenen O, “Duvarlardaki bellekti” Kıymet Giray’ın ifadesiyle…

Ve bir başkası: İllegal sayılan duvar resimlerini özgürleştirerek, dünya sanat dinamiklerine sokan çağın ruhunu yakalayan sokağın resmi, duvarların ustasıydı Burhan Doğançay.

Özgen Acar’ın, “… ‘Duvarlar’ onun simgesi oldu”; Zeynep Oral’ın, “Görsel ve düşünsel zenginlikti,” diye betimledikleri O; “İsyana düşmüş resimlerin ustası”ydı…[10]

84 yaşında hayata veda eden Burhan Doğançay, kent duvarlarıyla ilgili resim serileri ve 114 ülkeyi kapsayan ‘Dünya Duvarları’ fotoğraflarıyla alanında dünyanın sayılı sanatçılarından biriydi.

Eski Yunan’da cenazelerde ölenin ardından sorulduğu rivayet edilen bir soruyla başlayalım: “Tutkulu bir insan mıydı?”

Yaşına çok yıllar ekleyip de yaşlanmayan bir adam, dünyanın dört bir yanında sokakları arşınlıyor; kent duvarlarının fotoğraflarını çekiyor; duvarlara yapıştırılmış broşürleri, afişlerin kıvrık köşelerini, solmuş görüntüleri biriktiriyor; ceplerini kent duvarlarının artıklarıyla dolduruyor, bu torbalar dolusu kent birikintisine hem mecazi hem gerçek anlamda yeniden hayat veriyor… Tutku değilse nedir bu?[11]

“Ben daha dört yaşındayken her şeyi öğrendim babamdan. O at sırtında ben eşek sırtında; dağlara çıkardık. O topograftı, askeri harita yapardı. Rahat durayım diye kâğıt kalem verirdi bana… Alırdı eline resmi. ‘Bak’ derdi, ‘yanlış, güneş buradan geliyor, gölge buraya gidiyor’. Perspektif nedir anlatırdı. Bana o öğretti hepsini,” diyen Onun hakkında Mehmet Güleryüz “Türk sanatına bıraktığı değer şu an biliniyor, yeni kuşakların da bu değeri pekiştireceklerine inanıyorum” derken, Hüsamettin Koçan, Doğançay’ın çağının ruhunu yakalayan bir sanatçı olduğunu ifade eder.

Nihayet Evrim Altuğ’un altını çize çize işaret ettiği üzere:

“Burhan Bey’in çilli, bilge elleriyle, kara, derviş gözleriyle yazdığı, ‘Duvara karşı sanat tarihi’ydi. Sırf duvarları değil, kapı ve halıları da birer yaşam dokümanına bürüyen, kamuya mal olma tutkusuyla kendine ‘Grego’ müstear adını dahi layık görecek kadar egosundan sokağa ilticayı göze alabilen bir ressam oldu Burhan Bey. Pop sanatı da onun resmindeydi, hat sanatı da, soyut dışavurumculuk da. İşin güzel yanı, bu akımların hiçbiri de Burhan Bey’in bakış açısına temelli hükmetmedi, aksine onu zenginleştirdi ve besledi. Ama en temelinde, tarih öncesi Lascaux mağaralarından aldığı içgüdüsel ilham ve samimiyetten hiç ödün vermedi Burhan Bey. Kaligrafik kıvraklık ve iç gıdıklayan gölge oyunlarıyla sürekli sürprizler taşıyan resimlerini neredeyse birer heykele dönüştürerek, bu arada soyut resmi de utandırmadan, tuvalin saygıdeğerliğini hep artırdı. Bunu yaparken çocukları hiç unutmadı. Hep onların hayal güçlerini kolladı, onurlandırdı.”

Orhan Alkaya’nın, “Kendisinin ta kendisiydi,” diye tanımladığı Rafet Ekiz’e gelince…

2003’de trafik kazasında yaşamını yitirdiğinde 53 yaşındaydı. Resmiyle de, kişiliğiyle de tümüyle kendine özgü bir sanatçıydı. İsa Çelik, onun için, “Ne çerçeveye sığan, ne tuvale sığan, ne odalara sığan, ne de meydanlara sığan adamdı” diyordu.

Ercan Akçetin’in, “Rüzgârda uçan kese kâğıdına, havadayken resim yapan adamdı… Önden gideniydi. Yapmacıklıktan, kopyacılıktan uzaktı, tamamen kendine özgüydü resmi”; Muzaffer Akyol’un, “Özgünlüğe giden yolu bulmuştu. Duyarlılığını resminde öne çıkarmaya çalışan anlayışın sahibiydi”; Orhan Benli’nin, “Samimiyetinden şüphe duyduğu barcıları, taksicileri, bankacıları, galericileri ve oyun içinde olan ressamları sevmezdi,” diye tasvir ettiğiydi O…

 26 Kasım 2013 12:20:06, Ankara. (Güney, No: 68, Nisan – Mayıs – Haziran 2014)

N O T L A R

[1] Samuel Taylor Coleridge.

[2] Hande Eagle, “Yaşamla Ölüm Arasında”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2013, s.17.

[3] Celâl Üster, “Leonardo’nun Kanatları…”, Cumhuriyet Kitap, No:1195, 10 Ocak 2013, s.6.

[4] Frida, Diego ile evlilikleri için şöyle söyler: “Bu bir aşk beraberliği idi. Bize uygun, taşkın bir akarsu gibi delişmen, Nikaragua şelalesi ya da İguazu Çavlanları gibi coşkulu, denizlerin dibi gibi derin ve gizemli, Odysseus’un Akdenizi gibi fırtınalı, Patzcuaro gölleri gibi uysal ve Aztek Chinampaları (yüzen bahçe) gibi verimli, çöller gibi yorucu ve altın gibi pırıltılı, yırtıcı hayvanlar gibi ürkünç, yaşayan evren gibi rengarenk…”

[5] Mehmet Uhri, “Monet’nin Işığında”, Radikal İki, 25 Kasım 2012, s.16.

[6] Dianna Newall, Empresyonistler: Ayrıntıda Sanat, Çev: Elif Dastarlı, İş Bankası Kültür Yay., 2013.

[7] Celâl Üster, “… ‘Monet’nin Bahçesi’nde Bir Gezinti”, Cumhuriyet Kitap, No:1186, 8 Kasım 2012, s.6.

[8] “Levent Çalıkoğlu: Sınır Tanımayan…”, Cumhuriyet, 21 Mart 2013, s.15.

[9] Hıfzı Topuz, “Sanat ve Hayat Ustası”, Cumhuriyet, 21 Mart 2013, s.15.

[10] “Mavi Senfoni’nin Ustası Yaşamını Yitirdi”, Birgün, 17 Ocak 2013, s.2.

[11] Ahu Antmen, “Kalbi Duvarlarda Atan Ressam”, Radikal, 17 Ocak 2013, s.36-37.

89489

Temel Demirer

Hakkında

Objektifiz ama tarafsız değiliz. Tarafsız olmak korkaklıktır. Çünkü insan doğru ve yanlış arasında tarafsız olamaz.BiyografiKendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm...
Ne yazacağımı kestiremedim...
Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım...
“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil,” diyen(lerden);
dünyaya aşağıdan bakan(lardan);
kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan);
yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);
ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden);
John Maxwell’in, “İnsanlar, onları ne kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi umursamazlar...”; Bertolt Brecht’in, “Yenilgilerimiz, rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık olmadığından başka bir anlama gelmez”; V. İ. Lenin’in, “Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır,” sözlerine müthiş değer veren(lerden);
sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden);
bir afet-i devrana aşık olan(lardan);
hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan);
ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim...
54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım...
Okur yazarım...
Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
11.01.2004 14:32:09, Ankara.

TÜRKİYE’DE YAYINLANAN KİTAPLARIM

* GÖZ GÖRMEZ BİLİNÇ GÖRÜR, Hazırlayan: Mehmet Özer, Nota Bene Yay., 2012, 152 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ORTADOĞU: YALANCI BAHAR, Derleyen: Babür Pınar-Recai Ulutaş, Nitelik Kitap, 2012, 448 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2011, 434 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* BEYOND GLOBALIZATION – WORLD LEARNING/ INTERNATIONAL HONORS PROGRAM TURKEY READER 2011/12, Derleyenler: Yücel Demirer - Sibel Özbudun, 2011, 476 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif), (“Geopolitics of Turkey in the US-EU-Mideast Triangle”- Temel Demirer)


* EMPERYALİZM VE ULUSAL SORUN, Derleyen: Babür Pınar-Muzaffer İlhan Erdost, Nitelik Kitap, 2011, 335 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSMAİL BEŞİKÇİ, Derleyenler: Barış Ünlü-Ozan Değer, İletişim Yay., 2011, 589 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SESİNİ YİTİREN ŞEHİR SİVAS, Editör: Mehmet Özer, Çankaya Belediyesi Yay., Temmuz 2011, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2010, 659 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ, KAPİTALİZM, İSYAN, Ütopya Yay., 2010, 559 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ VE HAYAT YAZILARI: BİR TAŞ DA SİZ ATIN, Ütopya Yay., 2010, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ASLOLAN DEVRİMİN GÜNDEMİDİR, Kaldıraç Yay., 2010, 784 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TEKEL DİRENİŞİ DERSLERİ 2010-SENDİKALARIMIZI GERİ ALACAĞIZ, Kaldıraç Yay., 2010, 206 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA: İSYAN HEP VARDI!, Sibel Özbudun (der.), Kaldıraç Yay., Ocak 2010, 661 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KUŞATMAYI YARMAK: EĞİTİM, BİLİM VE AYDINLAR, Kaldıraç Yayınevi, Ekim 2009, 392 sayfa, Temel Demirer-Sibel Özbudun.


* ALMANAK-2008 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2009, 608 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* HAK(SIZLIK), HUKUK(SUZLUK) MU? “SUÇUMUZ İNSAN OLMAK”!, (Sibel Özbudun’un önsözüyle), Kardelen Yay., Nisan 2009, 365 sayfa, Temel Demirer.


* HRANT’IN KATİL(LER)İ… (Sait Çetinoğlu’nun önsözüyle), Pêrî Yayınları, Şubat 2009, 336 sayfa, Temel Demirer.


* LİBERALİZM/MUHAFAZAKÂRLIK KISKACINDA KADIN, Kaldıraç Yayınevi, Şubat 2009, 237 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2007 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2008, 456 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “HAYIR, EVET’TEN ÖNCE GELİR”! HUKUK(SUZLUK) YAZILARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 496 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “SÖYLENECEK YALAN KALMADI” İNSAN HAK(SIZLIK)LARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 510 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DA İSYANIN TARİHİ, Hazırlayan: Sibel Özbudun, Ütopya Yay., 2008, 549 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESEL KAPİTALİZMİ MEŞRULAŞTIRAN SÖYLEMLER, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 67, Maki Yay., 2008, 218 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA VE..., Ütopya Yay., 2008, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* ALMANAK-2006 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2007, 654 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MİLLİYETÇİLİK, YURTSEVERLİK VE SOL, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 65, Maki Yay., 2007, 212 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DAKİ GELİŞMELER, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, Ankara-2007, 34 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME, KADIN VE ‘YENİ’-ATAERKİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 228 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İMPARATORUN SOYTARISI EGEMEN MEDYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2005 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2006, 439 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “DERİN” MİLLİYETÇİLİĞİN SİYASAL İKTİSADI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAFYA NARKOEKONOMİ VE SUSURLUK / ŞEMDİNLİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 379 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ VE “ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK YALANI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 444 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM ÜNİVERSİTE YÖK VE AYDIN(LAR), Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 543 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KIYAMETE ÇEYREK KALA! EKOLOJİ YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 501 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYAYI ISITAN LATİN ATEŞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2006, 302 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA YERLİLERİ: TEK BİR HAYIR, YÜZLERCE EVET, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-2006, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KAVRAM SÖZLÜĞÜ-SÖYLEM VE GERÇEK (1), Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2005, 709 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2004 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2005, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA BAŞKALDIRIYOR, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 416 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ELVEDA NİSYAN, MERHABA İSYAN, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 558 sayfa, Temel Demirer.


* KÜRESEL İNTİFADA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer.


* “YENİ DÜZEN(SİZLİK)”DEN BAŞKALDIRIYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ ROMA: TERÖRİST ABD-IV. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE İMPARATORLUK: “YENİ EKONOMİ”DEN ÖNLEYİCİ SAVAŞA...-III. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 382 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞMENİN TİRANLIĞI: NE, NİÇİN, NASIL?-II. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ MUHAFAZAKÂRLIK YOĞUNLAŞIRKEN KÜRESEL VAHŞET-I. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ABD SALDIRGANLIĞI: IRAK VE ÖTESİ-III. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* 11 EYLÜL’DEN AFGANİSTAN’A ABD İMPARATORLUĞU-II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOVBOYUN SÖMÜRGE İMPARATORLUĞU-I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 346 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SAKLANMAYA ÇALIŞILAN BİR MEŞALE: İBRAHİM KAYPAKKAYA, Umut Yayıncılık, İstanbul-2003, 232 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSYANIN ADI: FİLİSTİN-İNTİFADA KAZANACAK!, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 479 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* XXI. YÜZYILLA GELENLER: SÖYLENCELER VE GERÇEK, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 447 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİST MÜCADELE ETİĞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2001, 336 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖRİZM, SALDIRGANLIK, SAVAŞ) II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖR KAVRAMI VE GERÇEĞİ) I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 364 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AMERİKA: RÜYA MI, KÂBUS MU? YANKEE İMPARATORLUĞU, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* KÜRESELLEŞMENİN EKOLOJİK SONUÇLARI, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 190 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EKOLOJİ POLİTİK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 136 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ ve SOSYALİSTLER: AKINTIYA KARŞI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* GERİCİLİK KÜRESELLEŞİRKEN FAŞİZM!.. YENİDEN Mİ?.., Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 299 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KADIN YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 170 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MARKSİZM VE EKOLOJİ, Öteki Yayınevi, Ankara-2000, 481 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (AVRUPA ASYA ve ORTADOĞU), Cilt:2, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (ABD EMPERYALİZMİ ve LATİN AMERİKA), Cilt:1, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 284 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM: NE İÇİN? ÜNİVERSİTE: NASIL? YÖK: NEREYE?, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 264 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* NEO-LİBERAL SALDIRI KRİZ ve İNSANLIK, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 494 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “YDD” KISKACINDA ÇEVRE ve KENT, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 473 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CHE FİDEL KÜBA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 135 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 112 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MEDYA ELEŞTİRİSİ ya da HERMES’İ SORGULAMAK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 176 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYANIN BALKONUNDAKİ İSYANCILAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, ikinci baskı, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP: İMKÂNLAR ve SORU(N)LAR, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 576 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAYALARIN DÖNÜŞÜ, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1998, 311 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* POSTMODERN MÜDAHALE ve BAŞKALDIRI İMKÂNI (BRECHT “BİTTİ” FUTBOL “VERELİM”!), Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 528 sayfa, Temel Demirer.


* SOKAKTA ve DUVARDA 1968, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 207 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* VE KİRLENDİ DÜNYA..., Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOKAK’TAKİNE NOTLAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 456 sayfa, Temel Demirer.


* ÖDP’YE KENAR NOTLARI, İnsancıl Yayınları, İstanbul-1997, 88 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOYUNLAR KURTLAR KÖPEKLER (YENİ DÜNYA DÜZENSİZLİĞİ EMPERYALİZM ve UMUT), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1997, 160 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KARA PARA KİRLİ SAVAŞ (TÜRKİYE’DE MAFYA ve DEVLET), Özgür Üniversite Yayınları, 171 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSPANYA’DAKİ II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN “YDD”YE KARŞI TEZLER - II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN EKOLOJİK KIYAMET TEZLERİ, Özgür Üniversite Yayınları, 56 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜNYA DÜZENİ AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE, Dev. Maden-Sen Yayınları, 64 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CANAVARLAŞAN MEDYA, 1996-İstanbul, Yorum Yayınevi, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜZENİ ya da DÜZENSİZLİĞİ, 1996-İstanbul, Pelikan Yayınları, 304 sayfa, Temel Demirer.


* SOLAN FOTOĞRAFLARDA BİTEN VE BAŞLAYAN, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 248 sayfa, Temel Demirer.


* GERİCİLİK DÖNEMİNDE DÜNYA ve TÜRKİYE, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 190 sayfa, Temel Demirer.


* DİSK’İN “ÖREN TEZLERİ” ve SOSYALİST TAVIR, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 189 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TOPLUMSAL DİNAMİKLER ve ÖRGÜTLENME EKSENLERİ, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZM “YENİ DÜNYA DÜZENİ” TÜRKİYE, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 192 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZMİN SORUNLARI ÜZERİNE AÇILIM TARTIŞMALARI, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 256 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YOL BALADI, 1988-Ankara, Ekin Yayınları, 61 sayfa, Temel Demirer.
* T.B.“K”.P PROGRAM TASLAĞININ ELEŞTİREL ANALİZİ, 1988-İstanbul, Sorun Yayınları, 86 sayfa, Temel Demirer.

İletişim:

temeldemirer@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

http://www.facebook.com/TemelDemirer

https://twitter.com/temeldemirer

Son Haberler

Sayfalar

Temel Demirer

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar