Salı Mayıs 7, 2024

Öncelikler yaşamda duruşu belirler! İsmail Cem Özkan

  

İnsanın yaşam kavgasında bazı şeyleri öncelikli görür ve o önceliklere göre duruşunu belirler. Kişisel tarihimiz içinde bir çok karmaşık olay içinde kendimize göre bazı şeyleri öncelikli olarak alır ve bazı şeyleri görmezden geliriz. Somut olaylar içinde somut duruma göre adım atarken bazı gelişmeleri görmezden gelip, hatta müttefik görüp işbirliği içinde önümüze gelen sorun ile mücadele ederiz. Her sorun özeldir ve o özel duruma göre tavır alır ve ona göre adım atar ve duruş belirleriz.

Yaşamın şablonu yoktur, hangi olaya nasıl davranacağımızı önceden bilemeyiz, duygusal tepkiler ile mantıklı görünen gerçekler üzerinden kendi gerçekliğimizi ortaya koyar ve adımlar (tepkiler) atarız. Herhangi bir olay göründüğü gibi olmadığı, geçmişi ve geleceği olduğunu ve olay bitmeden gerçek anlamda adlandıramayacağımızı biliriz ama elimizde değildir, olaylar yaşanırken kendimizce sonuçlar çıkarır ve sonuçların bizim lehimize olması yönünde tepkiler veririz. Adımları atarken önümüze gelebilecek sorunları minimize etmeyi ve o sorunu ortadan kaldırmayı hesaplarız. Kısaca kriz yönetimini iyi başarabilmemiz için iyi bir birikimimizin olması gereklidir. Hayata ve olaylara bakış açımız ne kadar geniş ise o kadar rahat sorunların üstesinden gelirken, açılmayan bir kapı önüne gelip sürekli omuz atarak o kapıyı açmaya çalışmak aslında krizi yönetemediğimizi ve hayatımızı karanlıklar içinde bıraktığımızı kanıtlar. Açılmayan kapı önünde radikal düşünceler içinde olursak aslında kendi kendimizi yok ettiğimizin farkına bile varmayız. Hayat içinde önümüzde binlerce kapı vardır, bazıları açılır, bazıları açılmaz. Açılan kapıdan geçilir ama açılmayan kapı önünde kalırsak hayat ve zaman bizim için durmuş demektir ama hayat farklı bir şekilde akmaya devam eder, geçer yanımızdan. Kriz yönetimi o yüzden çok önemlidir, hangi kriz karşısında olursak olalım önemli olan o krizi aşmaktır ama sol bugüne kadar önüne gelen krizler karşısında o kadar şanslı ve tutarlı olamamıştır, çünkü kriz koşullarını yaratan sol değildir, var olan girdap içine dahil olmuş ve o girdaptan çıkış yollarını el yordamı ile yapmaktadır. Her ne kadar krizler kapitalist sistemin kriz olmuş olsa da kapitalist sistemin yaratmış olduğu zemin içinde kavga edenler ister istemez bu krizlerden etkilenmekte ve ona göre tavır geliştirmektedir. Kapitalist sistem içinde kriz koşullarından müttefik ilişkisi içinde kurtulabilinir, çünkü bizim göremediğimiz alanları görebilen doğru ittifaklar hem zamandan hem de kriz yönetiminde başarılı olmamızı sağlar. Kriz koşullarında duygusal tepkileri en aza indirip, çıkarlarımızı ve beklentilerimizi gerçek anlamda ortaya koyduğumuzda tepkilerimizi sınırlayarak müttefik ilişkisi içinde başkaları ile birlikte sorunların üstünden gelebiliriz. Hiçbir siyasi organizasyon ya da birey tek başına sorunların üstesinden gelemez, komünal mücadele ederken ortak aklın nimetlerinden faydalanır… Organizasyon yaşayan bir hücredir ve bizim varlığımız ve yokluğumuz ile ortadan kalkmaz ama etkilenebilir, yön değiştirebilir.

Toplumsal olaylar içinde bir çok algı ile uyarılırız. Her algıyı algılama şansımız yoktur, bir anlamda modern dünya bizi algılar ile kör ederken düşünme kabiliyetimizi ve bir arada ortak iş yapma yeteneğimizi de elimizden almaktadır. Bireyselleştikçe sol kültürden uzaklaşmakta ve tüketici konumda olan bir rakama doğru indirgenmekteyiz. Bireyin özgürlüğü vurgusu yapılırken bile aslında özgürlük kavramının içi boşaltılmakta ve özgürlük kavramını sadece tüketim ile özdeşleştirilmektedir. Bireyin özgürlüğü kavramı bugün tüketim özgürlüğü olarak algılanır oldu. Seyahat etmek, bir yerlere gitmek, son çıkan teknoloji ürünü alabilmek, istediği yerde yaşamak gibi kavramların hepsinin temelinde her ne kadar soyut özgürlük kavramının gölgesi varsa da tüketin denmektedir. Tüketim özgürlüğü birey özgürlüğü olarak algılanması liberal düşünce yapısının temelini oluşturmaktadır.

Birey toplumun parçasıdır ve onun bütün kültürel özelliklerini üzerinde taşır. Toplumun biçimlendirdiği bireyin tek başına özgürlüğünün pek anlamı yoktur, çünkü toplumsal algı ve doğrular bireyin hayata bakışının sınırını belirlemekte ve özgürlük kavramı bireyden bireye, toplumdan topluma değişen tanımlar ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar evrensel tanımlar var olsa da bazı evrensel tanımların bazı toplumlarda karşılığı yoktur. Seyahat etme özgürlüğü vize ile çevrelenmiş bir ülkede söz etmek ancak ülke içi seyahat özgürlüğü olarak algılanabilir. Protesto etme hakkı ülkemizde ülke siyasi idaresine darbe yapmak olarak algılanması gibi…

Ülkemiz içinde demokratik kitle örgütlerin yapmış olduğu etkinliklere polisin tavrı her daim tartışma konusu olmuştur, çünkü polis iktidara yakın olanlar ile iktidar karşısında olanları ayırmakta ve polis halkın polisi olmak yerine siyasi iradeye emir komuta zinciri içinde bağlı ve onun çıkarlarını koruyan konumdadır. Polisin siyasi tercihi elbette olaylar karşısında almış olduğu duruşu da belirler. Bu bilinmesine rağmen demokratik kitle örgütlerinin yapmış olduğu etkinliklere polisin saldırması üzerine "dinci yapılara polis saldırmıyor, bize neden saldırıyor" gibi karşılaştırma yapanlar hangi ülkede yaşadıklarını bilmiyorlar diye düşünüyorum... Polis, ‘devletin öz evladına ve rahatsız Sünni çoğunluğa neden saldıracak’ diye soru sormuş olsalar karşılaştırma yapmaktan hemen vazgeçerler. Zamanında doğru soru sormak, doğru çözüm yollarını açacaktır. Her sorunun pratikte başka bir karşılığı vardır ve o karşılıklardan birini tercih etme hakkı bizlerindir.

Bir çok kitle örgütü içinde yaşayan hiyerarşi ve yapılanma her ne kadar kendilerini özgürlük mücadelesi yapan olarak göstermiş olsa da aksine yaşanan kısa tarihine baktığımızda söylemlerinin tam tersi pratikleri ile karşılaşabilirsiniz. Kendi içinde özgürlüğü yaşamayan, her türlü farkı sese karşı tavır alanların özgürlük talepleri bana hep ikiyüzlü gelmiştir... Özgürlük için sokakta, meydanda birlikte yürüdüğüm bir çoğu “çok” yüzlü geliyor bana, sonuçta onlarda (katı ve keskin sınırları olan kitle örgütleri) kendi iktidarları içinde her türlü baskı yapma özgürlüğü için yürüyor! Var olan baskılardan ders alıp, insanları bunaltırsanız böyle olur yerine baskı yapma özgürlüğü için meydanlarda, siyaset arenasında olanların samimiyetine hiç inanmıyorum... Müttefik ilişkisinde samimiyete inanma kavramı yoktur, çıkarlar olduğu sürece ortak yolda yürünür, çıkarlar ayrıştığında ayrışılır.

Özgürlük kavgam, sadece yaşayan siyasi iktidar değil, tüm iktidarlara karşıdır.

Ülkemizde devlet çökmüş olmasına rağmen, boşluğu dolduracak yeni bir yapılanma (sistem) olamadığından boşluğu ölmüş olan devletin artıkları doldurdu... Özgürlük söylemleri ne yazık ki örgütlü bir şekilde ve sürekli olmadığı için devletin yıkılmasından olan boşluğu dolduramamış, özgürlük alanları yaratamamıştır. Sol, kendisini örgütleyecek yeni bir sistem yaratacak hedefe doğru kilitlenmemiş, tüketim çılgınlığı içinde kendi içinde düşünce ve insan tüketmekten öte bir adım atamamıştır. Sol, her türlü görüşün konuşulduğu, her türlü projenin hayata geçirildiği ama örgütlü gücü olamadığından hepsini yarım bırakan konuma itilmiştir. Örgütsüz sol yapıların yan yana gelip örgütlü güç olma deneyimleri başarısız olmuş olsa da bu deneyimden vazgeçilmedi, yalancı umutların oluşmasına neden olmaktan ve zaman kaybından başka işlevi olmayan girişimler sürekli hayata geçirilmiştir. Devletin yıkıntıları içinde var olan devlet mekanizması ve iktidar bu muhalefet yoksunluğundan dolayı iktidar gücünü kullanmaya ve krizden çıkmak için yollar aramaya devam etmektedir. 

Örgütlü olmayan bireylerin örgütlü gibi gözüküp, örgütsel ilişkiler içindeymiş gibi davranmasının sonucunda oluşan ortamda somut duruma somut tespit yapmak ile kalmışlar ve 11. tez’de felsefecilere söylendiği gibi değiştirmek için adım atılamamaktadır.  Rahatsızlıklar öne çıkarılıp, ortak olarak neler yapılabileceği ve kimler ile birlikte yürünebileceği tespit edilemeyen adımlar her daim boşluk içinde savrulmaya mahkumdur. Siyaset, müttefikler ilişkisidir, sürekli karşına birini alıp sürekli onu düşman olarak görmek değildir... Müttefik olarak göreceğiniz gruplar sizin amaçlarınıza hizmet edenler olacaktır. Elbette siyasetten karşı olduklarınız ile bir gün çıkarlar gereği yan yana gelme olasılığınız vardır...

Sistem ile uzlaşanları tarih pek yazmaz ama isyan eden ve isyanı için canını, düşüncesini değiştirmeyenleri tarihin sayfasında bulmazsanız bile destanlarda bulmaya devam edersiniz...

İsyan edenler düşünen insanlardır...

Biat edenler ve biat kültürünü savunanlar ile müttefik ilişkisi kuranlar, bir gün o mutlak biat içinde kendilerini biat eden bir obje olarak görme ihtimali yüksektir. Özgürlüğün sadece sözde kaldığı mücadele yönetmeleri, özgürlük getirmediğini yaşadığımız demokrasi, özgürlük, bağımsızlık kavgası içinde yaşayarak gördük.

     
48267

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar