Pazar Mayıs 19, 2024

Öcalan müdahil olmalı

Sayın Öcalan Türkiye’yi: Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer, diye çok kereler uyarmıştı.

Öyle görünüyor ki uzun soluklu bir savaş başlamış durumda. Bu savaşın emareleri öyle örtük ve elbet seçim öncesi gibi basına sızmayan cinsten de değil. Görünen savaşın aslında gecikmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki TSK 2015’in başlarından, ta ki Suruç katliamına kadar Medya savunma alanları üzerinde her an keşif faaliyetleri yapıyor,  karadan pusulama ve imha amaçlı operasyonlar ile gerillayı tahrik ediyordu. Bununla savaşı gerillanın başlatması amaçlanıyordu ama olmadı; gerilla tahrike gelmeyip büyük sabır sergiledi. AKP’li Türk devletinin böylesi saldırganlığın nedeni elbet salt Kuzey sabrı değil aynı zamanda Kobanê direnişi ve başarısıydı da. Erdoğan’ın “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyoruz, ortada masa yok, Kürt sorunu yok” tarzından inkâr söylemleri sadece onu içten içe kemiren faşist duyguların bir dışa vurumu ve uzun soluklu savaşın da bir ilanı değildi! Gecikmiş bir savaş derken kastedilen, PKK’nin halkların özgürlük hayalinin barışa evirilebilmesi için tahrike gelmemiş olmasından kaynaklanıyor.

Kürt özgürlük hareketi Erdoğan’ın maskesini düşürdü!

PKK’nin Erdoğan’ın savaş ilanını görmezden gelmesi ve seçimlerde HDP’nin büyük başarısı en son, bu çevreleri isyana teşvik etmiş ve sonuçta DAİŞ adıyla Suruç katliamı gerçekleştirilmişti.

Peki! Türk devleti ile birlikte Erdoğan ve ekibi böylesi iç savaşa evirilme potansiyeli taşıyan bir savaşa neden giriştiler? Türk devleti ve Erdoğan bu savaşın neresindeler? Bunun gibi sorular çoğaltılabilir ancak açıklanan Dolmabahçe mutabakat metninin neden görmezden gelindiği sorusu bir büyük çelişkiyi gözler önüne seriyor çünkü bu  bir yerde, Türk Devlet için resmiyet kazanan bir sözleşmedir. Öyleyse Devlet istese de bundan kaçamayacağına göre neden AKP’nin kuyruğuna takıldı? Erdoğan’ın amacı sadece erken seçim ve iktidar olmak mı?

Evet doğrudur! Amaç sadece tekrar iktidar olup istediği gibi at oynatmak olarak görünebilir ama neden tekrar iktidar olmak istedikleri de çok önemlidir.

Bu soruların cevabı ve Türk Devleti ile AKP’nin ortaklığı için açığa çıkan iki referansa başvuracak olursak eğer bugün ilan edilen savaşın nedenlerine de ulaşabiliriz.

Öncelikle Erdoğan, şürekâsı ve AKP yetkililerinin açıklamalarındaki dil, üslup ve tarzlarına takılmamak, bunların nedeninin faşizan ruhlara sahip bireylerin neden olduğunu bilmek gerekiyor.

Öyleyse neden?

1)    Erdoğan, ailesi ve ekibine uzanacak olan 17/25 Aralık soruşturmaları,

2)    Türk devletinin bir terör devleti olarak anılmasına gidecek DAİŞ yardımları bu savaş ilanında bir nedendir demek abartı olmayacaktır.

Erdoğan ve erkânı sadece 17-25 Aralık ile soruşturulmayacak, bir de DAİŞ’ e yardım sunan hükümet yetkilileri oldukları için savaş suçluları olarak yargılanacaklar. Erdoğan’ın da devletin de yaptığı, zevahiri kurtarmaktan başkası değildir. Yine Güney Kürdistan yönetimi, KDP ve Barzani ailesini yanlarına çekmeleri de öyle alışık olunmayan pratikler değildi. Hem doksanlardaki savaşlarda PKK’ye karşı Türkiye saflarında yer almaları ve hem de sonraki işbirlikçi politikalarında bu güçlerin de -Kürt birlikteliğini baltalamaktan öte- öyle etken bir pozisyonda olmadıklarını dünya alem biliyor.

Bakmayın ABD ile Türkiye’nin İncirlik flörtüne. Bu sadece hegemonik devletlerin Türkiye’yi çektiği tuzaktır. Çünkü Türk devleti ne kendi halkına karşı yürüttüğü savaş suçlarından ve ne de bir başka ülkenin iç işlerine müdahalenin pratiği olan DAİŞ desteği için bir terör devleti unvanından kurtulamayacak. DAİŞ’i gösterip PKK’ye saldırmalarının nedeni de düşmanlık bir yana, zaman kazanmak ve “kim bilir belki PKK’yi biz bitirebiliriz de, Lahey’de yargılanmaktan kurtuluruz” hülyasından başkası değildir.

Evet!

Sayın Öcalan Türkiye’yi: “Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer”, diye çok kereler uyarmıştı ama olmadı, Türkiye dinlemedi.

Türk devleti ve AKP, PKK’nin ne 12 Eylül faşist darbesiyle ve ne de kurulan savaş hükümetlerinin denediği akla hayale bile gelmeyecek kirli savaş yöntemleriyle bitirilemeyeceğini biliyor. TSK eylemleri için Erdoğan ve Davutoğlu’nun: “Bu bir süreç işidir” demesi de savaşın derinleşeceği anlamına geleceğinden TC’nin bu yola baş koyduğu görülüyor. Bir başka görünen ise hegemonik devletlerin müdahalesidir. Bu durum Kürtler ve Türkiye’de yaşayan diğer sömürge halk ve inançlar için nasıl bir sonuç doğurur şimdiden kestirilemez belki ama bu savaşın kazananının Türk devleti olmayacağı açık ve nettir.

Birileri tez elden Türk devleti ve AKP’yi uyarmalı, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerektiğini ve sorunların hegemonik devletlere havale edilmemesini, yoksa sonuçlarının çok ağır olacağını anlatması gerekiyor. Çünkü tek çare, Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’dır.

02.08.2015

Mehmet Serhat Polatsoy

66171

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar