Cumartesi Mayıs 4, 2024

"Mevzuatı Koyun Bir Kenara, Zihniyeti Devreye Sokun"

Erdoğan'a kim "Reis" ismini yakıştırıp takmışsa tam isabet tutturmuş. Kutlamak gerekir bu isim uzmanını! Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı değil de, tıpkı bir sokak kabadayısı. Ülkeyi gayrı resmi kanunlarla yöneten, kendi koyduğu yasaları dahi hiçe sayan, korsan kanunlara ölesiye sevdalı, "astığım astık, kestiğim kestik! Kimse bana karışamaz!" heytleri çeken; anlı şanlı, aynı zamanda her tarafına insan kanı bulaşmış ‘Reis’ Recep... 

‘Reis’ kana doymak bilmiyor. Bebek, çocuk, genç yaşlı, kadın demeden Kürt kanı akıtıyor, yaptırdığı vahşeti katliamı yeterli bulmuyor, "daha fazla kan, katliam ve zulüm yapın!" diyor. Bu da yetmez diyerek, din üzerinden, mezhep üzerinden, cinsiyetçilik üzerinden, inanç üzerinden toplumu bölüyor, kin ve düşmanlık yaratıyor. Diyanet üzerinden halka çağrılar yaptırarak, fetva çıkararak, "uygulayın" talimatı veriyor. 

"Gerekirse mevzuatı koyun bir kenara, kafanıza uygun olan ne ise onu devreye sokun (uygulayın)." Bu şu demektir: Gerekirse yasayı, hakkı hukuku bir kenara koyun, kanun manun dinlemeyin, ne gerekiyorsa onu yapın. Önce, evlerini yakın-yıkın, tankla topla bombalayın, karadan havadan semtini, mahallesini, beldesini, ilçesini- ilini abluka altına alın; öldürün, aç-susuz bırakın, sokağa çıkma yasağı koyun, ölsünler, cesetleri sokaklarda çürüsün, koksun, yaralıların tedavisini engelleyin; direnenlere, devlete boyun eğmeyenlere her türlü zulüm müstahaktır.

Barındıkları evleri başlarına yıkın, acımayın, öldürün, ayrım yapmayın topyekûn katledin ki, Türk devletinin gücünü kudretini görsünler. Buralarda kanun kural yok, istediğinizi istediğiniz yerde tutuklayın, kaçırın işkenceden geçirin, kafasına kurşun sıkıp atın yolun kenarına kimse sizden hesap, kitap soramaz. Çünkü arkanızda Reis'iniz var… Devlete karşı gelen küstahlara haddini bildireceksiniz."

Her şeyi anlıyorum da, faşist bir devletin cumhuru ‘Reis’ de olsa, sokak kabadayılarının kullandığı dili, küfrü, aşağılamayı, belden aşağı vurmaları bir türlü anlayamıyorum! 

Faşizm, neredeyse yüz yıllık tarihinde böylesi seviyesiz, mafyavari reislik taslayan, sokak kabadayılarının ağzıyla ‘siyaset’ yapan, mafya bozuntularına, uyuşturucu baronlarına açık destek veren devlet ‘Reis'i’ ve vekillerini görmedi. Devletle -sokak çetelerini iç içeleştiren, onları silahlandırarak faşizmin kolluk gücü haline getiren, bir tarafta, uyuşturucu müptelalığı, beri tarafta tekbir sesleri eşliğinde "vatan kurtarmaya" Kürdistanlı çocukları sokak ortalarında katletmeye gönderen, kana doymayan vampir bir "Reis" görmedi. Kürtlerin, Ezidilerin, Alevilerin, Arapların, gayrı Müslümlerin başlarını kesen, çocuklara, kadınlara, yaşlılara işkence ve tecavüz edenlerle, faşist kelle avcılarıyla sarmaş dolaş cenaze törenine katılıp, birlikte namaza durduğu görülmedi. Hele ki, yüz yıllık tarihinde bu kadar seviyesi çürük bir Cumhur-u ’reis’ hiç görmedi. Gelen gideni aratır derler ya, son Reis hepsini görgü kurallarında aratır oldu.

Reise sorulsa ”hangi konularda uzmansın?” diye, Alimallah her konuda uzmandır. Kendince bilmediği, anlamadığı bir şey yoktur. Ama yine de, her şeyi bilen ‘Reis’in hakkını yememek lazım, uzman olduğu ve kimselerin o konuda onun eline su dökemeyeceği konular vardır elbette: 

- Bebek çocuk demeden, göz göre göre sivil kitleleri kurşunlatmak, öldürmek;

- ırkçılık üzerinden tek millet, tek bayrak, tek devleti İslamcılıkla cilalayıp Kürt ulusunu ve azınlıkları soykırımdan geçirmek;

- cinsiyetçi ve şeriatçı kuralları  uygulayarak, kadınları aşağılamak, köleleştirmek;

- çocuk yaştaki kız çocuklarına imam fetvasıyla tecavüz etmeyi ahlaksızca meşrulaştırmak;

- Alperen’lerini, Bozkurt’larını, Osmanlı Ocakları’nı birleştirip katilleri, tecavüzcüleri ve kelle kesicileri "akademisyen olarak topluma yutturmaya" çalışmak; 

- Reisin karşısında kişiliğini satarak el pençe duran; İmam Hatip mezunu olup da çıkarı için Kuran üzerine yemin ederek biat edenleri "tam porsiyon akademisyen olarak" atamak; 

- Hangi ırktan geldiğini dahi belli olmayan; araştırılması halinde birçok geni birlikte taşıdığı ortaya çıkacak olan mafya bozuntusu Sedat Peker’e, "yerli akademisyenlerin sözcülüğünü" vererek, "oluk oluk kan akıtıp, akademisyenlerin kanlarıyla duş alacağını" söylemesine rağmen bu mafya taslağına korunacağı güvencesi vermek;

"Vatan kurtaran Peker’e "gündemi değiştirmesi için yeni çete görevi vererek, "basın - yayın ordusu kurmaya" heveslendirmek; medyayı devreye sokarak uyuşturucu baronlarına teslim etmek. 

Can Dündar şahsında, muhalif basına ve medyaya tehditler savurarak, tam da karakterine uygun olduğu Erdoğan ağzıyla konuşan ‘sürü başı’ Sedat Peker şu tehdidi savurmaktadır: “Devlet başkanı ben ve benim gibi düşünenler olursa, idamı hemen geri getirerek vatan hainlerini asarım." Herhalde bu devlet beslemeli mafya bozuntusu "devlet başkanı" olacağı hayaline kendini kaptırmış. Anlaşılan, özendiği yolda yürüyen abilerinin acı akıbetlerini erken unutmuş.

Peker’e de söylenecek sözümüz var: Şunu bilmelisin ki, dün ağabeyin Abdullah çatlının sonu ne olduysa, senin de sonun öyle bir şey olacaktır. Bunu unutma! Seni çok koruyup kollayan o ağa baban, vadeni doldurduğunda seni de çöplüğüne atacak, bir kalemde ahireti boylayacaksın. Çatlı’nın akıbetini görüyorsun değil mi! Abilerinin akıbetleri seni bekliyor ve bu çok uzak olmasa gerek. Hatta senin sonun şimdiden söyleyelim ki onlardan daha beter olacaktır. Sen de bunu unutma. Arkanı dayadığın o sokak kabadayısı devlet “reis'i” yıkıldığında, senin sonun hüsran olacak. İşte o zaman kaçacak delik dahi bulamayacaksın. 

Şimdi faşist devleti arkana  almışsın bol keseden asıp kesiyorsun. Senin o çatal yüreğinin nasıl bir fare yüreği dahi etmediğini hepimiz biliyoruz. 

Ülkemizi Arap şeyhlerine, şeriatçı katillere, Amerika ve Nato içerisinde yer alan diğer emperyalist  devletlere peşkeş çeken faşist  devleti yöneten AKP, efendilerine hizmette kusur etmiyor. Kuyruğunu iki bacak arasına sokmuş, aldığı yenilgileri hazmedemediğinden etrafa kuduz bir köpek gibi saldırıyor. Katar'a, Suudi Arabistan'a yaranmak için kıç yalıyor, savaş rantı para dileniyor.  Başbakanın yanına Genelkurmay Başkanı'nı veriyor. Ortadoğu'da başlatılmış olan üçüncü dünya savaşının kendilerince getiri ve götürüleri şeriat devleti üzerinden siyaseten konuşuluyor. ABD onaylı ittifak devam ediyor. El Nusra, IŞID, FATİH -TÜRKMEN şeriatçı faşist çetelerin nasıl yeniden ayağa kaldırılacağı hesapları yapılıyor. Ortadoğu'da besledikleri emellerin yıkılmasına sebep olan “Kürt Ulusal

Kurtuluş Hareketi’ni nasıl engelleriz, alt ederiz?” hesapları yapılıyor. İkiyüzlü Avrupalıların Katar'a, Suudi Arabistan'a ve Türkiye'ye nasıl açıktan destek verdiklerini; parayı verip düdüğü çalarak savaş mağduru yüzbinlerce sürgünün geleceklerini nasıl karanlıklara gömdüklerini açıkça görmekteyiz.

Artık şu bilinmeli ki; Misak-ı Milli Sınırı denen bir şey kalmadı. Emperyalistlerin planlayıp belirledikleri sınırlar yeniden şekillendiriliyor. Ortadoğu'da yıllardır sürdürülen kirli savaş  bunun bir parçasıdır. Asırlardır egemenliğiniz altında tuttuğunuz Kürt ulusu ne eski ulus, ne de Türkiye, eski Türkiye’dir... Çürümüş, kokuşmuş tekçi, ırkçı faşist iktidarınız, devletiniz vadesini doldurdu. ‘Reis’ sadece bu sonu hızlandırdı. Uygulamalarıyla, devletin ırkçı şovenist yüzünün, soykırıma ne kadar hazır olduğunu, tek dil üzerinden nasıl yeni bir soykırım hazırlığı yaptığını deşifre etti.

"Mevzuatı koyup bir kenara, fikriyatı uygulayın" talimatını vererek toplu imha, soykırım uygulatmaya başladı. Bu soykırımcı saldırılara karşı çıkan kim varsa, "terörist, vatan haini alçak, küstah, şerefsiz" olarak damgalandılar. ‘Reis’ tarafından "bunlardan hesap sorulacağı" tehditleri geldi. Peşinden kan kardeşi diğer "Reis" başladı bu sefer idam sehpaları kurmaya, yeni katliam açıklamaları yapmaya...

Avrupa'nın bütün emperyalist devletleri Kürdistan’da yapılan soykırımcı katliamlara sessiz kalmaktadır. Bu şu demektir: "Sen soykırım katliamına devam et, bizim mırıltılar çıkarmamıza aldırma. Tıpkı, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin soykırıma uğramalarına onay verdikleri veya sessiz kalıp görmezlikten geldikleri gibi... Alman İmparatorluğu, Ermeni soykırımında İttihatçılar kadar, aynı derecede suç ortağıydı.

İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca Yahudi’nin öldürülmesinde yine emperyalistlerin başlattığı kirli gerici çıkar savaşlarının payı olduğu bilinmektedir. Hitler’in milliyetçi ırkçı faşist hevesleri tek ırk, tek devlet, tek millet olarak egemenlik kurmaya kalkışması, diğer emperyalist devletlerle başlatılan paylaşım savaşı felaketlerini de beraberinde getirdi, 

Elli milyon insanın katline sebep olundu. Almanya’nın faşist Türk devletiyle her konuda işbirliği yaptığı Türkiye’deki seçimler öncesinde ve sonrası daha net görüldü. Merkel'in, saray heveslisi, sermaye soytarısı faşizmin ‘Reis’i Erdoğan’ı desteklemesi bunun açık ispatıdır. Alman devleti bu savaşta menfaatlerini esas almakta, gerekirse gelecekte yapılması planlanan Kürtlerin soykırımına dolaylı veya açık destek vermektedir. Bu, Avrupalı birçok emperyalist devlet için de geçerlidir. Amerikan emperyalizmi Ortadoğu'da bu kirli savaşın örgütleyicisi, yöneticisi ve katliamların birinci dereceden sorumlusudur. Türkiye ve

Kürdistan’da yapılan faşist katliamların planlayıcısı, destekleyicisi ve yürürlüğe koyucusudur. 

Diyarbakır'da, Cizre'de, Nusaybin'de, yani Kürdistan'da yaşanan katliamlara tavır almayışları, "Adalet ve insan haklarını temel aldıklarını" söyleyen ülkelerin ölüm sessizlikleri bu suça ortak olduklarının ispatıdır. 

Ama bilinmelidir ki, emperyalizme ve faşizme karşı direnen emekçi halklar ve ezilen uluslar haksız hukuksuz, kuralsız, insafsız katliamlara karşı sesiz kalmayacak, ölüm sessizliğini kırarak, bedeller ödeyerek, direnerek zaferler

kazanacaktır. Halklarımız, özellikle Kürdistan ulusu ağır bedeller ödese de; dört yanı düşman tarafından sarılsa da; yaralı, aç, susuz, bile bile kalleşçe, puşt pusularında ölüme terk edilse de; bazen muharebelerde yenilgiler alsa da, sonuna kadar direnecektir. Yerlerini yurtlarını terk etmeyecek, koruyacaktır. 

Halklarımız, faşizmin saldırılarına karşı, insanlık onuru korumak için, bağımsızlık için, demokrasi ve özgürlük için direnişi Türkiye ve Kürdistan’a yayarak, dişe diş mücadeleyi örgütleyecektir.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Daha şimdiden faşizm tüm kurumlarıyla işlemez, kendi kanun ve kurallarını dahi uygulayamaz hale gelmiştir. Erdoğan iktidarı kendi içerisinde çatlamış durumdadır. Bu çatlak ve çelişki daha da artarak devam edecektir. Faşizmin yıkılışının en açık belirtileri, can çekişir haliyle Kürt ulusuna, devrimcilere, aydınlara, akademisyenlere, demokratlara, Alevilere, diğer azınlıklara, gayri Müslümlere, sosyalistlere, sosyal demokratlara, feministlere, ateistlere, komünistlere saldırmasıdır. 

Faşizm, soykırım yapmayı amaçlayarak, katliamlar planlamakta, korku toplumu yaratarak kendisine teslim olunması, biat edilmesini istenmektedir. Halklarımız faşizmin çırpınışını, yenilgisini nasıl bir "kâğıttan kaplan olduğunu" savaş içerisinde daha net görüyor. 

Halklarımız, faşizmi yenmek için, zulmü karanlığa gömmek için direniyor. Halklar, faşizme karşı halk direniş cephelerini yaratarak, her gün biraz daha güçlenerek ilerliyor. 

Tek bir şeyden eminiz: “Kazanacağız!” Bu inanç ve kazanma kararlılığı bizde var. Faşizm ise, direndikçe parçalanacak,  mutlaka ama mutlaka yenilecektir!  

43216

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar