Cuma Mayıs 24, 2024

Liberalizme karşı hakikate nefer olmak…

Komünist olmak, dünyayı değiştirme mücadelesinde bir misyona sahip olmaktır. Bu misyon, adanmışlığı, mücadele azmini ve yaratıcılığı koşullar. Komünist olmaya dair misyon esas itibari ile, ülkede ve dünyada verili durumu inceleme ve ona uygun politika üretme görev ve sorumluluğuyla kendisini perçinler. Devrimci örgüt de tarihsel misyonunu, tam da bu zeminde üretir.

Ancak yukarıda özetlediğimiz genel tanım, güncele renk veren tasfiyeciliğin etkisiyle, ziyadesiyle aşınmış ve komünist kimlik adına tanımlanabilecek nitelikler ve bunun devrimci örgüte mal olmuş hali olarak ilkeler ciddi anlamda dejenere olmuştur. Güncel anlamda TDH, ciddi bir mirası, mücadelenin her aşamasında kan ve canları ile proletaryanın kızıl bayrağını fedakârca bugüne taşıyanların olumlu birikimini tarihselleştirememiştir.

Bu temelde komünist kimliğe ve devrimci kadro tanımının genel niteliklerine dair tartışmak sadece boşlukları doldurma ve eksikleri kapatma tartışması değil, esas itibari ile devrim süreci açısından kritik öneme sahip olan devrimci örgütlenmenin kurucu temellerini yerine oturtma tartışmasıdır.

 Bu noktada Mao’nun BPKD sürecinde doğrudan ÇKP’yi kitlelerin sorgusuna açması ve bu temeldeki “Biz aktif ideolojik mücadeleden yanayız; çünkü bu mücadele, Parti ve devrimci örgütler içinde savaşımızın yararına olan birliği sağlayan silahtır. Her komünist ve her devrimci bu silaha sarılmalıdır.” (Mao Zedung, Liberalizme Karşı Mücadele) sözleri rehber niteliktedir.

 

İç bozulma, yapısal çürüme

Tartışmanın ilk açılması gereken penceresi, örgütlü yaşamdaki bozulma ve bunun kitle pratiğine yansımaları olmalıdır. Bu temelde açıkça ifade edilebilir ki, örgüt içerisindeki ideolojik mücadelenin alanı ve buna bağlı olarak tek tek kadroların bütüne müdahale mekanizmalarının işlevsizliği, örgütü ayakta tutan ilkelerin yok edilmesi demektir.

Bu aşamadan sonra ise devreye bayağı ve çarpık ilişkilenme biçimleri ve bunun ürünü olarak ise sekter, misillemeci yaklaşımlar girmektedir. Liberalizmin kuyusundan çıkan bu genel tablo, ulu orta eleştiren ama eleştirinin denk düştüğü pratik müdahaleden yoksun, söylemde ilkelere bağlı ama örgüt içinde liberal, kendisi dışındakileri eleştiride sekter ama özeleştiri sırasında “maharetli” bir kadro profili üretmektedir.

Netice itibari ile; kitlelerin acil sorunları karşısında politika üretemeyen kadroların, son kertede pratikte açmaza düşerek kitlelerden kopacağı, yaşadığı açmazın örgüte ve onun bünyesine; devamında ise devrime güvensizlik şeklinde yansıma bulacağı aşikardır. Bu da hem saflarda dökülmelere hem de örgütlü bünyede gevşeme ile kitleler karşısında katılaşmaya zemin sunmaktadır.

Bahse konu tabloya dair Mao “Liberalizm, küçük-burjuva bencilliğinden kaynaklanır, kişisel çıkarları birinci plana alır, devrimci çıkarları ikinci plana iter ve bu da ideolojik, politik ve örgütsel liberalizme yol açar. Liberal kimseler Marksizmin ilkelerini soyut birer dogma olarak görürler. (…) Bu kimseler,  Marksizmi başkalarına, liberalizmi kendilerine uygularlar. Bunlar her iki malı da dağarcıklarında bulundururlar ve her birini kullanacak yer bulurlar” demektedir.

Liberalizmle mücadele, devrim için mücadeledir

Liberalizmin, kadroları ve onların zihinsel dünyalarını felç eden özü, onları atalete, memur çalışma tarzına hapseden ve onları bilimsel sorgulayıcılıktan kopartan karakteri netice itibari ile tam da devrimci örgütün merkezinde mücadele edilmesi gereken bir realiteyi göstermektedir. Bu da liberalizme karşı örgütlü bünyeyi koruma görevinin, önderlik misyonu olduğuna işaret etmektedir.

Kadroların eğitimi, onların dolaysız kitle pratiği içerisinde sınanması ve tüm bu süreçte kadroların sağdan ve soldan gelen tasfiyeci akımlara kaşı ideolojik donanımının artırılması, sistemli bir kadro politikasını koşullar.

Ayakları doğru bir kadro politikasına basmayan, örgütsel ilkeleri liberalizme kurban eden bünyenin, son kertede ise önderlik ile değil şeflikle yönetilen bir yapı haline geleceği, yani tek tek bireylerin pozitif kaygılarından azade şekilde çürümenin bünyeyi saracağı aşikardır. Tüm bu tanımladığımız şeyin ise ulaşacağı tek sonuç patinaj olacak, kitlelerdeki devrimci inancının yerine güvensizliği piyasaya sürecektir.

Sonuç olarak, çizilen tabloda yapılacak en pozitif tutum, yanlışa karşı hakikati kuşanmak, liberalizme, sekterliğe ve dogmatizme karşı mücadele yöntemlerini liberalizmden ayrıştırarak gerçeği-devrimci olanı ısrarla hayata geçirmek olmaktadır.

Çürümenin bünyeyi sardığı tabloda, liberalizme karşı tarihin pozitif birikimini kuşanarak, yanlışa taviz vermemek, bu temelde bir dönüşüm için MLM olanı kuşanmak ve andaki gerçekliği sorgulamak, bir önkoşuldur.

Başkan Mao’nun ifadeleri ile “Bir komünist (…) partinin kolektif hayatını sağlamlaştırmak ve Parti ile kitleler arasındaki bağları güçlendirmek için her zaman ve her yerde ilkelere bağlı kalmalı ve bütün yanlış düşünceler ve eylemlerle bıkmadan usanmadan mücadele etmelidir.”

47687

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

Sayfalar