Perşembe Mayıs 30, 2024

“Kürtleri Vurmak”: Bitmeyen Bir Seçim Taktiği (!)

Son günlerde faşist Erdoğan’nın ağzından Türk devleti, Rojava Kürt bölgesine askeri saldırı ve işgali daha sık dillendirmeye başladı.

Bir çok yorumcu ve hatta ilerici, demokratlarda, Türk devletinin, Rojava’ya saldırıyı yeniden gündemine almasının adını; “ Mart 2019 yerel seçim” taktiğine bağladılar.

Türk devletinin Kürtleri vurması için seçim mi gerekiyor? Ya da gerçekten her seçim döneminde mi Kürtlere saldırdı, bu eli kanlı barbar devlet. Ya da TC, kurulduğu günden itibaren Kürtlere saldırmamakta mıdır?

Türk sermaye devletinin Afrin’i işgal etmesini de “seçim taktiği” olarak yorumlayanlar hiç de az olmadı. Bugünde aynı şekilde gerçeği yansıtmayan liberal-şovenist argümanlar sıralanmaktadır. Liberal burjuva kesimlerin böyle yorumlamaları normal, onların Türk devletinin bekasına bakışları gereğidir bu. Ama, bu tür yorumları, burjuva liberallerin argümanlarının peşine takılan “ilerici” kesimlerin yapması, Türk devletinin gerçek yüzünün gizlenmesi amaçlı olduğu görülememesindendir.

Türk egemen sınıfları, taktik amaçlı Kürtleri baskı altına almıyor ya da Kürtlerin topraklarını taktik olsun diye işgal etmiyor ya da sömürgeleştirmiyor. Kürdistan’ın işgali, asimilasyonu ve sürekli baskı altında tutulması Türk devletini startejik bir eylemidir. Türk devletinin kuruluş felsefesi budur. İşgalci, sömürgeci bir güç olarak devamlılığını sağlamaktadır.

Türk devletinin gündeminde hiç bir zaman Kürtlerin kendi kaderini özgürce tayin etmesi ilkesi geçici taktik olarak bile yer almamıştır. En başta Kürtlerin asimile edilmesi, asimile edilemeyenler ise silah zoruyla baskı altına alınması ve ezilemesi, ve mümkün olduğunca Kürt illerinin demografik yapısının değiştirilmesi ilkesi esas alınmıştır.

Bugün bu amaç, Suriye’deki gelişmeler nedeniyle Rojava’yı da Kuzey Kürdistan durumuna getirmek amaçlı hareket edilmektedir. Yani, Emperyalistlerin Suriye üzerindeki egemenlik paylaşımına aktif bir şekilde katılmak ve Rojava Kürdistan’ını işagal etmek Türk devletinin gündemine girmiş ve bir daha da çıkmamıştır.

Türk egemen sınıfları bunu önce İŞİD ile denemeye çalışmıştır. İŞİD’i Rojava üzerine saldırtarak oranın düşmesini ve burayı rahatlıkla işgal etmesinin önünü açmak içindi.

Türk devletinin bu taktiği Kobena’dan geri tepince, başka yöntemlere baş vurmaya, ABD ve Rusya arasındaki çekişmeden yararlanma yolunu seçti.

Şimdi de ABD’ye Rojava’nın kontrolünü kendisine bırakılmasının çeşitli taktiklerini denemektedir. Çünkü bu büyük emperyalistlerin rızasını almadan bölgede fazla bir harekat alanı yoktur.

Türk devleti, Rojava’nın bağımsızlaşması ya da özerk bir yapıya kavuşması halinde Kuzey Kürdistan’ı artık kolay kolay işagal altında tutamayacağını bildiği için, Rojava’nın doğmadan boğulmasını istiyor ve bunun için Rusya ve ABD’ye her türlü tavizi vermeye hazırdır. Ve pazarlıkları kızıştırmaya çalışıyor.

Rojava Kürdistanı'nın bağımsız ya da en asgarisinden özerk bir yapıya kavuşmasını istemeyenlerin başında Türk devleti gelmesine karşın, karşı olanların içinde İran ve Suriye devleti de gelmektedir. Bu üçlü ve Irak genel olarak her zaman Kürtlerin ezilmesi konusunda birleşmişlerdir.

Türk devleti işgalci emperyalist bir devlettir. Kıbrıs eski bir örnek olmasına karşın Afrin yeni bir örnek ve her fırsatta Kürdistan'ın tamamını kendi egemenliği altına katmak istiyor. Bugün de Rojava'nın işgalini gündeme getirmesi stratejik egemenlik amaçlıdır. Salt gelip geçici bir “seçim taktiği” olarak görülmesi, Türk devletinin uzun vadeli gerçek niyetini görememek anlamına gelir. Elbette burjuvazi, seçim dönemlerinde “işgalleri” milliyetçiliği ırkçılık düzeyinde kışkırtarak kullanacaktır. İşgalin amacı, salt “seçimleri kazanma taktiği” değildir. Bu tali bir yöndür.

Türk devleti, 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen arkasından “barış süreci” dediği, zaman kazanma taktiğine son verdi. Kürtlerin kazanımlarını önlemek için açıktan askeri saldırıya geçti. Kuzey Kürdistan şehirlerinin yıkılması Rojava'nın (Kobani'nin kurtuluşu) zaferi ile doğrudan bağlantılıdır. Aynı zamanda egemen sınıflar arası çatışmanın bir başka boyuta evirlimesinin de bir sonucuydu. AKP'nin Gülen'le ittifakının bitirilmesi ve Ergenekoncularla ittifaka geçmesiydi. Ancak, bu “ittifak” değişimleri Kürtlere yönelik devlet taktiğinin açıktan saldırıya dönüşmesinin esas nedeni değil, saldırı sürecini hızlandırıcı ve daha yıkıcı bir rol oynadı.

Rusya, ABD yerine Türk devletinin Rojava'da olmasından fazla bir rahatsızlık duymaz. Bu İran içinde böyledir. ABD, Türk devletinin işgaline onay verirse Rusya ve İran salt “dostlar alışverişte görsün” babında kınama mesajı yayınlamakla yetineceklerdir. Bunun anlamı “işgali onaylıyoruz” olacaktır. Aynı, Afrin işgalinde olduğu gibi. Suriye devletinin ise Rusya'nın onayına karşı çıkacak bir durumu söz konusu değil.

ABD'nin Suriye'deki esas sorunu Türkiye ile değil Rusya ve ikinci düzeyde ise İran ile. Bu bağlamda Suriye'nin Kuzeyini bir başka güce bırakmak istemiyor. ABD bu tavrını ileride Türk devleti lehine değiştirebilir de. Onun ilkesi kendi egemenliğini sağlamlaştırma ve çıkarlarını koruma ve geliştirme amaçlıdır. Emperyalistler arası çatışma ve dengeler, izlenen taktikleri de değiştirebilir. ABD için Rojava'da kalmak, bölgedeki egemenliğini (İsrail ve Suudi Arabistan'da dahil) zayıflatmamak için önemli taktiksel bir durum.

Türk devleti işgal ettiği bölgelerden kendi isteği ile çıkmayacaktır. İşgal altındaki halkların mücadelesiyle çıkarılabilir. Kıbrıs bunun en açık örneğidir. Türk devleti işgal ettiği yerlerde “barış gücü” olarak değil, egemenliğini genişletmek amaçlı silah zoruyla işgal ediyor.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, Rojava'nın işgal edilmek istenmesi, Türk devleti için bir “seçim taktiği” değil, kalıcı olarak o bölgelerin işgal edilmesi ve egemenlik altına alınması içindir. Bu, emperyalist amaçlı bir hamledir. Kuzey Kürdistan Kürtleri üzerindeki işgalci ve sömürgeci barbarlığın her geçen gün yoğunlaştırılmasının arkasındaki gerçekte budur. Sosyal şovenizm ise bu gerçeğin üzerini örtme telaşı içine girerek “sefil Faust” rolünü oynamaktadırlar.

Kapitalist devlet, sermayesini büyütmekte ve egemenlik alanlarını genişletmekte sınr tanımaz. Kaptalizmin barbarlığı sermayenin büyüme oranıyla doğru orantılı artar. Türk devleti barbarlıkta sınır tanımıyor. O, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgenin saldırgan ve egemen gücü olmak istiyor. Bağımsız ya da özerk bir Kürdistan'ı ise, bölgedeki emperyal emellerinin önünde engel görüyor. İç siyasal durumu (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vb.) ve toplumsal şekillenmeyi kendi emperyal hedeflerine göre dizayn etmeye çalışıyor. 19.12.2018  

16734

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

Sayfalar