Pazar Mayıs 19, 2024

Kürtlerde 'Türkiyelilik' :Çetin Çeko

İttihat ve Terakki’den günümüze gelen Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramlarının esası, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum ve Çerkes halklarının egemen Türk ulusuyla eşit hak ve sorumluluklara sahip olmasından ziyade, T.C’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir söylemdir.

Kürt aydınları ve siyasetçileri “Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramlarını, 1960’ların ilk yarısından itibaren “Şark, Doğu meselesi” olarak ifade ettikleri Kürt sorununu tanımlarken kullanmaya başladılar. Bu kavramları kullanan aydın ve siyasetçiler sağ muhafazakâr kesimden gelenlerdi.

“Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramının siyasi literatüre girişinin, Kürt sorunuyla direk bir bağlantısının olduğunu söyleyemeyiz. Bu kavram, ilk kez “Türkiyeli Cemaat”, Türkiyeli Cemaatler” ve “Türkiyeli Gayrimüslimler” olarak Ağustos 1915’de İttihat ve Terakki Partisi Hükümeti tarafından Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’nde, günümüz Türkçesiyle Özel Okullar Kanunu’nun üç ayrı maddesinde kullanılmış.[1]

Daha sonra 1922-24 yılları arasında, Birinci TBMM döneminde anayasa taslağı başta olmak üzere, birçok kanun maddelerinde “Türkiyeli” kavramından söz edilmeye devam edilmiştir. Siyasi tarih araştırmacılarının genel yorumu, “Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramlarının “Osmanlılık” kavramıyla eş anlamlı olup, onun devamı niteliğinde olduğudur.

Tarihsel süreç içinde Osmanlılık kavramının gündeme geldiği dönem, imparatorluğun dağılma sürecinin hızlandığı dönemdir. Osmanlı, imparatorluğun toprak bütünlüğünü sağlayabilmek için, Osmanlılık tanımını bir ortak kimlik, başka bir deyimle ortak harç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bütün çabalara karşın ortak harç tutmamış, Osmanlı 1908 ile 1913 arasında Ortadoğu ve Balkanlar’daki topraklarının üçte birini kaybetmiştir.

Türkiyeli kavramının kronolojik kullanımını takip ettiğimizde, T.C’nin kuruluş aşaması ve onu izleyen 1925 Şeyh Said başkaldırısından sonra devlet literatüründen kalktığını görüyoruz. Çok partili döneme geçildikten yaklaşık yirmi yıl sonra, Türkiyeli kavramı yeniden telaffuz edilmeye başlanıyor.

Fakat bu söylemin sahibi artık devlet tarafı değildir. Devletin varlıklarını ve haklarını tanımadığı, kendine Kürt de diyemeyen, devletin onlar için Kürtçü dediği, ”Şarklı, Doğulu” sağ muhafazakâr Kürt aydın ve siyasetçileridir. Devletin gözünde Kürtçü olanlar, Gayrimüslimler için kullanılan Türkiyeli kavramına sahiplenip, kullanmaya başlıyorlar.

40 yıl aradan sonra

Türkiyeli kavramının Kürt aydın ve siyasetçileri tarafından ne zaman ve nerede kullanıldığına ilişkin ulaştığım ilk tarih 30 Haziran 1964 ve yer TBMM’dir. Yaklaşık 40 yıl aradan sonra “Türkiyeliler” kavramı

Urfa Milletvekili Kemal Badıllı tarafından kullanılmış. Bu tarihten önce, Kürt aydın ve siyasetçilerinin Türkiyeli kavramını kullandıklarına dair bir bilgi ve belgeye, yanılma payımı da ekleyerek ulaşamadım.

Kemal Badıllı’nın Türkiyeli kavramını kullanmasına vesile olan konu şudur: Ekim 1963’de İkinci İnönü Koalisyon Hükümeti’nin CHP’li İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, koalisyon ortağı Yeni Türkiye Partisi’nden Sağlık Bakanı Diyarbakır milletvekili Yusuf Azizoğlu’nu “Kürtçü derneklere ve şahıslara yardım ettiği” suçlamasında bulunur. TBMM’de “Doğu Meselesi” başlığı altında, adı konmadan Kürt sorunu bağlamında yoğun tartışmalar yaşanır. Aynı partiden Urfa Milletvekili Kemal Badıllı, ülkede Kürtçülük davası var mıdır, yok mudur tartışmalarına cevabını da içeren, Yusuf Azizoğlu lehine bir konuşma yapar. Badıllı’nın 30 Haziran 1964 yılında TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada, Kürtçülük diye bir sorunun olmadığını, sorunun Şark, Garp, iktisadi ve kültürel mesele olduğunu söyler. Badıllı konuşmasını “Yaşasın Türkiye ve yaşasın Türkiyeliler” cümlesiyle sonlandırır. (TBMM Tutanakları: B 14, 30.6.1964, 0:2)

Buna karşın, Aralık 1959’da aralarında sağ ve sol görüşlü 49 Kürt aydınının tutuklanarak açılan meşhur 49’lar Davası savunmalarında Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramının bir şekilde geçmesi veya ima edilmesi gerekir diye düşünürken, bu kavramın davanın sanıkları tarafından kullanılmadığını görüyoruz.

Daha sonra Türkiyelilik kavramı, 1965 yılında sağ muhafazakar Kürtlerin kurduğu illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ne yönelik Ocak 1968’de yapılan operasyon sonucu 27 kişi hakkında açılan davada geçer. Bu davanın sanıklarından Şakir Epözdemir, Kasım 1969 yılında mahkemeye sunduğu yazılı savunmasında, “Türkiye’de yaşayan tüm halkların hak eşitliği esaslarına dayanan Türkiyelileşmeye evet, ama ırkçı bir gayeye dayanan Türkiyelileşmeye hayır” belirlemesinde bulunur.

Türkiyeli, Türkiyelilik, Türkiyelileşme kavramları, artık sıklıkla hem sağ hem de sol Kürt siyasal çevreleri tarafından, 1960’ların ortalarından itibaren kullanılmaya başlanır. Türk Sol hareketi ise Türkiyeli kavramı yerine “Türkiye halkları” kavramını kullanır.

Türkiyelilik ne devlet, ne de Kürtler için inandırıcı

Devlet söyleminde Kürtçülük, ayrılıkçılık anlamına gelmektedir. Dönemin “Doğulu” aydın ve siyasileri, Kürtçülük ve ayrılıkçılık suçlamalarına, hem siyasi hem de hukuki savunma aracı olarak Türkiyelilik kavramına sahip çıkarlar. Devletin gazabından kurtulmak için, biteviye ayrılıkçı, bölücü olmadıklarını ispat etmek gayreti içinde olurlar. Türkiyeli kavramı, ortak vatan anlamında kullanılır. Ancak Türkiyelilik ne devlet, ne de Kürtler için inandırıcı olur. Bugün de durum aynıdır.

Oysaki bütün ulusal sorunlarda ayrılma veya birliktelik, eşit ağırlıkta iki temel ögedir. Ayrılacak veya birlikte yaşayacak uluslar, bunlardan birini tercih ederler. İkisi de pozitif anlam taşır. Fakat egemen ulus iktidarı, ayrılma hakkını negatif bir algı içinde ele alarak, sadece birlikteliği öne çıkarır, ayrılığı ihanet ve kalleşlik olarak itibarsızlaştırır.

Bu kabullenmenin Kürt siyasal hareketindeki kökleri, 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdulkadir’in başını çektiği ve Kürtlerin geleceklerini Osmanlı’da gören anlayışın devamı olduğu yorumları sıklıkla yapılır. Günümüzde de Kürtlerin geleceğini Türkiye’de gören Türkiyeli Kürt aydınlar kategorisi de bu çizginin devamıdır.

Ayrıca Kürt sorununa ilişkin ilk düşünce üreten ve siyasal örgütlenmeye gidenlerin Kürt sağ muhafazakâr kesimi olduğunu belirtmekte yarar vardır. Bir başka deyişle Kürt hareketinin sağdan sola doğru geliştiği yorumları bu manada kayda değerdir.

Kürt hareketine yönelik politik ve örgütsel iskân tezi

Bugün ise genel seçimlere HDP’nin parti olarak katılma kararıyla birlikte, HDP bileşenleri içinde yer alan ve parti içinde Kürt tabanını temsil eden PKK çevresinin, Türkiyeli, Türkiyelilik kavramı içinde olup olmadığı çokça tartışılıyor. Yine HDP’nin ne derece Türkiye partisi ve Kürt hareketinin de ne kadar Türkiyeli olabileceği de tartışılıyor. Bu tartışmanın başını iktidar partisi ve liberaller çekiyor. Özellikle HDP’nin şahsında PKK, Türkiyelilik sınavına tabi tutuluyor.

Kürt hareketinde Türkiyeli ve Türkiyelilik tartışması, ne HDP’nin oluşumu, ne de genel seçimlerle gündeme gelmiş değil. PKK’nin “Bağımsız Kürdistan” tezinden vazgeçerek veya vazgeçtirilerek “Demokratik Özerklik” tezine sarılmasıyla, Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramı ilk defa hem muktedir, hem de mağdur tarafından birlikte dillendiriliyor. Kuşkusuz bu, devletin ve PKK’nin Türkiyelilik kavramından aynı şeyleri anladıkları anlamına gelmiyor.

İttihat ve Terakki’den günümüze gelen Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramlarının esası, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum ve Çerkes halklarının egemen Türk ulusuyla eşit hak ve sorumluluklara sahip olmasından ziyade, T.C’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir söylemdir. Bu söylem, parçalanan Kürdistan’ın siyasal ve coğrafik bütünlüğünü dışlayan, Kürtlerin ulusal birlik ve ayrılma haklarını da ipotek altına almayı hedeflemektedir.

Bir başka deyişle Türkiyelilik, politik ve örgütsel anlamda Kürt siyasal hareketini Türkiye’ye entegre etme tezidir.

[1] Baskın Oran, “Türk” teriminin öyküsü. 2014


60157

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Sayfalar