Salı Mayıs 28, 2024

Kürtlerde 'Türkiyelilik' :Çetin Çeko

İttihat ve Terakki’den günümüze gelen Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramlarının esası, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum ve Çerkes halklarının egemen Türk ulusuyla eşit hak ve sorumluluklara sahip olmasından ziyade, T.C’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir söylemdir.

Kürt aydınları ve siyasetçileri “Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramlarını, 1960’ların ilk yarısından itibaren “Şark, Doğu meselesi” olarak ifade ettikleri Kürt sorununu tanımlarken kullanmaya başladılar. Bu kavramları kullanan aydın ve siyasetçiler sağ muhafazakâr kesimden gelenlerdi.

“Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramının siyasi literatüre girişinin, Kürt sorunuyla direk bir bağlantısının olduğunu söyleyemeyiz. Bu kavram, ilk kez “Türkiyeli Cemaat”, Türkiyeli Cemaatler” ve “Türkiyeli Gayrimüslimler” olarak Ağustos 1915’de İttihat ve Terakki Partisi Hükümeti tarafından Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’nde, günümüz Türkçesiyle Özel Okullar Kanunu’nun üç ayrı maddesinde kullanılmış.[1]

Daha sonra 1922-24 yılları arasında, Birinci TBMM döneminde anayasa taslağı başta olmak üzere, birçok kanun maddelerinde “Türkiyeli” kavramından söz edilmeye devam edilmiştir. Siyasi tarih araştırmacılarının genel yorumu, “Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramlarının “Osmanlılık” kavramıyla eş anlamlı olup, onun devamı niteliğinde olduğudur.

Tarihsel süreç içinde Osmanlılık kavramının gündeme geldiği dönem, imparatorluğun dağılma sürecinin hızlandığı dönemdir. Osmanlı, imparatorluğun toprak bütünlüğünü sağlayabilmek için, Osmanlılık tanımını bir ortak kimlik, başka bir deyimle ortak harç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bütün çabalara karşın ortak harç tutmamış, Osmanlı 1908 ile 1913 arasında Ortadoğu ve Balkanlar’daki topraklarının üçte birini kaybetmiştir.

Türkiyeli kavramının kronolojik kullanımını takip ettiğimizde, T.C’nin kuruluş aşaması ve onu izleyen 1925 Şeyh Said başkaldırısından sonra devlet literatüründen kalktığını görüyoruz. Çok partili döneme geçildikten yaklaşık yirmi yıl sonra, Türkiyeli kavramı yeniden telaffuz edilmeye başlanıyor.

Fakat bu söylemin sahibi artık devlet tarafı değildir. Devletin varlıklarını ve haklarını tanımadığı, kendine Kürt de diyemeyen, devletin onlar için Kürtçü dediği, ”Şarklı, Doğulu” sağ muhafazakâr Kürt aydın ve siyasetçileridir. Devletin gözünde Kürtçü olanlar, Gayrimüslimler için kullanılan Türkiyeli kavramına sahiplenip, kullanmaya başlıyorlar.

40 yıl aradan sonra

Türkiyeli kavramının Kürt aydın ve siyasetçileri tarafından ne zaman ve nerede kullanıldığına ilişkin ulaştığım ilk tarih 30 Haziran 1964 ve yer TBMM’dir. Yaklaşık 40 yıl aradan sonra “Türkiyeliler” kavramı

Urfa Milletvekili Kemal Badıllı tarafından kullanılmış. Bu tarihten önce, Kürt aydın ve siyasetçilerinin Türkiyeli kavramını kullandıklarına dair bir bilgi ve belgeye, yanılma payımı da ekleyerek ulaşamadım.

Kemal Badıllı’nın Türkiyeli kavramını kullanmasına vesile olan konu şudur: Ekim 1963’de İkinci İnönü Koalisyon Hükümeti’nin CHP’li İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, koalisyon ortağı Yeni Türkiye Partisi’nden Sağlık Bakanı Diyarbakır milletvekili Yusuf Azizoğlu’nu “Kürtçü derneklere ve şahıslara yardım ettiği” suçlamasında bulunur. TBMM’de “Doğu Meselesi” başlığı altında, adı konmadan Kürt sorunu bağlamında yoğun tartışmalar yaşanır. Aynı partiden Urfa Milletvekili Kemal Badıllı, ülkede Kürtçülük davası var mıdır, yok mudur tartışmalarına cevabını da içeren, Yusuf Azizoğlu lehine bir konuşma yapar. Badıllı’nın 30 Haziran 1964 yılında TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada, Kürtçülük diye bir sorunun olmadığını, sorunun Şark, Garp, iktisadi ve kültürel mesele olduğunu söyler. Badıllı konuşmasını “Yaşasın Türkiye ve yaşasın Türkiyeliler” cümlesiyle sonlandırır. (TBMM Tutanakları: B 14, 30.6.1964, 0:2)

Buna karşın, Aralık 1959’da aralarında sağ ve sol görüşlü 49 Kürt aydınının tutuklanarak açılan meşhur 49’lar Davası savunmalarında Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramının bir şekilde geçmesi veya ima edilmesi gerekir diye düşünürken, bu kavramın davanın sanıkları tarafından kullanılmadığını görüyoruz.

Daha sonra Türkiyelilik kavramı, 1965 yılında sağ muhafazakar Kürtlerin kurduğu illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ne yönelik Ocak 1968’de yapılan operasyon sonucu 27 kişi hakkında açılan davada geçer. Bu davanın sanıklarından Şakir Epözdemir, Kasım 1969 yılında mahkemeye sunduğu yazılı savunmasında, “Türkiye’de yaşayan tüm halkların hak eşitliği esaslarına dayanan Türkiyelileşmeye evet, ama ırkçı bir gayeye dayanan Türkiyelileşmeye hayır” belirlemesinde bulunur.

Türkiyeli, Türkiyelilik, Türkiyelileşme kavramları, artık sıklıkla hem sağ hem de sol Kürt siyasal çevreleri tarafından, 1960’ların ortalarından itibaren kullanılmaya başlanır. Türk Sol hareketi ise Türkiyeli kavramı yerine “Türkiye halkları” kavramını kullanır.

Türkiyelilik ne devlet, ne de Kürtler için inandırıcı

Devlet söyleminde Kürtçülük, ayrılıkçılık anlamına gelmektedir. Dönemin “Doğulu” aydın ve siyasileri, Kürtçülük ve ayrılıkçılık suçlamalarına, hem siyasi hem de hukuki savunma aracı olarak Türkiyelilik kavramına sahip çıkarlar. Devletin gazabından kurtulmak için, biteviye ayrılıkçı, bölücü olmadıklarını ispat etmek gayreti içinde olurlar. Türkiyeli kavramı, ortak vatan anlamında kullanılır. Ancak Türkiyelilik ne devlet, ne de Kürtler için inandırıcı olur. Bugün de durum aynıdır.

Oysaki bütün ulusal sorunlarda ayrılma veya birliktelik, eşit ağırlıkta iki temel ögedir. Ayrılacak veya birlikte yaşayacak uluslar, bunlardan birini tercih ederler. İkisi de pozitif anlam taşır. Fakat egemen ulus iktidarı, ayrılma hakkını negatif bir algı içinde ele alarak, sadece birlikteliği öne çıkarır, ayrılığı ihanet ve kalleşlik olarak itibarsızlaştırır.

Bu kabullenmenin Kürt siyasal hareketindeki kökleri, 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdulkadir’in başını çektiği ve Kürtlerin geleceklerini Osmanlı’da gören anlayışın devamı olduğu yorumları sıklıkla yapılır. Günümüzde de Kürtlerin geleceğini Türkiye’de gören Türkiyeli Kürt aydınlar kategorisi de bu çizginin devamıdır.

Ayrıca Kürt sorununa ilişkin ilk düşünce üreten ve siyasal örgütlenmeye gidenlerin Kürt sağ muhafazakâr kesimi olduğunu belirtmekte yarar vardır. Bir başka deyişle Kürt hareketinin sağdan sola doğru geliştiği yorumları bu manada kayda değerdir.

Kürt hareketine yönelik politik ve örgütsel iskân tezi

Bugün ise genel seçimlere HDP’nin parti olarak katılma kararıyla birlikte, HDP bileşenleri içinde yer alan ve parti içinde Kürt tabanını temsil eden PKK çevresinin, Türkiyeli, Türkiyelilik kavramı içinde olup olmadığı çokça tartışılıyor. Yine HDP’nin ne derece Türkiye partisi ve Kürt hareketinin de ne kadar Türkiyeli olabileceği de tartışılıyor. Bu tartışmanın başını iktidar partisi ve liberaller çekiyor. Özellikle HDP’nin şahsında PKK, Türkiyelilik sınavına tabi tutuluyor.

Kürt hareketinde Türkiyeli ve Türkiyelilik tartışması, ne HDP’nin oluşumu, ne de genel seçimlerle gündeme gelmiş değil. PKK’nin “Bağımsız Kürdistan” tezinden vazgeçerek veya vazgeçtirilerek “Demokratik Özerklik” tezine sarılmasıyla, Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramı ilk defa hem muktedir, hem de mağdur tarafından birlikte dillendiriliyor. Kuşkusuz bu, devletin ve PKK’nin Türkiyelilik kavramından aynı şeyleri anladıkları anlamına gelmiyor.

İttihat ve Terakki’den günümüze gelen Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramlarının esası, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum ve Çerkes halklarının egemen Türk ulusuyla eşit hak ve sorumluluklara sahip olmasından ziyade, T.C’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir söylemdir. Bu söylem, parçalanan Kürdistan’ın siyasal ve coğrafik bütünlüğünü dışlayan, Kürtlerin ulusal birlik ve ayrılma haklarını da ipotek altına almayı hedeflemektedir.

Bir başka deyişle Türkiyelilik, politik ve örgütsel anlamda Kürt siyasal hareketini Türkiye’ye entegre etme tezidir.

[1] Baskın Oran, “Türk” teriminin öyküsü. 2014


60251

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar