Pazartesi Mayıs 20, 2024

Kolektif çalışmanın önemi üzerine -2-

Kolektifte kendini yaşamanın değil, kendinde kolektifi yaşatmanın  adı olmak…..

Temelleri sağlam bir devrimcilik öncelikle partili duruşta yaşam bulur. Bu duruş, her düzeyde yoldaşın sürekli olarak üzerinde düşünmesi gereken bir konudur. Uzun zamandır kolektifimiz hem “içeriden” hem de dışarıdan yoğun bir saldırı ile yüz yüzedir. Ve halen de bu saldırılar devam etmektedir. Egemen sınıfların kolektifimize saldırmaları, onların sınıf tavrını ortaya koyması bakımından oldukça anlaşılırdır. Sınıf mücadelesinin doğası gereğidir. Çünkü kolektifimiz bu sistemin temellerine yönelen, sınıf tavrını açıkça ortaya koyan, berrak ve bir o kadar da bilimsel bir bakış açısına sahiptir. Fakat bunun yanında “içeri”den de burjuvazinin içimizdeki uzantıları olan, kendi varlıklarını kolektifin varlığının üzerinde gören darbeci-tasfiyeci klik saldırılarına devam etmektedir.

Bu bağlamda tasfiyecilik olgusunu özgün bir alan olarak gündelik yaşamımızda incelemek önemli bir yerde durmaktadır. Çünkü nehir bir gecede donmayacağı gibi bir anlayışın çizgi haline gelmesi de bir gecede olmaz. Küçük küçük birçok örgüt dışı yaklaşımın zamanla birleşerek ve büyüyerek örgüt karşısında konumlanmasının kökleri tam da gündelik yaşamdadır. Elbette biz gündelik yaşam derken herhangi bir yaşamdan bahsetmiyoruz; tam da çalışmalarımızın vücut bulduğu pratik çalışmalardır söz konusu olan.  Her gün bir şekilde dahil olduğumuz çalışmalarımız, örgüt anlayışımızın şekillendiği ve kalıba döküldüğü esas alanlardır. Devrimciliğe başladığımız andan itibaren kurumumuzu bu çalışmalar içerisinde tanır veya buradan doğru kolektif anlayışı derinleştiririz.  Bu açıdan gündelik faaliyetler, aynı zamanda kolektifin de tek tek kişileri tanıdığı ve bir örgütlenme politikası geliştirdiği alan olmak zorundadır. O açıdan gündelik faaliyetlerin önemi kavramak ve çıkan her sorunun üzerinde ciddiyetle durmak geleceği kazanmak için önemlidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; örgütlü bir yapıda olmazsa olmaz olan “demokrasi ve merkeziyetçilik, özgürlük ve disiplin, irade ve kişisel gönül rahatlığı” konularında kafa açıklığına sahip olunmaması, yanlış hareket ve pratiklerin doğmasına neden olmaktadır. Güçlü bir kavrayış birliği olmayan yerde sağlam bir hareket birliği de olamaz. Ortak hareket birliğinin yaratılamamasının esas ve temel nedeni, ortak kavrayışa sahip olamamaktır. Yani görev ve sorumlulukların bilincine varılması ortak kavrayışın, irade ve eylem birliğinin yaratılması bağlamında zorunludur.

Küçük burjuvazinin, kavrayış ve hareket birliğiyle proletaryanın kavrayış ve hareket birliğinin benzer ve ortak olması elbette düşünülemez. Bundandır ki tepki ve itirazlar, küsme ve alınganlıklar, kırılma ve dargınlıklar gösterilmekte; ilke ve kurallara uymayarak disiplini bozma, görevi canla başla yapmama, sürekli kendini tartıştırma, sorunları kendi dışında ele alma, müdahaleye kendini kapatma, kendi dışına müdahale etmeme, yanlışlarla uzlaşma faaliyet değerlendirme toplantılarında konuşmama gibi birçok biçimde ciddi bir tepkisellik ortaya çıkmaktadır. Tüm bu sorunların kaynağında subjektif bakış açısı vardır. Sorunları kişiselleştirerek, gelen eleştirileri kişisel zemine çekerek karşılama vb. ortaya konan yaklaşımlar kendini yaşama halinin tipik bir göstergesidir. Kendini yaşama hali de bir kavrama ve bilince  çıkarma halidir. Kolektifle kurulan ilişkinin düzeyi ve çapını belirler. Hiçbir sorun ve hatamız bireysel değildir. Hata ve sorunları çevreleyen koşulları düşündüğümüzde veya bir kolektifin sınırları içerisindeysek başarılarımızda olduğu gibi başarısızlıklarımızın da kolektife  yani bize ait olduğunu  bilmemiz gerekir. İrade ve eylem birliğinin önündeki engellerden biri de başarılarda olduğu gibi başarısızlıklarımızı da kolektif bir tarzda sahiplenemememizdir. Sahiplenmek uzlaşmak değildir, tam tersine hata yapılan koşulları ortak bir akılla tersine çevirebilme iradesinin açığa çıkarılması ve ilan edilmesidir. Anlatılmaya çalışılan dışarıya kamuoyuna verilen resim değil, kendi içimizde yarattığımız/yaratacağımız tablo ile ilgilidir.

Kolektif çalışma tarzının harcı sınıf ve parti bilinci

Yaşamı bir çelişki olarak tarif ettiğimize göre faaliyetle birey arasında, tek tek bireylerin kendi aralarında birçok çelişki açığa çıkmakta ve bu çelişkiler ideolojik arenada mücadele sahasına dönüşmektedir. Ortaya çıkan çelişkiler, çeşitli yöntemlerle çözülmeye çalışılmakta veya çözülemediği oranda derinleşerek farklı bir şeye dönüşmektedir. Sorunları çözme yöntemimiz nasıl bir devrim, sınıf ve parti bilincine sahip olduğumuz noktasında mihenk taşıdır. Bununla beraber ve buna gelmeden önce tek tek her birey özgülünde sorunlar karşısında ortaya konan tavır iddialarımızın sınırlarını belirler tespitini yapmalıyız. Yöntem sorunu çoğu zaman sorunların çözümü ile ilgili bir alanmış gibi görünür fakat bundan önce bir şeyler isteme ve onu almayla doğrudan alakalıdır. Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsak karşımızdakinden talep edeceğimiz şey de o doğrultuda olmak zorundadır. Bu konuda kendimize koyduğumuz her sınır kolektifi öteleyen, bireyi kolektifin önüne geçiren bir zeminin oluşturulması anlamına gelir. Kimler eleştirmez? Pratikte yetersiz kaldığını, diğeri kadar iş yapmadığını düşünenler, bireysel rahatlığını düşünenler, yoldaşını küçümseyenler vb. eleştiri yapmakta ya da değişimi istemekte zorlanırlar. Yani bireyin pratikte kendi önüne koyduğu her sınır, onun düşünce ve değerlendirme tarzına yansımaktadır.

Bu açıdan faaliyetlerimizde veya o faaliyeti örgütleme biçimimizde her bireyin ortak çabası üzerinden çalışmalarımızı kolektif emeğin bir parçası haline getirebilecekken çoğunlukla çalışmalarımız bir veya  iki yoldaşımızın neredeyse  tüm iş yükünü omuzlaması sonucu kotarılmak zorunda kalınıyor. Herkesten aynı oranda emek harcanmasını beklemek, bilimsel bir yaklaşım değildir. Çünkü herkesin kendi düzeyine göre bir farkındalık derecesi vardır. Öte taraftan genelde çok iş yaptığını düşünen yoldaşlar, bir süre sonra kendi varlığını kolektifin önüne geçirmekten bazı şeyleri kendilerine hak görmekten geri kalmamaktadırlar. İlk başlarda yoldaşlardaki emekçilik olarak özellikleri gibi görünen ama özünde yoldaşlara emek vermekten kaçınma, onların önünü açmada onlara güvenmeme halinin olduğunun ayırdına varmak gerekir. Birçok işi birlikte yapılabilecekken birey tek başına yapıyorsa orada farklı düşünceler var olabilir demektir bu. Sürekli ön planda olma isteği ve kariyerist yaklaşım, darbeci kişiliklerin yetişme zeminidir.  Böylesi çalışmalar bireyin popülaritesi artmakta kitlelerde ve yeni yoldaşlarda  kişiye göre bir şekilleniş ve eğilim doğurmakta; insanlar kolektifin değil bireyin çevresinde kümelenmektedir. Faaliyetlerimizde bireysel iş yapma ile kolektif çalışma tarzına yaklaşım  biçimimiz parti bilinci ile doğrudan alakalı bir konudur.

Fakat kolektif bilinci dediğimizde daha kapsamlı bir şeyden bahsetmiş oluruz. En yalın haliyle kolektif bilinci devrim yapabilmek için kurumun olmazsa olmazlığını ve bunun zorunluluğunu kavramaktır. Faaliyetimizde doğru bir çalışma tarzı için öncelikle belirleyici olan bu bilincin sağlam temeller üzerine bina edilmesidir. Bu da tüm çalışmalarımızın yönünü tayin eden iktidara yönelmedir. İktidar olmak için var olanı yıkmak ve bir sınıf tavrına sahip olmak gerekir. Klişeleşmiş bir ezber olarak “Devrim kitlelerin eseridir” cümlesini kurmadan önce o kitleleri bir araya getirecek olanların bir arada olmasını şart koşar. Toplumun en ileri kesimi olarak tarif edilen bizler üç kişi olarak birlikte bir işi yapmakta problem yaşıyorsak devrim için kitlelerin önemini kavradığımız söylenemez. Bütün bir çalışma, iktidar perspektifi ile ele alınmıyor ve onun bir parçası haline getirilmiyorsa orada bir sorun var demektir. Uzun zamandır saflarımızda bu bilinç noktasında ciddi kırılmaların olduğu bilinen bir gerçektir.

Tam da burada kolektif çalışmanın önemi üzerine değerlendirme yapacaksak eğer kolektif çalışma ile örgüt bilinci arasındaki bağı ve bunlar arasındaki ilişkiyi örgützemininde tahlil etmek gerekir. Çalışma tarzımızın bir işleyiş biçimi ve yaşam bulduğu bir zemin olduğu gibi bunu da aşan örgüt, kitle ve yoldaşlar ile kurulan ilişkinin yönünü de tayin eder. Az çok işleyişe hakim olan yoldaşlar, çalışma tarzı denildiğinde onun alt başlıklarını sıralamakta zorlanmayacaktır. Fakat saflarımızda bu başlıkların pratikte yani çalışmalarımızda kapladığı alan bir soru işaretidir. Gelinen aşamada çalışma tarzımızda kolektif bir tarzı yakalamanın önemini çok geri seviyelerde tartışıyor olduğumuz bilinmelidir. Bunun nedeni ise ideolojik politik yetersizliklerimizle beraber sınıf mücadelesi ile ilişkilenme düzeyimizdir. Ve devrimci saflarla yeni tanışmış tecrübesiz yoldaşlarımızın aksine yıllardır bu saflarda bulunan ve belli bir tecrübeye ulaşmış yoldaşlarımıza has bir sorundur. Ya da esas olarak böyledir.

Bir örgüt kültürü kazanmak ve bu doğrultuda şekillenmek öğrenilmesi gereken bir durumdur. Örgüt kültürü kendiliğinden oluşmaz. Ya öğrenilir ya da öğretilir ama her halükarda örgütlü olmayı şart koşar. Kişi kurum ile arasına koyduğu mesafe kadar örgütlüdür. Birey bir yandan hem çalışmalara katılıyor ama aynı zamanda kolektif ile arasına mesafe koyuyor ve daha fazla örgütlenmek için çalışmıyorsa devrimcilik içi boş bir iddiadır. Devrimcilik, eskiyi yıkma ve yeniyi inşa etme ise örgüt bu hareketin kumanda merkezi olmak zorundadır. Örgütlü olmak sadece bir hareketin hiyerarşisi içinde olmak değildir, birlikte-aynı yöne yürüyebilme kabiliyetinin de kazanılmasıdır. Birlikte yürüyebilmek için de aynı şeyleri istemek gerekir. Yani yaşam bize düşüncesi bizimle olmayanın eyleminin de bizim olmayacağını defalarca kez öğretmiştir. Bunun için sorun çok iş yapmak değil ama hep yapabilmek için aynı amaç doğrultusunda aynı hedefe doğru yürüyebilmektir.

Sınıf mücadelesi açısından ülkemizde devrimcilik kolay şartlar altında sürdürülmedi hiçbir zaman. Hele günümüzde faşizmin topyekün saldırısı altında devrimcilik için şartlar her zamankinden daha fazla ağırlaşmış bulunmaktadır.  Bu durum aynı  zamanda bir arada durmanın nedenlerini güçlendiren bir etken olmak zorundadır. Bu zorunluluğu kavramak kolektif ruhu çalışmalarımızın dinamosu haline getirmekle olabilir. (Bitti)

http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kolektif-calismanin-onemi-uzerine-1

21012

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Sayfalar