Salı Mayıs 21, 2024

Kıvılcımları Çoğaltmalıyız!

Özellikle, 2013 yılından bu yana baskıları artırarak iktidarını sürdüren Erdoğan hükmetinin, hükmetme sınırları giderek daralıyor. Ekonomik-politik olarak sıkıştıkça, içerdeki baskıları artırarak, kendini ayakta tutmaya çalışan bir iktidarın, dayanma gücü; kitlelerin ekonomik ve özgürlük taleplerinin şiddetiyle sınırlıdır.

Kitlelerin ekonomik ve özgürlük talepleri arasına sıkışan faşist bir iktidarın ömrü de sonsuz değildir.

Faşist AKP hükümetinin  politik ömrü, Haziran Ayaklanması (2013) sırasında bitmişti. İktidar ömrünü, egemen sınıflar arasında yeni bir ittifak siyaseti izleyerek ömürünü uzatmaya girişti. Türk mali sermayesi de Erdoğan başkanlığındaki hükümetin devrilmesinden yana değildi. Bir taraftan yoğun bir Kürt düşmanlığı politikasını geliştirerek, milliyetçi-ırkçı kesimleri yanına çekmek ve iktidarın ömrünü uzatıcı, halk içinde bir kutuplaşma yaratmak, bir yandan ise, ülkedeki tüm demokrasi güçlerine yönelik (akademisyen, öğrenci, aydın, yazar ve diğerleri) sindirme opreasyonu taktiğini geliştirdi. Bu taktikte gelinen aşamada sınırına dayanmış durumda.

Aşırı devlet terörü de, iktidara yeni bir ömür katmıyor; tersine, güç kayıbını hızlandırıcı bir rol oynuyor. Devlet teröründen ve aşırı hak kayıplarından ve haksızlıklardan, sadece bir avuç sermaye sahibi hariç, bütün kesimler etkileniyor. Bu terör ve baskıların bir kısmı burjuva muhalefete de ister istemez uzanıyor. Her ne kadar burjuva muhalefetin “muhalefetliği”  sermayenin çizdiği sınırlar içinde kalsa da, taban baskısı, onlarında zaman zaman “çığlık” atmasına neden oluyor.

Burjuva muhalefetin muhalefetliği; kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerini kazanmak için daha ileri hareket etmelerinin önünde engel oluşturcu, sistemi koruma taktiği olarak, sınıflararası mücadelenin politik arenasında kararlı mevzileniş olarak öne çıkıyor.

İktidarın sadece şiddetle kitlelere cevap vermesi; miadını çoktan doldurmuş toplumsal bir sistemin, midanı doldurmuş bir iktidarının son çırpınışları olarak öne çıkmaktadır.  Sermaye kesimleri de bunu gördükleri için, “reform” vaatleri;   Devletin tüm organ ve kurumlarıyla adi bir gangaster çetesi durumuna gelmiş iktidarın ömrünü uzatma çabaları olarak görülüyor. Ancak, pandemi koşullarında derinleşen ekonomik krizle, burjuvazinin halka ağır sömürü ve devlet teröründen başaka şimdilik -özellikle bu iktidarla- vereceği bir şeyleri olmadığını da çok iyi biliyorlar. Bu nedenle de, devlet terörü altında tüm demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesini tek seçenekleri haline getirmişler. Ta ki, kitlelerin bu gidişata dur deyip tersine çevirmesine kadar.

Faşist iktidarın burjuvaziyi düzlüğe çıkarma çabaları, ona karşı oluşan demokratik cephenin gelişmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Kutuplaştırarak saflarında tuttuğu ve nötrilize ettiği kesimlerde artık onun etki alanından hızla uzaklaşıyor.

Taban Uyanıyor, Kıvılcımlar Çoğalıyor

Son zamanlarda işçi hareketlerindeki artışa öğrenci hareketlerindeki artış eşlik ediyor. Bunlar, daha geniş bozkırların alev alması için bir kıvılcım olabilir. Çünkü işçi ve emekçilerin, aydınların ve hatta liberallerin bile karşı karşıya kaldığı politik özgürlüklerin gaspı ve devlet terörünün yanında, ekonomik baskılarda artık çekilmez duruma geldi. Özellikle devlet törörü öyle bir hal aldı ki; toplumun büyük bir kesimi, can güvenliği korkusu yanında, nerde ne zaman tutuklanacağını bekler oldu. Çünkü ortada bir burjuva anayasası ve burjuva kanunları dahi yok.

Politik özgürlüklerin gasp edilmesine eşlik eden devlet terörüne koşut olarak gelişen ekonomik baskılar, hak gaspları, geniş işçi ve emekçi kesimler açısından dayanılır olmaktan çıktı. Halkın alım gücü alabildiğine geriledi.

Boğaziçi Üniverstesi’ndeki gelişen olaylar, öğrencilerin haklı protesto eylemleri ve bunun arkasından estirilen devlet terörü, bütün yandaş tv kanalları eşliğinde ev baskınları, duvar ve kapıların özel timler eşliğinde kırılması; bütün direniş odakları başta olmak üzere, işçi ve emekçilere verilmek istenen bir gözdağı terörü olarak öne çıktı. Bu, devrimci kıvılcımın bütün alanlara yayılmasını daha baştan önleme vahşetidir. Devlet, küçük bir kıvılcımın genişleyerek bütün alanlara yayıldığını, 1968’den, 70’lerden, 15-16 Haziran’dan, Maden Direniş’lerinden ve en sonucu olarak GEZİ’den biliyor.

Toplumsal miadı dolan sistemler ve onların iktidarları, ancak, savaş ve şiddetle ilerleyebiliyorlar ki, bununda belli bir sınırı var: Kitlelerin devrimci karşı koyuşu ve kendi kaderlerini kendi ellerine almaları gerçekliği...

Bugün azımsanmayacak irli ufaklı bir direniş söz konusudur ülkede. Kimi bin gündür direniyor, kimi tek tek açlık grevleri, oturma eylemleriyle, cezaevlerindeki direnişlerle cevap olmaya çalışıyor devlet terörüne. Bunların birleşmesi, birleştirilemsi şart. Birleşmesinin nesnel koşulları her zamankinden daha fazla. Tüm subjektif ve örgütlü çabaları, faşizme karşı güç birliği temelinde,  bu yönde yoğunlaştırmak ve kazanılması gereken bu savaşı kazanmak  bir elzemdir.

Faşist devletin terörüne rağmen, bir kıvılcım dolaşıyor ülkenin her köşesinde, nerede ne zaman alevlenip bütün ülkeyi kapsayacağını söylemek zor olsada, bu kıvılcımın bir yanar dağ alevine dönüşeceği çokta uzak değil gibi...

12.01.2021

2237

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar