Pazar Mayıs 5, 2024

Kartal Bürosu Düştü

Her teslim olmuş ruha baktığınızda onda muhakkak sistemi yücelten sözler... davranışlar... bulursunuz.

Örgütlülerin örgütlüğü örgütsüzlerin çenesini yorarmış derler. Varsın gene de olsun.

Büronu aç ki yüzünü görem. Büronu aç ki yüzünü görem. Sana bir mendil verem. Sana bir mendil verem.

Hava sıcak, toplum gergin,  siyaset çatışmada...

Biraz saygı. Biraz.

Nelere razı edilir hale getirilmedik ki.

Haftanın her günü büronuzu açamıyorsanız bari haftanın son dört günü açıktır yazısı kapıya asma inceliği  gösterin o da halka yeter. Parmaklarımızla haftanın son dört günü hesaplayıp bulmaya dahil hazırız.

Düşünün bir kez seksen bir vilayetin sadece ve sadece yedisinde bürosu olan bir gazetede / dergide ne beklersiniz.

Mümkünatı varsa yirmi dört saat açık olması değil mi ?

İyi ki cin ali serisinin tümünü bitirmemişim.

Bitirseydim şimdi dönüp bürolarınızı açık tutamıyorken baba siz bize pratik yerine teori mi satıyorsunuz diye sormaz mıydım?

Ama dediğim gibi cin alinin serisini bitirmedim.

Bu yüzden de......

Pratikte biz örgütsüzlerde teori de.

Sonunda bari alanlarda göremiyorum  yine işsiz de kalmışken yeni bulacağım iş kolektiflere yakın olsun dedim.

Kartal'da işe girdim.

Ardından da hele kolektifliğe gidem dedim.

Sabahın yedi buçuğunda işten çıktım.Kartal yürüyerek yirmi otuz dakika. Sabahın  sekizinde de işçilerin devrim gerçekleştireceği tutacağı olmayacağına göre hiçbir kolektifliğin de yatağında kalkarak gelip büroyu açmayacağını düşündüm.

Eve gidip gelsem saatlerce.

En iyisi Kartal'a gitmek, büroyu bulmak, bu esnada da bu vesilesiyleydi Kartal'ı da gezmek daha güzel olur diye düşündüm

Kartal'a kadar yürüdüm.

Bu İstanbul'da küçük esnaf hala çok güçlü. Nüfusun neredeyse üçte biri kendi toprağı ve başkalarının toprağıyla ( iş yerinde ) geçimini sağlayan feodal kalıntılardan oluşuyor.

Büroya gidince büronun şeklini....karşılaştığım insanların sosyo ekonomik yapıdaki yerini, duruşunu, siyasi tavırlarını... yakında görecem.

Marks devrimin ünyesinin siyasette daha belirgin hala gelmesi için daima mücadele etti.

Vardım Kartal'a büroyu buldum, dolaştım, saat dokuz oldu büroya gittim.

Açık değil.

Onda gittim kapıyı vurdum, zile basdım yine açık değil.

Bir süre bekledim.Kapının yüzerinde açılıp açılmayacağına dahil yazı da yok. Zil bile duvara vidalı değil. Kablosuyla sarkıyor.

Çalışıp çalışmadığı bile belli değil.

Kapıyı alacaklı gibi de vuramıyorsun.

Zaten bir türlü de cevaplayamamışımdır neden bu kolektiflerin zillerle bir sorunu var diye.

Çoğunlukla zilleri ya bozuk olur ya da bozuk olup olmadığını anlayamayacağınız şekilde asılı durur.

Kapı vursanız da zili çalsanız da sesinizi duyurup duyuramadığınızı bilemeden sırtınızı döner çıkarsınız.

Birkaç zaman sonra yine işten çıktım Kartal'a gittim. Saat dokuzda büronun kapısını vurdum. Yine açık değil.

On oldu kapıyı vurdum. Bu sefer iyice kırılmış sadece düğme yeri kalmış zili çaldım. Bekledim.  

Ahh.. kapı açıldı.

İçeriye girip ohh.. demeye fırsat kalmadan.

Büroda bulunan iki arkadaştan biri çıkmaları gerektiğini söyledi.

Bir çay içtim içmedim.

Dokuzda gelmiştim şu an saat on.

Ne ara gelindi ne ara çay demlendi, sonuna yetiştim anlayamadım.

Yine de arkadaş sağ olsun çayımın yanına poğaça indirme nezaketinde bulundu.

Tabi ki dediğim gibi bir yaşamı çay bardağına sığdırırken de hayat tecrübesiyle kolektiflerin hızlı yaşantılarına, çıkmaları gerektiğine toplantılardan kalan zamanlarına yetişebilmek için hızlıca konuştum büroyu süzdüm.

Büro bildiğimiz klasik bürolardan.

Tam bir Türkiye tipi bolşevik bürosu.

Duvarlarda resimler, raflarda kitaplar.. dışarıda içeriye sesleri salan pencereyi kapattınız mı bambaşka bir dünya.

Eldeki telefonlar harici daha elektriğin bile keşfedilmediği zamandasınız.

Ne duvarda sizi koşarak dahil yetiştiremeyeceğiz metropellerde kitlelere yetiştirebilecek hiç olmasa  İnternet üzeri yayın yapan bir TV var ne de başka bir şey.

Maoistlikten öte bir şey,

Salt kendiliğindeciliğin içerisinde propaganda yapma...  gazete ulaştırma isteği.

Arkadaşla da hızlı hızlı konuşurken de birkaç gün önce de geldiğimi, açık olmadığı söyledim.

Arkadaş birkaç gün önce kapının çalındığını yetişemediğini söyledi.

Kapıda kalmamam için verdiği dergideki büronun telefon numarasını aramamı söyledi.

Telefon işi biraz bana saçma geldi.

Ama tabi ki benim yorulmamı kapıda kalmamı  istemediğinden böyle davrandı.

Yoksa büronun ne zaman açıldığının belli olmamasında ve yahutta daha çok alanda olmayı tercih ediyor olabileceklerinden büroyu alan olmaktan çıkarmış olabileceklerinden değil sadece ve sadece benim yorulmamı kapıda kalmamı istemediğinde böyle davrandı. 

Yoksam başka bir niyeti yok.

Neyse dediğim gibi çayı içtim içmedim kalktım.

İkinci teşebbüsümden de başarılı olup olamadığını bilemeden.

Birkaç zaman sonra bu seferde Kartal'a işim düştüğünden gelmişken de büroya uğrayayım dedim.

Saati sorduğum sarhoş bile uyanıp kafayı çakır keyf edip saati saniyesine kadar söylemişken bile yine büro kapalıydı.

Asli unsurları keyifcilerden mi seçmek gerekir nedir.

Bırakın kirayı....   büro insanın mülkiyeti olsa yine insanın yüreği sızlar. Bari kapalı olacağına kiraya verem de gazeteye getiri olsun der.

Bir değil... iki değil....  üç 

Saatlerce beklemeyi göze almama rağmen.

Saatlerce ve saatlerce

İşte pratik bu. İşte teoride bu. Ne bir örgütlülüğün yaşayabileceği ne de bir örgütlülüğün yaşayarak yazabileceği.

Saf biz sıradan insanlara mahsus bir şey bu. Hayatı her alanı bizzati yaşayarak yazmak, yolumuz çizmek.

Haa... yeri gelmişken de açık olsaydı bir şey değişecek miydi ?

Yok bir şey değişmeyecekti.

Zaten de sorun bu

Gelenlerle bir şey değişecek mi sorusunun altında gelenlerin kendileri gibi olup olmadığı.

Halbuki siyaset a politik davranışları da siyasetin malzemesi haline getirebilme sanatıdır.

Ulusalcıların yüzde on üç oy alması gibi. 

47372

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar