Perşembe Mayıs 9, 2024

Kapitalizm ve doğa

Bir lise öğrencisi kızın, dünyanin hızla bozulmasına dikkat çekmek için İsveç parlementosu önünde başlattığı „Fridays for Futura“ (Gelecek İçin Cuma Günleri) eylemi; Avrupa çapında öğrencilerin sahiplenmesiyle, iklim eylemleri yaygınlaşarak büyüyor.[1]

Ortaokul, lise ve üniversiteli gençlerin „Bizim Geleceğimizi Çalıyorsunuz“  çığlıkları ve her cuma yapmaya başladıkları „İklim Grevi“ eylemlerini, kapitalistlerin ciddiye alma olasılığı yok. Ciddiye alır gibi gözükmeleri, kitlelerin tepkileri yanı sıra, dünyanın iklimsel bozulmasının geri dönüşümsüz oluşunun  bilimsel verilerinin artık inkar edilemez oluşundandır.

Gençler kendi geleceklerini karanlık gördükleri için, geleceklerinin kirlenmesine ve çalınmasına karşı mücadele etmelerinden başka çareleri yok. Bunun farkındalar. Kapitalist sistem var olduğu sürece, doğanın katledilmesi önlenemez.

Kapitalistlerin, artı-değer elde etmek ve birbirleriyle ölesiye rekabet etmeleri nedenyile, gözlerinin „kăr“dan başka bir şeyi görme olasılığı söz konusu değildir. Kapitalizm kendi kirlettiği, tahrip ettiği ve katlettiği doğayı koruyamaz. Çünkü kapitalizmin ekonomi-politiği,  doğanın aşırı tüketilmesini, tahrip edilmesini ve ekolojik dengenin geri dönüşümsüz bozulmasını koşullar. 

Kapitalizm, tüm canlıların sadece „geleceğini çalmıyor“, tersine onu yok ediyor ve öldürüyor. Kapitalist sistemin devam etmesi, her geçen gün dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların da hızla yok olmasına neden olmaktadır. Öğrencilerin; „kapitalizm yaşatmaz öldürür“ diye meydanlarda haykırması bundandır.

Burjuvazinin en kalantorları her yıl olduğu gibi, bu yılda Davos’ta (22-25 Ocak 2019) „kapitalizmi kurtarma“nın yanında daha fazla palazlanmanın, daha fazla artı-değer elde etmenin ve elbette bununla beraber daha fazla doğayı yok etmenin planları için çokça konuştular. Gündemlerinde olan „İklim“ ise, aslında kendi ekonomi-politik iklimlerinden başkası değildi.

Kapitalizmin doğayla ilişkisi, onu daha fazla nasıl sömüreceği ve tüketeceğiyle ilgili olabilir. Doğayı korumak, ekolojik dengeleri bozacak üretimin durdurulması ve doğanın tahribatının önlenmesi konuları tekelci burjuvazinin gündemleri dışında kalır. Bu tür konuları, kamuoyunu oyalama ve aldatmak için yüksek maaşlı memurlarına basın açıklaması olarak bırakırlar. Doğayı katledenlerin, doğa koruyuculuğu, ağzında peynir olan Karga ile Tilki maslı gibidir. Burjuvazinin,  „doğayı koruma “ politikası, doğanın hala canlı kalan son kalıntılarını nasıl  yutacağı üzerindedir. Bu nedenle olacak ki, doğaya en fazla zarar verenler, doğaya en fazla karbon salan 1500 aşkın özel jetleriyle Davos’a teşrif etmişler.

BM İklim Protokolleri ve Yalanları

BM (Birleşmiş Milletler) nezdinde  11 Aralık 1997’de, Japonya’nın Kyoto kentinde çevrenin korunması için;  üçüncüsü düzenlenen, „Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi“ 2005 yılında yürürlüğe girmesi şartıyla imzalandı. Ancak, bu sözleşmeyi ABD imzalamasına karşın uymadı. Doğayı en fazla kirleten ve zarar veren ABD emperyalizmi, insanlığa adeta meydan okudu ve okumaya devam ediyor. Kanada ise önce „uyacağını“ söyledi, daha sonra ise bu protokoldan imzasını geri çekti. Çünkü Kanada tekelleri bütün ülkelerde doğaya en fazla zarar veren ve zarar verici faaliyetlerde bulunanlar olarak bilinmektedir.

Kyoto Protokolünün en önemli özelliği, atmosfere karbon salınım oranını 1990 yılının düzeyine çekmeyi öngörmesiydi. Elbette, bunun yarıya düşürülmesi bir yana, her yıl atmosfere karbon salınımı daha da arttı ve bilim insanları sıcaklığı „1,5 santigrat“[2] (endüstriyel öncesi duruma göre) ile sınırlanmasını önermek zorunda kaldılar. Eğer iki dereceye çıkarsa sıcaklık, „hepimiz batacağız“ uyarısında bulundular.

Doğanın kurtuluşu, insanın sömürü ve sınıfsal baskıdan kurtuluşundan ayrı değildir. „Bilim İnsanları“ öncelikle buna işaret etmelidir. Kapitalist ekonomi sürdükçe, dünya ısısının artışının 1,5 derce ile sınırlandırılması olası değildir.[3] Bilim insanlığı, burada, kapitalizm savunusuyla daha fazla çelişir durumundadır. Çünkü sorun, kapitalizmi kurtarmak değil, insanlığı ve onun geleceğinin kurtarmak esas olmalıdır. Ayrıca, ne yapılırsa yapılsın kapitalizmin kurtuluşu ve geleceği yoktur.

BM nezdinde her üç yılda bir yapılan „İklim Konferansları“ ne yazık ki, bir sonuca ulşamıyor ve ulaşamaz. Paris İklim Zirvesi (30 Kasım – 11 Aralık 2015) ve 2018 yılı sonunda Polonya’nın Katoviçe (Katowice) kentinde 2018 Aralık ayının başında yapılan 24. COP (İklim Değişikliği Konferansı) görüşmeleri ve sonuç, yine „iyi temenni“ dilemelerin ötesine gidememiştir ve gidemez de. Doğayı kirleten, onun canlılığını yok eden kapitalist üretim olanca hızıyla devam etmektedir. „İklim Zirveleri“nde zırvalayan burjuvazi ve onun maaşlı memurlarının, kitleleri oyalamanın ötesinde, ağızlarından tek doğru bir sözcük çıkmadı.

Kapitalizmin varlığı iklimle uyuşmamaktadır. Kapitalist üretim sistemine son verilmedikçe, doğa ve üzerinde yaşayanlarında kurtulma olasılığı ne yazık ki yoktur. BM’yi oluşturan ülkelerin bunu kabullenmesi kendi varlıklarını inkar olacağından, burjuvazi kendi kendine yok olmaz, yok edilmesi gerekiyor.

Yenlenebilir enerjinin sınırlılığı ve enerji üretiminin esas olarak fosil yakıtlarına dayanması, „bilimsel raporları“ da bilimsel olmaktan çıkarıyor.

Örneğin, Almanya’nın yenilenebilir enerji tüketimi %12 iken, %80‘i fosil yakıt, geri kalanı ise nükler enerjiden elde edilmektedir. AB ortalaması ise, yenilenebilir enerji kullanımın toplam oran içindeki payı %10 civarında. %85’ini ise fosil yakıt ve geri kalanını (%5 kadar)[4] nükler enerji kullanılıyor. Bu bilgilerin yanında Almanya’da sera gazı salınımı bir önceki yıla göre artmıştır. Almanya’da halkın çevre konusunda duyarlı olmasına karşın, dünyanın 4. Büyük kapitalist ekonomisinin durumu bu. Yani, burjuvazi kitlelere yalan söylüyor. Kapitalist sistemin doğayı tahribatının boyutu sürekli gizleniyor ya da manipüle ediliyor.

Türk egemen sınıfları doğanın talan ve tahribinde geri adım atmıyor. Toplam enerji üretimi içinde yenilenebilir enerjinin oranı yaklaşık %13 iken, geri kalanı ise fosil yakıt kullanımından tedarik ediliyor. Türkiye, Paris’te sera gazı salınımını azaltmayı vaadetmiş olmasına karşın, ancak, ekonomik veriler Türkiye’nin 2030 yılında sera gazı salımını 2015’teki seviyesine indirmesini söz konusu olmayacağı gibi, tersine, bunun iki katına çıkartacağını göstermektedir.

Kapitalizm koşullarında doğanın geridönüşümsüz tahribatı belki geciktirilebilir ama önlenemez. Öncelikle bunun bilinmesi gerekiyor. Bugün, doğa ve ekolojik dengelerin bozulmasını protesto eden kitlelerin bunu öğrenmesi ve ona göre hareket etmesi gerekiyor. Buna rağmen bütün dünya da kapitalizm tarafından doğanın tahrip edilmesine karşı protesto gösterileri artmaya devam etmektedir.

Doğanın tahribatına karşı kitlelerin duyarlılığı her geçen gün artması olumlu bir gelişme, ancak yeterli değildir. Çünkü, doğanın katili kapitalist sistemdir ve mücadelenin odağına bu sistemin yeryüzünden silinmesi ve yerine ise sosyalizm konmalıdır. 27.01.2019


[1] 26 Kasım 2018 tarihinde Almanya çapında yapılan „Fridays For Future“ eylemlerine 26 bin öğrenci katıldı. Yine 19 ve 25 Ocak 2019 tarihlerinde  55 şehirde yapılan gösterilere  30 binin üzerinde öğrenci katıldı. Yine Belçika’da 30 binin üzerinde ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri iklim için yürüdü.

 

[2] IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli -1988’de kurulmuştur-). „900 bilim insanı“ tarafından hazırlanan son ropar, gerçeğin tamamını ortaya koymaktan oldukça uzaktır. Karbon salımını sınırlamak, kapitalist rekabeti ve üretimi sınırlamak olacağından, sorunun özüne inme yerine, işi kısmi zararlarla yaşamaya devam edelim raporu hazırlamışlardır. Bkz. IPCC  Ekim 2018 (www.deutsches-klima-konsortuium.de/IPCC-ar6). Yine de IPCC’nin roporu dünya için SOS vermektedir.

[3] Bu konuda Marksist-Leninist Bir bakış açısıyla ele alınan, Stefan ENGEL’in  “Katastrophenalarm” (Felaketin Alarmı), sosyalist doğa anlayışını ve burjuvazinin doğayı nasıl felakate götürdüğünün bilimsel verileriyle ortaya koyan önemli bir eser.

[4] Rakamlar, Eurosat 2016’a ait.

 

16494

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Sayfalar