Cumartesi Mayıs 18, 2024

Kanlı eserinizle övünebilirsiniz

Tarih şahittir ki, Kobani protestolarında ortaya çıkan kanlı tablo AKP(DEVLET), HDP ve HÜDAPAR'ın ortak eseridir. Bilindiği gibi HDP ve KCK'nin çağrısıyla sokağa çıkan kalabalığa ilk kurşun Muş Varto'da sıkıldı ve bir genç polis kurşunuyla can verdi. Sinirler zaten gergindi, gencin ölüm haberi büyük bir öfke patlamasına neden oldı. Düzenin çarpıklıklarına ve adaletsizliğine karşı isyan halinde olan gençler ve halkın arasına karışan maskeli provokatörler birçok şehirde polislerle çatıştılar. Polislerin ölümcül saldırılarına HÜDAPAR'lıların silaha davranmaları da eklenince olaylar çığırından çıktı. Zembereğinden boşalan şiddet kırk civarında insanın hayatına mal oldu, yüzlerce insan kurşunlara hedef oldu, binin üstünde insan gözaltına alındı, binlerce işyeri ve araç molotoflarla yakılıp kül edildi.  

Bu cinayetlerin bir numaralı sorumlusu tartışmasız olarak AKP'dir. AKP, lafzı her ne olursa olsun taşıdığı felsefe ve dünya görüşü itibariyle IŞİD'in ikiz kardeşidir. Aynı ideolojiden ve kökten beslenmektedirler. AKP bugün eğer bir Ortaçağ rejimi kurup IŞİD gibi kafa kesmiyorsa, buna iç ve dış dengeler müsait olmadığındandır. Yoksa yürüttüğü ekonomik ve siyasi rejime muhalif olan herkesi İran Molla rejiminde olduğu gibi, "Allah düşmanı" diye yaftalayıp kafasını kanlı baltaların altına pekâlâ yatırır.

AKP, IŞİD ve bir kontra örgütlenmesi olan HÜDAPAR' dan oluşan gerici faşist kamp -kendi içinde bazı yöntem farklılıkları ve didişmeler olsa da- aslında bir bütündür. Birine karşı verilen mücadele ötekine karşı da verilmiş olur. Bu nedenle AKP'ye karşı mücadele IŞİD'e karşı mücadeledir, IŞİD'i besleyen can damarlarından birinin kesilmesidir. Ne yazık ki Kürt hareketi hem Şengal katliamında, hem de Kobani kuşatmasında  bu görünür gerçeğe gözlerini kapatarak AKP'yi bir kenara bıraktı ve tüm dikkatleri IŞİD'in üzerinde topladı. Onbinlerce insan sınırda haftalarca IŞİD'ı protesto etti. Ancak bu protestoların hiçbir yararı olmadı, IŞİD ağır silahlarla adım adım ilerleyip Kobani'yi  kuşatırken, YPG komutanlarından biri kendisiyle yapılan bir röportajda, "Sınırdaki bu gösterilerin bize hiçbir yararı yok, başka yardımlar yapılmalı,"dedi ama kimseye sesini duyuramadı. Oysa zamanında doğru bir müdahaleyle IŞİD'i besleyen kanallardan bazıları kurutulabilseydi IŞİD'in hızı kesilebilir, Kobani'nin kuşatılmasının önüne geçilebilirdi. Bunca kan akmaz, bunca insan da ölmezdi.    

Ne var ki izlenen yol ve yöntemler yanlıştı, halkın enerjisi boşa harcandı. Bıçak kemiğe dayanınca da BDP ve KCK sözcüleri halkı sokağa çıkmaya çağırdılar. Sokaklar alev alev yanarken, BDP genel başkanı, "Yediden yetmişe direneceğiz,"dedi. Kime, nasıl direnilecek bilen yoktu; hedef belli değildi! Halk bu çağrıya uyup bendini yıkmış bir sel gibi sokağa aktı, ama çağrıyı yapan HDP genel başkanı ve partinin önde gelenlerinden kimse ortalıkta yoktu. Hep olduğu gibi meydanı yine provokatörlere ve isyankâr gençlere bıraktılar. Kanlı sokak savaşları sürerken, onlar sırça köşklerinde şiddetin kentleri kan gölüne çevrişini seyrettiler.

Halkı sokağa dökmüşsen en önde sen olmalısın. Halkın can güvenliği sana emanettir, ondan sorumlusun. Gerçek önderler hep en önde olurlar. Şiddete karşıysan Mahatma Gandhi gibi, "Sıfır şiddet,"diyerek en önde sen yürüyeceksin. Az çok siyasal bir bilinç vermişsen, kapı pencere indirip araçları ateşe veren o öfkeli gençler seni dinler, hatta kolluk takarak göstericilerin güvenliğini ve disiplinini sağlamada görev alırlar. Silah kullanılmasına ve molotof atılmasına asla izin vermeyeceksin. Öyle çelik bir disiplin sağlayacaksın ki, en azgın provokatörler bile taşkınlık yapmaya, şiddet kullanmaya ve molotoflarla ortalığı yangın yerine çevirmeye cesaret edemeyecekler. Kitleye tomalarla basınçlı su sıkıldığında sen yere mıhlanmış bir zafer heykeli tomalara karşı duracaksın. Topluluğa ateş edildiğinde ilk kurşun senin olmalıdır. Bunu gönülden istemelisin, zafere kilitlenmiş gerçek halk önderliği budur çünkü. Korku insanca bir duygudur, kimse korktuğu için kınanamaz, kınanmamalıdır da.  Kınanacak şey, göze alamadığın bir hareketi başkasına yaptırmak ve insanları kullanmaktır.  

Halkı sokağa döküp kuytularda kaybolmak acımasızlık ve merhametsizliktir.

Peki şimdi ne oldu, halkın sokağa dökülmesiyle meram edilen gayeye ulaşılabildi mi? Sonuç tam bir fiyaskodur. Protestolardan ne AKP, ne de IŞİD etkilendi. Protestocuların sesleri IŞİD'in Kobani'ye attığı bombaların sesleri arasında yitip gitti. Ölenler ne yazık ki babalarının kesesinden gitti. Kurşun yiyenlerin kanları ise boşuna aktı. İşyerleri ve araçları yakılanlara ise dizlerini dövmek kaldı. Hem dizlerini dövdüler, hem de Kürtlere küfür ettiler. Bu da bizim kârımız oldu.

Başka bir gariplikte, HDP sözcülerinin Kobani için AKP'den yardım istemeleridir. AKP'nin Kobani'de IŞİD'le savaşan YPG'ye düşmanlık beslediğini bilmeyen yoktur. Bu, olmayacak duaya amin demektir. AKP, YPG'dense IŞİD'ı tercih edecektir. HDP halkı yanıltmak ve olmayacak şeylerle oyalamakla ağır bir vebal altındadır.

IŞİD'İN Kobani ve Şengal saldırganlığı karşısında farklı şeyler yapılabilirdi. Etkili sivil projelerle ekonomide kriz ve devlet yönetiminde boşluk yaratılarak, IŞİD'i besleyip büyüten AKP'ye dünyanın kaç bucak olduğu gösterilebilirdi. IŞİD'e asıl o zaman darbe vurulmuş olunacaktı. Kürt muhalefeti -bilerek veya bilmeyerek- hedefe bir türlü kilitlenmiyor ya da kilitlenemiyor. Onca güç ve enerji hep yanlış mecralarda tüketiliyor.  


79456

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar