Perşembe Mayıs 2, 2024

Işık hüzmesi büyüyor kadınlar, fark ettiniz mi? Baykuşlar kaçışıyor! -Aslı Ceren Aslan

“Erkten arınmış kadın alanları” üzerine bugüne kadar çokça tartışma yürüttük. Konu üzerine yapılan tartışmalar üzerine pek çok yazı yazıldı, pratiğe geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Kadının özgürleşme mücadelesindeki yerini; kadının güç kazanması, erkek egemen sisteme karşı donanımını yükseltmesi hedefiyle önümüze koyduğumuz bu alanlar, kadın bilincinin açığa çıkacağı yerler olarak birincil derecede önemli bir yere sahip. Kadın, erkek arasındaki ilişkiyi ezilen-ezen olarak belirleyen ve sürekliliğini bunun üzerinden yürüten erkek egemen sistemin politikalarına karşı kadınların çelişkilerinin gün yüzüne çıkıp kendilerini yaşamın “öznesi” olmaya hazırladıkları yer olan kadın alanları, ezen-ezilen ilişkisini tarihin derinliklerine göndermenin önemli araçlarından biridir.

“Özne” olma hazırlığı, hem teorik hem pratik anlamda karşılığını bulacağı gibi bahsettiğimiz güçlenme sadece cins bilinci üzerinde değil, yaşamın her alanına yönelik müdahalede bulunmayı da kapsamaktadır. Kadının çifte ezilmişliği bu müdahale alanlarının genişlemesini kaçınılmaz kılmaktadır. A. Bebel, kadının çifte ezilmişliğini “Kadın ve sosyalizm” isimli eserinde şu şekilde özetlemekte: “Kadın cinsi kitlesi çifte baskı altında eziliyor. Birincisi, erkek dünyasına sosyal ve toplumsal bağımlılık altında(…), ikinci genelde kadınların, özelde proleter kadınların –proleter erkek dünyası gibi- içinde bulunduğu ekonomik bağımlılık altında.” (İnter Yayınları syf: 40) Evet, kadın cinsi sosyal, toplumsal baskı altında bulunmasının yanı sıra ekonomik anlamda da tahakküm altındadır. Kapitalizmin kadına üretimde verdiği yer de bu gerçekliği değiştirmemektedir. Kadın üretimde yan role sahip, emeği görünmez kılınan bir yerde durmaktadır. Erkek proleter dünyasında ücret eşitsizliğine tabi tutulmakta, ekonomik krizlerde gözden çıkarılanlar kadın cinsi olmaktadır. Kadının sosyal ve toplumsal baskı altında olma durumu –ki bu “namus” olgusu adı altında garanti altına alınmakta, şiddetin her hali bu baskıyı garanti altına almakta- ekonomik baskı ile pekiştirilmektedir. Sosyal, toplumsal ve ekonomik baskı altındaki kadın, ancak kendi cinsleriyle oluşturacağı alanlarda bu baskıya, erkek dünyaya karşı güçlenebilir. Bu alanlar erkin her türlü saldırısını savuşturan, kadını erkek egemen sömürücü sisteme karşı savaşıma hazırlayan niteliğe sahiptir.

Erkek egemen sistem, ezilen konumuna yerleştirdiği kadını yaşamda edilgen kılmakta; yaşamın öznesi olmasının önünü kapatmaya çalışmaktadır. Üstelik “Böyle gelir, böyle gider” metafizik anlayışı ile kadının edilgenlik durumu, doğasına aitmiş gibi gösterilmektedir. Kadın mücadelesinin aydınlattığı tarihimiz, diyalektik yorumlayışla beraber kadının tarihsel konumunun “böyle gelmediği” ve “böyle gitmeyeceğini” ortaya koymaktadır. İlkel komünal toplumdan günümüze kadının var olan gücünü, tüm araçlarıyla beraber sindirmeye; tarihin karanlık sayfalarında kaybetmeye çalışan ataerki, kadınların mücadelesi ışığında bugün çaresiz kalmış durumdadır. Bu nedenle kadın katliamı, kadına yönelik şiddetin her türü boyutlanarak sürmektedir. Kadınların üzerindeki yüzyıllardır süren bu baskı ve beraberinde ezilen olma hali kadının inisiyatif gösterme; yaşamın özesi olma noktasında eksik kalmasına neden olmuştur. Kadının yaşamın her alanında “özne” olmasının, inisiyatifi geliştirmesinin yolunu Bebel şu şekilde özetlemiştir: “Ezilenlerde inisiyatif gösterme bağımsızlığı eksik olduğu için, tahrik ve teşvikçiye gereksinim duyarlar. Bu modern proletarya hareketinde böyleydi, kadının kurtuluş mücadelesinde de böyledir.” (Kadın ve Sosyalizm, İnter Yayınları, s. 105) Bebel burada kolektifin kadın özgürlük mücadelesinde üzerine düşen rolü de işaret etmektedir. Kolektifin hem kendi içindeki erkek anlayışı yok etmek hem de ataerkinin toplumsal, sosyal ve ekonomik yaşamdaki saldırılarını bertaraf ederek erkek egemen sistemi yıkacak ortamı hazırlamak için erkten arınmış kadın alanlarını önüne alması zorunludur. Nitekim kadınların kurtuluşu sadece kendisini, kendi cinsini bağlayan bir durum değildir. Bu durum ezeni, yani erkek egemen sistemin bu rolü bahşettiği erkeği de bağlamaktadır. Ataerkinin sürekliliği için bir maşa olarak kullandığı erkek cinsi, eline verilen iktidardan kurtulma gibi bir girişime kendi kendine giremez. Çünkü erkek elinde bulunan gücü korumak, büyütmek ister. Diğer taraftan “maşa” olmaktan çıktığında kazanacağını göz ardı eder. Erkeğin kaybedeceği “güç”, kendine insan olmayı getirecektir. Yani kendi özünü, insanlığını yeniden kazandıracaktır. Bu ise ancak kadının özgürlük mücadelesi ile mümkündür.

Nasıl ki sömürücü sistemin son bulması halinde patronlar da özgürleşecekse, erkek egemen sistemin yıkımı erkekleri özgürleştirecektir. Başta da belirttiğimiz üzere kadın alanları üzerine pek çok tartışma yürüttük. Yazımızın buraya kadarki bölümünde kadın alanlarının nenden gerekli olduğu üzerinde durduk. Bu bölüm bir hatırlatma olarak ele alınmalıdır, ikna etme niteliği ya da amacı taşımamaktadır. Kadın alanları ya da diğer bir ifade ile kadın örgütlülüklerinin gerekliliğini artık bir ön kabul olarak ele almamız gerekiyor. Tartışmayı başa sarmak, bu alanları taşıdığı amacını, neye hizmet ettiğini saptırarak ele almak; kadın mücadelesinin onlarca yıllık deneyimini ve birikimini hiçe saymak, tarihten öğrenmemek anlamına gelmektedir. Üstelik bu ön kabulü reddetmek erkek egemen sistemi yıkma perspektifinden yoksunluğu getirmektedir. Cinsiyetler arasındaki eşitlik sağladığında, kadının sosyal, toplumsal ve ekonomik anlamda toplamda bir “özne” olma bilinci ve pratiği geliştiğinde zaten bu alanlara gereksinim kalmayacaktır. Bu araç, herhangi bir dış müdahale ile değil; kendi kendini yok edecektir. Çünkü kadın artık her yerdedir; yaşamın içindedir.

“Erkten arınmış kadın alanları”nın ön kabulü ile beraber artık önümüzde başka bir soru durmaktadır. Bu soru, içeriğinde öncelikli bir sorunu taşımaktadır ki bu da kadın çalışmasının kalıcılığını sağlamak…

“Baykuşlar sağa sola korkuyla saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!”

Kolektifimizde kadın çalışması zaman zaman ihtiyaç olarak görülmüş, ancak kolayca vazgeçilen hatta önüne set çekilen bir alan olmuştur. İçimizdeki erkekle yüzleşmeksizin sadece saflarımıza katacağımız kadınlar için bu çalışmayı ele aldığımızda bahsettiğimiz durum anlaşılır hale gelecektir. Ne zaman ki kadın çalışması, kadın bilincinin beraberinde gelişmesini sağlamış; içimizdeki erkeklerle yüzleşilmeye ve uzlaşılmamaya başlanmıştır, işte o zaman kadın alanına, kadın örgütlülüklerine karşı ses yükselmiştir. Kadın çalışmasının altı boşaltılmaya, engellenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz ki kolektifimiz içerisinde yaşadığımız, burjuva sistemden tamamen bağımsız değildir. Burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişki çözülmediği sürece de bu durum geçerli olacaktır. Diğer türlü bir değerlendirme diyalektiğe aykırıdır. Ancak, kolektif, burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşımda kendi içindeki değişim-dönüşüm ve sonuç itibariyle yıkımı da gerçekleştirme perspektifine sahiptir (olmalıdır). Yani burjuvazinin ideolojisine karşı hem içte hem de dışta savaşım verir. Bu iç savaşımda, erk-ek anlayışı mahkûm etmek de yer almaktadır. Bunun ancak ve ancak kadının özgürleşme mücadelesi ile olacağını biliyoruz. O halde kadın çalışması sürekli olmalı, kolektif bu çalışmayı kalıcılaştırmayı önüne koymak zorunda olmalıdır. Aksi takdirde, doğan her boşluğun burjuvazinin politikalarıyla dolacağını biliyoruz.

Dediğimiz gibi, içimizdeki erkekler uzlaşmama haline koşut olarak, erkin sesini gün geçtikçe yükselttiğini görüyoruz. Bu duruma en uygun tanımı yine Bebel yapıyor; Bebel kadınların özgürleşmek için attığı her adıma karşılık erkek cinsinin elindeki iktidarı kaybetmemek adına verdiği tepkiyi, erk-eği “… Karanlığın egemen olduğu her yerde bulunan ve kendileri için rahatlatıcı karanlığa, bir ışık huzmesi düşer düşmez korkuyla haykıran baykuş cinsidir” (Kadın ve Sosyalizm syf:39) şeklinde tanımlayarak ortaya koyuyor. Sosyal, toplumsal ve ekonomik olarak kadınların yüzyıllardır karanlığa mahkûm edilmesine sebep olan ataerkinin eline “iktidar”ı vererek kendi bekasını sağladığı erk-ek, bugün kadın mücadelesi ile yaratılan ışık huzmesinin giderek yaygınlaşarak tüm hayatı aydınlatmasından duyduğu korkuyu açığa çıkarıyor. Elindeki gücü yitirmemek istiyor, özüne dönüşün ona kazandıracaklarını görmezden geliyor. Baykuş karanlığa alışsa da, o karanlığı korumak için elinden geleni yapsa da yaşamın tamamen aydınlanması kaçınılmazdır. Kadın mücadelesi, ödediği pek çok bedel ve kazanmış olduğu deneyimlerle beraber yarattığı ışık huzmesini yaşamı sarmalayacak bir aydınlığa dönüştürüyor artık. Baykuşlar korkuyla sağa sola saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!

 

Özgür Gelecek muhabiri Aslı Ceren Aslan

Urfa 2 Nolu T Tipi Hapishane

38510

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Rojava’dan bir Partizan: “Yıldızlara gömülen, bilincimize kazınan halk ordusu savaşçıları ölümsüzdür!”

Emeğin, özgürlüğün, halkın düşmanları bir keza daha gerillaya saldırarak onları teslim alıp diz çökerteceğini düşündü. Bir kez daha barbar ve katliamcı yüzünü gösteren faşist TC ordusu, mazlumların özgürlük diyarına Dersim’e, direniş kalesi Aliboğazı’na son zamanların en kapsamlı, en kıyıcı operasyonunu gerçekleştirdi. En modern silahları ve en üstün tekniği kullanarak gerillayı yaşam ve direniş alanlarından koparmak istedi. Ancak hesapları tutmadı, umduklarını bulamadılar. Egemenlerin imha ve yok etme hesaplarını gerillaların kahramanca direnişi bozdu.

Sefagül Kesgin’in kaleminden “Aliboğazı’nda izler, tanıklar…”

2 Şubat 2011 tarihinde 4 kadın yoldaşıyla birlikte Aliboğazı’nda şehit düşen TKP/ML Merkez Komitesi Üyesi ve TİKKO Siyasi Komiseri Sefagül Kesgin tarafından 2010 kışında Aliboğazı’nda kaleme alınmıştır.

 

Aliboğazı’nda izler, tanıklar…

Hayaller gerçektir. Gerçekten süzüldüğü için!

Hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için!

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Teslim olmayacağız!

Sanatçısına ,yazarına,siyasetçisine,aydınına düşman bir devlet yeryüzünde hangisidir denildiğinde,kuşkusuz ilk akla gelen TC devleti olacaktır..Bu düşmanlık ve zulüm 1915 ile başlamış artarak bu güne gelmiştir.Kendinden olmayanı ayrı düşüneni hiç tereddütsüz öldürmüştür.Bir gece evlerinden alınan müzikolog olan Gomidas Vartabed,Özgürlük Savaşımı gazetesi yazarı Nerses Papazyan,mizah dergisi yazarı Krikor Torosyan,Emek gazetesi yazarı Sarkis Parseğyan,Vatanın sesi yazarı Levon Larents...gibi sayıları yüzlere varan basın emekçileri ölüm yolculuklarında dağbaşlarında vahşice öldürülenlerden sa

Sana Gelen Ölüm Bana Gelsin,

"Artık tribünden sahaya in ve siyasi bir harekette yer al," diye yazıyor bazı okurlar bana. Aslında tribünde değilim, sahaya atlamak için kenarda heyecanlı bir bekleyiş içindeyim. Ateşin ve zulmün kol gezdiği o sahada her türlü zulme ve cefaya göğüs germeye çalışarak tarihi görevimi yerine getirmek istiyorum. 

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Sayfalar