Perşembe Mayıs 2, 2024

Hiç yenilmeyenlerin tarihsel zaferi

Seçimlerin hemen ertesinde HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş seçim sonuçlarını; “bir zafer” olarak değerlendirdiler.

Gerçekten de bu; Demokrasi Güçlerinin kendine karşı bir kez daha-yeni bir zaferidir.

Kasım Seçimleri aynı zamanda, bir ülkenin topraklarının ne kadar istikrarlı 3 renge büründüğünün matematiksel ispatı olmuştur.

Ülkenin bir parçası çok istikrarlı HDP, bir parçası CHP ve çok büyük bir parçası yine AKP demiştir.

Bu matematiksel görüntü; Halkların Kardeşliği için daha nice canların gideceğinin, daha nice canların zindanlara atılacağının ve daha nice canların bu yolculuğa devam edeceğinin matematiksel ispatıdır.

Bir ülkede, sadece 5 ay içerisinde sayıların bu kadar boyutlu yer değiştirmesinde; yığınla hilenin elbette payı vardır. Bu hileleri engelleyebilecek bir sistemin olmayışının; ‘demokrasi bilinci, demokratik görevlerini yerine getirme sorumluluğu’ gibi en temel hakların bile, zihinlerde oturmasına izin verilmediğinin göstergesidir. Bunların, başta o ülkenin Devleti tarafından, hiçe sayılmasının ispatıdır.

Ve ülkenin büyük bir çoğunluğunun; en temel demokratik haklarının dahi bilincine varamayışının, bu hakların gaspının bile farkında olamayışının ispatıdır.

2011 Seçimleri’nde; artık can çekişmeyi de elden bırakan DYP, DSP gibi Partiler’in seçmen sayısı 10 bin-30 bin arasında takılı kaldı. Bu Partiler tarihten silindi.

AKP iktidarı döneminde Haziran 2015 Seçimleri’ne gelindiğinde; Ege, Trakya Bölgeleri tarihsel ‘CHP’liliğinde bir istikrar gösterdi. Kürdistan toprakları da, ‘HDP’renginin atmadığı topraklar olma istikrarını sağladı.

Haziran Seçimleri’nden, Kasım Seçimleri’ne gelindiğinde de; bu istikrarın tam bir heterojen görüntü alışı belirginleşti. Yani artık, halkın iliklerine kadar kazınmış olan; kin-nifak tohumlarının, nerede-hangi rengi aldığı netleşti. ‘Halkların Mozaiği’ ortaya çıkmadı.

5 ay gibi kısa bir süre içerisinde, bir Parti’nin 190 bürosu yakılıp-yıkıldı. Bu Parti; serbest bir biçimde kitlelere ulaşma, onlara kendisini anlatma hakkından bile men edildi.

Bu Parti’nin seçmenlerine yönelik dehşet saldırılar gerçekleştirildi. Günlerce Olağanüstü Hal ilan edilen iller oldu. 5 ay içerisinde, yüzlerce insan katledildi. Türkiye toprakları kan gölüne çevrildi.

7 Haziran seçimlerinde toplam sandık sayısı: 174.220

Toplam seçmen sayısı: 54.813.376

Kullanılan oy sayısı; 47.490.546

Yani katılım oranı:%86,64

1 Kasım seçimlerinde toplam sandık sayısı: 183.518

Toplam seçmen sayısı: 56.965.100

Kullanılan oy sayısı: 47.981.467

Katılım oranı: %85,69

Yani 5 ay içerisinde, sandık sayısı yaklaşık yüz bin artıyor! Seçmen oranı yaklaşık 2 milyon artıyor. Ama seçime katılım oranı ve kullanılan oy sayısı neredeyse hiç değişmiyor!!!

Yığınla hileye rağmen %1-2 gibi oranın bile azınlık Demokratik Güçlerin gücünü azaltabildiğine rağmen; bu matematiksel sonuç, sadece bunlarla açıklanamaz.

Bütün bu seçim maratonu içerisinde sesini çıkarmayan çoğunluk, sesini sandıklarda ‘katledenlere’ destekle gösteren çoğunluk; Seçme Hakkı’nı kendi İnsan Hakları’yla eş göremeyen bir çoğunluk var karşımızda. Osmanlı’dan günümüze hamuru yoğrulmuş-yoğrulmaya devam eden Türkiyeli olma gerçekliği var karşımızda.

 

Bütün bunlara rağmen; HDP’nin baraj altında kalmaması ve bu ağır yolculuğunda, yolu öğrenme deneyimlerinin kesintiye uğramaması bir zaferdir. Halkların Kardeşliği’ni savunan güçlerin, kendisini elele sınav etmesinin bir olanağı olmaya devam etme imkanından mahrum kalmamasının yeni bir aşamasıdır.

 

63297

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar