Cumartesi Mayıs 18, 2024

Göğü birlikte kucaklıyalım

Kadına uygulanan şiddete karşı mücadele günü vesilesiyle…

Son yıllarda, ülkemizde, dinci gericiliğin artmasına koşut olarak kadına yönelik şiddetinde artmasıyla, kadın sorunu ve kadının bu şiddetten kurtuluşu sorunu da sıkça tartışılır oldu. Tartışmalar ve tartışılan ana soruna karşı mücadeleler olumlu olmasına karşın, bazan ise, sorun bireyselleştirilerek, toplumsal köklerinden, yani, bu sorunu doğuran üretim ilişkilerinden koparılarak ele alınıyor. Bu da tartışmaları ve bu sorunu ortan kaldırma mücadelesini güdükleştiriyor ve sorunu yaratan esas kaynağın görülmesini bulanıklaştırıyor.

Erkek şiddetine maruz kalan kadının öncelikle düşman olarak, kendisine direkt şiddet uygulayan erkeği görmesinden doğal bir şey olamaz. Soyutlama yapmadan direkt somuta yönelindiğinde, kadın, karşısında erkeği görecektir. Bu anlamda da, evdeki erkeği,  bir şiddet aracı, mekanizması, uygulayıcısı olarak kadının karşısına çıkaran toplumsal sistemin niteliği, böylece kendini arka plana atarak gizlemiş olacaktır.

Kadın, kendisine şiddet uygulayan olarak uzaktaki erkeği değil, birebir ilişki içinde bulunduğu, kendine en yakın  erkeği, babasını, kocasını, kardeşini, erkek akrabasını ve sevgilisini görüyor. Çünkü, kadına en fazla şiddet uygulayanlar (sınıfsal boyutunda soyutlarsak) buradan, yakından geliyor. Diğer şiddet uygulayıcısı erkekler, yani uzaktakiler ise ikinci planda kalıyor.

Şiddetin boyutunun ve çeşidinin çok olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Küçümsemekten, dikkate almamaktan, mobingten, tacizden tutunda öldürmeye kadar varan sistematik şiddet sistemi vardır.

Erkek, kadını özel mülkiyeti olarak görür. Kadın onun malıdır, ama o kadının malı değildir. Kapitalist sistemde mal (meta) nedir? Alınıp-satılan bir şeydir. Ona sahip olan malı istediğine satar, istemediğine satmaz ya da o mal üzerindeki bütün yaptırımlar onun hakkıdır. Buna kimse karşımaz. Malın ise hiç bir hakkı yoktur, mal sahibine aittir. Erkeğe bu hakkı veren, onu böylesi bir düşünceye iten, düşünceden öte egemenlik eylemine ve şiddetine iten esas neden nedir? En yalın söylemle: Özel mülkiyet ilişkisidir.

Bunun daha basit anlatımı; toplumsal egemenlik erkeklerin eline geçmiştir. Kadın köleleştirilmiştir. Erkeğin ilk özel mülkiyeti kadın olmuştur. Gerisi ise günümüze kadar uzanan karmaşık bir o kadar da açık bir tarihsel süreçtir.

Erkek bunu neden uygular? Erkeği bu şiddete iten nedir? sorusuda sorulduğunda, karşımıza sistem, daha genel anlamıyla topluma damgasını vuran toplumsal üretim biçimi ve üretim ilişkisidir. İşte, günümüzde, yani, kapitalist sistem içinde, kadın-erkek ilişkisine bu açıdan ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Çünkü, kadını kendi özel malı (metası) olarak gören işçi-emekçi erkek, kendiside üretim araçlarının sahibi olan patronun malıdır.

Özel mülkiyet ilişkilerinin tarihsel boyutu ve süreci ise, kadının özgürlüğünün erkek tarafından gasp edilmesiyle, toplumsal üretim ilişkilerinin komünal üretim ilişkilerinden özel mülkiyet üretim ilişkilerine geçmesiyle olmuştur. Böylece, sınıfsız anaerkil toplumsal ilişkiler tasfiye edilerek yerine egemenliği ele geçiren erkeklerin ataerkil ilişkilerine (özel mülkiyetçi sömürü sistemine) geçilmiştir. Bunun adı, sınıflı toplumdur. Artık sınıflı toplumda sadece ezilen kadın değil, topluma egemen olanların dışında bütün insanlar (kadın ve erkek) ezilmiştir. Kısaca toplum esas olarak ikiye ayrılmışttır: Ezenler ve ezilenler!

Bugün, en gelişmiş Batı ülkelerinden en geri bıraktırılmış Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine kadar, kadın olduğu için kadına yönelik şiddet devam etmektedir.

Kadına yönelik şiddetin, temelinde özel mülkiyet ilişkileri, toplumun sınıflara bölünmesinin getirdiği egemenlik ilişkileri yatmaktadır. Bu görülmeyip, kadına yönelik şiddeti birey anlamında salt erkeğe indirgemek, şiddetin kaynağını saptırmak, vurulması gereken yere vurmamak olur. Ne yazık ki, bu anlayış, güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

Topluma egemen olan burjuvazi, sömürü ilişkilerinden kaynaklı kadına yönelik şiddetin kaynağını, sömürücü toplum olduğunu, yani kendi egemenlik sistemi olduğunu gizlemek için, sorunu sınıfsal temelinden kopararak erkek-kadın arasındaki çelişmeye dayandırmaya çalışıyor. Kadına şiddet uygulayan erkeğin kapitalist özel mülkiyet ve sömürü ilişkilerinden kaynaklandığını gizlemek istiyor.

Evde erkeğin kadına uyguladığı şiddet, aysbergin suyun üstünde olanı kadardır. Esas sorun suyun altında, derinlerde olan üretim ilişkileri ve ondan kaynaklı baskılardır. Bu görülmediği zaman, ya da salt sorun, sınıfsal özünden koparılıp, kadın-erkek ilişkisini, erkeğin kadına uyguladığı baskıya indirildiğinde, hastalığın esas nedeni yanlış saptanmış olur.

Erkek egemen sistem ya da sömürücü sistem ve içinde yaşadığımız kapitalist toplumda, ezilenler sadece kadınlar değildir. Erkekler, yani işçi sınıfı ve emekçiler olarak kadın ve erkek ezilmektedir. En fazla baskıya, sömürüye ve şiddete maruz kalan kadınlar olmasına karşın, erkek emekçilerde aynı baskılara maruz kalmaktadır.

Bugün, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan; “kadın ve erkek eşit olamaz” diyorsa, bu burjuvazinin sınıfsal bakış açısıdır. Burjuvazinin kadına nasıl baktığının resmi ağızdan açıklanmasıdır. Kadını ikinci sınıf gören bu burjuva temsilcileri, benzer açıklamayı Soma’da ölen işçiler içinde yapmıştı. Ezilenlerin “fıtratı”nda sermaye birikimi için ölmek var. Burjuvazi egemenliğini  böyle yürütüyor ve soruna  ayen böyle bakıyor.

Bangeldeş’te, Batının  büyük kapitalist tekelleri için üretim yaparken aynı anda ölen binden fazla kadın işçiyle, Soma’da madende ölen erkek işçilerin kaderi aynıdır. Bunları katleden sistem ve sınıf  aynı sınıftır: Burjuva sınıfıdır. Kadına yönelik şiddet sınıfsaldır. Kadın ve erkek işçilerin kurtuluşlarıda kendi sınıf bilincine vararak sömürücü sınıfa karşı birlikte mücadeleden geçmektedir.

Kadınlar, erkekler tarfında recm ediliyor. Ama kurtuluş kadını recm eden erkeği recm etmekten geçmiyor. Recimi (recm)[1] ortaya çıkaran özel mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadeleyi, tüm işçi ve emekçilere yönelik şiddete karşı mücadeleyle birleştirip, sınıfsal bir birlik kurarak, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Sonuç olarak; kadının kurtulşu sosyalist-komünist öğelerden arındırıldığında, burjuvazinin sınıfsal egemenliği korunmuş olacaktır.  Bu durumda ne ezilen kadın ne de ezilen erkek kurtulacaktır.25.14.2014
[1] Kadının taşlanarak öldürülmesi

75456

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Sayfalar