Cuma Mayıs 24, 2024

Göğü birlikte kucaklıyalım

Kadına uygulanan şiddete karşı mücadele günü vesilesiyle…

Son yıllarda, ülkemizde, dinci gericiliğin artmasına koşut olarak kadına yönelik şiddetinde artmasıyla, kadın sorunu ve kadının bu şiddetten kurtuluşu sorunu da sıkça tartışılır oldu. Tartışmalar ve tartışılan ana soruna karşı mücadeleler olumlu olmasına karşın, bazan ise, sorun bireyselleştirilerek, toplumsal köklerinden, yani, bu sorunu doğuran üretim ilişkilerinden koparılarak ele alınıyor. Bu da tartışmaları ve bu sorunu ortan kaldırma mücadelesini güdükleştiriyor ve sorunu yaratan esas kaynağın görülmesini bulanıklaştırıyor.

Erkek şiddetine maruz kalan kadının öncelikle düşman olarak, kendisine direkt şiddet uygulayan erkeği görmesinden doğal bir şey olamaz. Soyutlama yapmadan direkt somuta yönelindiğinde, kadın, karşısında erkeği görecektir. Bu anlamda da, evdeki erkeği,  bir şiddet aracı, mekanizması, uygulayıcısı olarak kadının karşısına çıkaran toplumsal sistemin niteliği, böylece kendini arka plana atarak gizlemiş olacaktır.

Kadın, kendisine şiddet uygulayan olarak uzaktaki erkeği değil, birebir ilişki içinde bulunduğu, kendine en yakın  erkeği, babasını, kocasını, kardeşini, erkek akrabasını ve sevgilisini görüyor. Çünkü, kadına en fazla şiddet uygulayanlar (sınıfsal boyutunda soyutlarsak) buradan, yakından geliyor. Diğer şiddet uygulayıcısı erkekler, yani uzaktakiler ise ikinci planda kalıyor.

Şiddetin boyutunun ve çeşidinin çok olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Küçümsemekten, dikkate almamaktan, mobingten, tacizden tutunda öldürmeye kadar varan sistematik şiddet sistemi vardır.

Erkek, kadını özel mülkiyeti olarak görür. Kadın onun malıdır, ama o kadının malı değildir. Kapitalist sistemde mal (meta) nedir? Alınıp-satılan bir şeydir. Ona sahip olan malı istediğine satar, istemediğine satmaz ya da o mal üzerindeki bütün yaptırımlar onun hakkıdır. Buna kimse karşımaz. Malın ise hiç bir hakkı yoktur, mal sahibine aittir. Erkeğe bu hakkı veren, onu böylesi bir düşünceye iten, düşünceden öte egemenlik eylemine ve şiddetine iten esas neden nedir? En yalın söylemle: Özel mülkiyet ilişkisidir.

Bunun daha basit anlatımı; toplumsal egemenlik erkeklerin eline geçmiştir. Kadın köleleştirilmiştir. Erkeğin ilk özel mülkiyeti kadın olmuştur. Gerisi ise günümüze kadar uzanan karmaşık bir o kadar da açık bir tarihsel süreçtir.

Erkek bunu neden uygular? Erkeği bu şiddete iten nedir? sorusuda sorulduğunda, karşımıza sistem, daha genel anlamıyla topluma damgasını vuran toplumsal üretim biçimi ve üretim ilişkisidir. İşte, günümüzde, yani, kapitalist sistem içinde, kadın-erkek ilişkisine bu açıdan ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Çünkü, kadını kendi özel malı (metası) olarak gören işçi-emekçi erkek, kendiside üretim araçlarının sahibi olan patronun malıdır.

Özel mülkiyet ilişkilerinin tarihsel boyutu ve süreci ise, kadının özgürlüğünün erkek tarafından gasp edilmesiyle, toplumsal üretim ilişkilerinin komünal üretim ilişkilerinden özel mülkiyet üretim ilişkilerine geçmesiyle olmuştur. Böylece, sınıfsız anaerkil toplumsal ilişkiler tasfiye edilerek yerine egemenliği ele geçiren erkeklerin ataerkil ilişkilerine (özel mülkiyetçi sömürü sistemine) geçilmiştir. Bunun adı, sınıflı toplumdur. Artık sınıflı toplumda sadece ezilen kadın değil, topluma egemen olanların dışında bütün insanlar (kadın ve erkek) ezilmiştir. Kısaca toplum esas olarak ikiye ayrılmışttır: Ezenler ve ezilenler!

Bugün, en gelişmiş Batı ülkelerinden en geri bıraktırılmış Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine kadar, kadın olduğu için kadına yönelik şiddet devam etmektedir.

Kadına yönelik şiddetin, temelinde özel mülkiyet ilişkileri, toplumun sınıflara bölünmesinin getirdiği egemenlik ilişkileri yatmaktadır. Bu görülmeyip, kadına yönelik şiddeti birey anlamında salt erkeğe indirgemek, şiddetin kaynağını saptırmak, vurulması gereken yere vurmamak olur. Ne yazık ki, bu anlayış, güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

Topluma egemen olan burjuvazi, sömürü ilişkilerinden kaynaklı kadına yönelik şiddetin kaynağını, sömürücü toplum olduğunu, yani kendi egemenlik sistemi olduğunu gizlemek için, sorunu sınıfsal temelinden kopararak erkek-kadın arasındaki çelişmeye dayandırmaya çalışıyor. Kadına şiddet uygulayan erkeğin kapitalist özel mülkiyet ve sömürü ilişkilerinden kaynaklandığını gizlemek istiyor.

Evde erkeğin kadına uyguladığı şiddet, aysbergin suyun üstünde olanı kadardır. Esas sorun suyun altında, derinlerde olan üretim ilişkileri ve ondan kaynaklı baskılardır. Bu görülmediği zaman, ya da salt sorun, sınıfsal özünden koparılıp, kadın-erkek ilişkisini, erkeğin kadına uyguladığı baskıya indirildiğinde, hastalığın esas nedeni yanlış saptanmış olur.

Erkek egemen sistem ya da sömürücü sistem ve içinde yaşadığımız kapitalist toplumda, ezilenler sadece kadınlar değildir. Erkekler, yani işçi sınıfı ve emekçiler olarak kadın ve erkek ezilmektedir. En fazla baskıya, sömürüye ve şiddete maruz kalan kadınlar olmasına karşın, erkek emekçilerde aynı baskılara maruz kalmaktadır.

Bugün, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan; “kadın ve erkek eşit olamaz” diyorsa, bu burjuvazinin sınıfsal bakış açısıdır. Burjuvazinin kadına nasıl baktığının resmi ağızdan açıklanmasıdır. Kadını ikinci sınıf gören bu burjuva temsilcileri, benzer açıklamayı Soma’da ölen işçiler içinde yapmıştı. Ezilenlerin “fıtratı”nda sermaye birikimi için ölmek var. Burjuvazi egemenliğini  böyle yürütüyor ve soruna  ayen böyle bakıyor.

Bangeldeş’te, Batının  büyük kapitalist tekelleri için üretim yaparken aynı anda ölen binden fazla kadın işçiyle, Soma’da madende ölen erkek işçilerin kaderi aynıdır. Bunları katleden sistem ve sınıf  aynı sınıftır: Burjuva sınıfıdır. Kadına yönelik şiddet sınıfsaldır. Kadın ve erkek işçilerin kurtuluşlarıda kendi sınıf bilincine vararak sömürücü sınıfa karşı birlikte mücadeleden geçmektedir.

Kadınlar, erkekler tarfında recm ediliyor. Ama kurtuluş kadını recm eden erkeği recm etmekten geçmiyor. Recimi (recm)[1] ortaya çıkaran özel mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadeleyi, tüm işçi ve emekçilere yönelik şiddete karşı mücadeleyle birleştirip, sınıfsal bir birlik kurarak, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Sonuç olarak; kadının kurtulşu sosyalist-komünist öğelerden arındırıldığında, burjuvazinin sınıfsal egemenliği korunmuş olacaktır.  Bu durumda ne ezilen kadın ne de ezilen erkek kurtulacaktır.25.14.2014
[1] Kadının taşlanarak öldürülmesi

75484

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar