Perşembe Mayıs 30, 2024

Garbis Altınoğlu’nun anısına. /Yaşar Ayaşlı

Erken 68’li devrimci, sosyalizmin ve proleter enternasyonalizminin yılmaz savunucusu Garbis Altınoğlu’nu 14 Ekim 2019 günü kaybettik. Arkasında devrimci hareketin tarihinde her zaman saygıyla anılacak bir ad ve miras bıraktı.

Türkiye solunun tarihi, Traverso’dan ödünç deyişle, “bir yenilgiler tarihidir.” Ne yazık ki 1920’lerden itibaren her dönem yükselen sınıf mücadelesinin karşılığı ağıtlarla andığımız katliamlar oldu. Yaraları hala kapanmamış ağır hasarlı mağlubiyetler yaşadık.

Elbette bu kayıtsız kalınacak kısır bir tarihimiz olduğu anlamına gelmiyor. Eğer şimdiye müdahale edilecek ve eski hatalardan arınmış bir yol izlenecekse, yine geçmişten güç alınarak yapılacaktır. Tarihimize kök salmış devrimci gelenekler ve direniş örnekleri esin kaynağı olacaktır. Yenmeyi, yenilgilerden öğrenmek bir devrim kanunudur.

Hayatı polisle kovalamacalar, ağır işkenceler, uzun hücre cezaları, idamla yargılanmalar içinde geçmiş Garbis’in, en önemli özelliklerinden birinin polisteki, cezaevlerindeki ve mahkemelerindeki direnişleri olması, tarihimizin bu özelliğini yansıtır.

Garbis Altınoğlu ana baba Ermeni bir ailenin çocuğu olarak, Amasya’da (yanlış hatırlamıyorsam Gümüşhacıköy ilçesinde) doğdu. İlkokulu Amasya’da okuduktan sonra, başarılı ve yoksul ailelerin çocuklarının okutulmasına yardımcı olan bir rahip tarafından İstanbul’a götürüldü ve burada tam burslu kazandığı Robert Koleji bitirme şansı elde etti. Devrimci görüşlerle 1965 sonrasında tanıştı ve gençlik eylemlerine katıldı. 1969’da kısa süreliğine Aydınlık hareketi içinde yer aldı.

Küçük bir çevreyle birlikte Hindistanlı Maoist Çaru Mazumdar’ın görüşlerini savunarak edilgen bulduğu Aydınlık’tan ayrıldı. Aşağı yukarı aynı aylarda biz de “pasif” bularak Aydınlık’tan kopmuş bir gruptuk. Onlar İstanbul’da, biz (“Basın Yayın Komünü” veya “Aktancılar”) Ankara’da ikamet ediyorduk.

Sonradan dönek olan Ümit Necef, Çaru Mazumdar çevirilerini okumamız ve tartışmamız için bize de verdi. Bu yazılarda öylesine keskin ve aşırı sol görüşler savunuluyordu ki, ülkemize uymaz gerekçesiyle itibar etmedik.

Zaten fazla tutulmadı ve Garbis arkadaşları arasında yer aldığı TKP-ML’nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya ile birlikte hareket etmeye başladı. 1976’da TKP-ML içindeki bölünmede TKP-ML Hareketi tarafında yer aldı.

Aydınlık tarafından Adil Ovaloğlu adındaki devrimciyi öldürenler arasında bulunduğu gerekçesiyle haksız yere suçlandı ve hayatı boyunca bu grubun asılsız karalamalarına maruz kaldı.

***

31 Aralık 1981 günü kendisini zapt etmeye çalışan polislerden birinin elinde patlayan silahtan çıkan mermi sağ gözünün kör kalmasına sebep oldu. İki ay İstanbul’da, 70 gün de arkasından götürüldüğü Maraş’ta işkence gördü. Garbis’i itirafçı yapmak isterlerken, işkencecilerinden biri itirafçı oldu.

İtirafçı polis Sedat Caner, Nokta dergisinde yayınlanan itiraflarında Garbis’in, Hamit Kapan’la birlikte çok ağır işkenceler gördüğünü ve ikisinin de direndiğini anlattı. “Kaplumbağa hücresi” denen özel yöntemi işkenceci polis şöyle tarif ediyordu: “İlk olaraktan Garbis Altınoğlu’na uygulanmıştı. Çömelerek sokulur suçlu içerisine. Kendisi tuvalet ihtiyacını falan gideremez yani, ancak altına yapacak. Kıpırdama imkânı da yok. Tüm eklemlerde kireçlenme olur. Garbis bir hafta tutulmuştu. Çıktığında kamburumsu yürüyordu.”

Devrimci Savaş’tan Hamit Kapan ortak direnişlerini şöyle anlattı: “Garbis’in benim için özel anlamı var. İşkenceye karşı iradesi kırılmadı. Bize işkence yapan polisler bile bize saygı duyardı. Bizden sonra gözaltına alınanlara bile buradan Hamit Kapan, Garbis Altınoğlu geçti diyorlarmış.”

Maraş’tan sonra Metris, Davutpaşa, Sultanahmet ve Sağmalcılar cezaevlerine, 1984’te ise Antep E Tipi Cezaevine gönderildi. Burada TTE (tek tip elbise) giymediği ve dayatmalara uymadığı için gardiyanlar tarafından kalaslarla ölesiye dövüldü, yerlerde sürüklenerek meydan dayağından geçirildi.

Bunu, yıllar sonra gittiğim Gaziantep F Tipi Cezaevinde daha önce E Tipinde bizzat bu işkencelere tanık olmuş, Garbis hayranı ilerici görüşlü bir gardiyanın ağzından dinledim. Garbis bir söyleşisinde bunu şu cümlelerle anlattı: “2 Şubat 1984’te sevk edildiğimiz Antep E-Tipi Cezaevi girişinde tek tip elbise giymediğim için vahşice dövüldüm. Ardından ağır bir rahatsızlık geçirdim ve uzun süre bir şey yiyemedim. 2 Mart’ta helikopterle Çukurova Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılmasaydım, belki de ölebilirdim.”

1985’te yakalandıktan sonra ilk götürüldüğüm Metris Cezaevi’nde aynı davadan yargılanan bir yoldaşından edindiğim pelür kâğıda karınca harflerle yazılmış savunmasını beğenerek okumuştum. Tam bir suçlayan savunma örneğiydi.

Savunmasının bir yerinde “it ürür kervan yürür” atasözünü kullanmıştı. Bunun birçok yaldızlı laftan daha etkili olacağını düşünerek savunmamda ben de kullandım ve basit dört kelimelik atasözünün ne kadar etkili bir kamçı olduğunu mahkeme heyetinin yüzünde okuma imkânı buldum. Garbis’e verilen idam cezasında eylemlerinden ziyade, işkence, cezaevi ve mahkemedeki devrimci tutumunun etkili olduğu söylenebilir.

Garbis’le, biri Adana diğeri Antep, iki defa aynı cezaevinde kaldık. Adana Cezaevi’nde idamlık ve müebbetlik devrimciler müşahede hücrelerinde tutuluyorlardı. O arka cephede kaldığı için yüz yüze görüşemedik, sadece birbirimize karşılıklı selam gönderebiliyorduk. Biz gelmeden önce yargılandığım davadan Bektaş, Rıza ve kadın tutukluların başlatıp genelleştirdikleri direnişle başa çıkamayan Adalet Bakanlığı çareyi, herkesi Ermenek, Kırşehir, Kastamonu, Eskişehir gibi cezaevlerine sürmekte buldu. Garbis en kötü cezaevi olan Sinop’a sürüldü.

Bizlerden, yani Türk, Kürt, Arap kökenli devrimcilerden farkı Ermeni olmasıydı. Kendisinin de kinayeli bir şekilde ifade ettiği gibi her zaman tersinden “ayrıcalıklı” muamelesi gördü: Hem komünist hem Ermeniydi.

Mayıs 1986’da Sinop Kapalı Cezaevinde iki buçuk yıl kaldı. Bunun 210 gününü Sinop Cezaevi’nin rutubeti, fareleri ve kötü ortamıyla ünlü yeraltı hücrelerinde geçirdi. Bunu bir söyleşisinde “Ekmeğimi, işte tam bir izolasyon ortamında geçirdiğim bugünlerde yeraltında yaşayan ve cardon denen iri farelerle paylaştım” diye özetledi. Yine yargılandığı Maraş

Katliamı davası iddianamesinde savcı Selahattin Karagöz, “Her nasılsa Türkiye’de doğmuş, Türk tabiyetinde olan kolejlerde cemaat adına okuyan, Boğaziçi Üniversitesi’nde tahsil gören, hasılı devlet ve milletin bahşettiği en büyük nimetleri nefsinde yaşayan bu ermeni oğlu ermeni” diyerek bunu tarihleştirdi.

İkinci karşılaşmamız Gaziantep F Tipi Cezaevi’nde oldu. 1990’a doğru cezaevi koşullarımız iyi sayılırdı. Siyaseten birbirimize yakın olmanın da etkisiyle zaman zaman TKP-ML Hareketi’nden arkadaşlarla birbirimize gider gelirdik.

Garbis, insanda saygı uyandıran ağırbaşlı, ölçülü, alçakgönüllü, direnişçiliğiyle böbürlenmekten ve boş sohbetlerden hoşlanmayan, ilkeli bir devrimciydi. Bu özelliklerini ve katı kuralcılığını bilmeyen biri onun soğuk bir insan olduğu izlenimine kapılabilirdi.

***

Bizim bilemeyeceğimiz, yakın mücadele arkadaşlarının bilebileceği başka olumlu/olumsuz özellikleri, hataları olabilir. Fakat dışarıdan bakan biri olarak Garbis’i sadece iyi direnen biri diye tanımlamanın eksik olacağı düşüncesindeyim. Öne çıkan en önemli iki özelliğinin Marksizm-Leninizm’e sıkı bağlılık ve proleter enternasyonalizminden sapmamaktaki kararlılık olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Devrimci hayatına bakıldığında 69 bölünmesinde Aydınlık saflarında başlayan devrimciliği hep ileriye gitmiş, öğrenci devrimciliğinden radikal devrimciliğe ve profesyonelliğe, küçük burjuva sosyalizminden Marksizm-Leninizm’e yükselen bir hat izlemiştir. Araştırıcı, dürüst, nesnellikte ve sınıf bakış açısında ısrarlı, özeleştiri yapmaktan kaçınmayan devrimci kişiliği ve devrimci teori üzerine engin bilgisi onu moda teorilere kapılmaktan korumuş, Leninizm’i sahiplenmeyi ve düşmanlarına karşı korumayı ayrılmaz bir özelliği haline getirmiştir.

Örgütünden koparak yaşamaya başladıktan sonra da yaşantısında ve çizgisinde bir sapma olmamış, hatta daha tutarlı görüşler savunmaya başlamıştır. Çeşitli dergilerde, sitelerde ve kendi bloğunda yazdığı yazılar bunun kanıtıdır.

Bunlar Marksizm-Leninizm’i, sosyalizm davasını karalılık ve inatla savunduğunu gerek dünyada gerek Türkiye’de karşılaşılan toplumsal ve gündelik sorunlara devrimci teorinin ışığını düşürdüğünü kanıtlıyor. Bu konuda gündemin can alıcı sorunlarını yorumlamaktan aciz, ülkedeki ve dünyadaki politik gelişmelere kayıtsız, ekonomist sendika gazetesi kılıklı kimi sitelerden daha başarılı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Eğer Garbis eleştirilecekse devrimci teoriyi cıvıltan post-Marksist ideolojilere kapı aralamakla değil, Ortodoks Marksistliğini zaman zaman dogmatizm boyutuna vardırmakla eleştirilmelidir.

Diğer bir özelliği her çeşit milliyetçiliğe karşı proleter enternasyonalizmi yanında saf tutmasıdır. Garbis’in anne tarafından dedesinin bütün kardeşleri ve yakınları Ermeni katliamında öldürülmüşlerdi. Bu yetmemiş gibi hayatı boyunca ulusal kökeni dolayısıyla egemen siyaset ve devlet kurumları tarafından şeytan muamelesi görecektir.

Bu öyle bir düşmanlıktı ki, Kahramanmaraş katliamı ile hiç ilgisi olmadığı halde, sıkıyönetim komutanlığı ve emniyet tarafından “Ermeni terörist” diye afişe edilen Garbis’in üzerine yıkılmaya çalışıldı. Türk şovenizminin yüz yıllık nakaratı olan “bebekleri, kadınları, yaşlıları katleden Ermeni” tipi olarak gösterilmek istendi.

Atalarından başlayarak çocukluğundan itibaren bu tür aşağılayıcı muamelelerle karşılaşmış, resmi dilde “Ermeni oğlu Ermeni” diye arşivlenmiş Garbis Altınoğlu, hiçbir zaman Türk halkına düşmanlık gütmedi. İçinde yer aldığı Türkiye soluna ve mücadelesine omuz verdiği Türk halkına hasmane duygular beslemedi.

Bütün öfkesini egemen sınıflara ve arkasındaki emperyalizme yöneltti. Ne kendi kökenini inkâr ederek egemen sınıfların merhametine sığındı ne de Ermeni milliyetçilerinin kendisini kullanmasına izin verdi.

Ömrünü, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliğine prim vermeyen enternasyonalist bir Türkiye devrimcisi olarak tamamladı.

İyi ki bu dünyadan Garbis geçti. 

7146

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

Sayfalar