Çarşamba Mayıs 8, 2024

Faşizm, Seçimler ve Devrimci Duruş

Çok önemli ve kritik bir süreçten geçmekteyiz. Devrimci, ilerici, demokrat, sosyalist, yurtsever  bileşenlerde ciddi bir kaygının yaşandığı açık ve net… Bu tartışmanın ana eksenini 1 Kasım seçimlerine  ilişkin HDP'nin almış olduğu emrivaki   TAVIR  oluşturmaktadır.
    

Her şeyden önce HDP  uygulamaya koyduğu  bu kararı diğer bileşenlere danışmadan, onlara  bilgi vermeden, bir araya gelip durum değerlendirmesi yapmadan kendi eğilimini dayatmacı bir mantıkla yürürlüğe koymuştur. HDP  yönetimi almış olduğu bu tavırla diğer bileşenlerin varlığını dikkate almayarak  güvende zedelenmelere yol açmıştır. Oysaki devrimci demokrasinin olmazsa olmazı azınlığın görüşlerini almak, onu masada  müzakere etmek olmalıydı. Kaldı ki sen  çoğunluğu temsil edebilirsin, ancak, bizleri mevcut düzen partilerinden ayıran en büyük özellik devrimci  demokrasi  ve halk demokrasisini eşit ölçekte işletmektir. HDP   devrimci demokrasinin işletilmesi noktasında sınıfta  kalmıştır. Bu yanlış ileride düzeltilmezse bileşenlerde ve devrim güçlerinde çok önemli güvensizlik yaraları açacağı gün gibi açıktır. HDP  bu yanlış  anlayışını  yeniden gözden geçirmeli ve özeleştiri yapmalıdır.
   

 Alınan kararın doğruluğu veya yanlışlığından öte, yöntemde  ciddi yanlışlar uygulanınca çatlakların çıkmaması da mümkün değil. Seçimlere kadar izlenecek siyasi, politik, pratik gidişat tartışılabilinirdi. Bunların hiçbiri uygulanmadı. Bu yanlış yoldan umarım erken dönülür, bütün bileşenlerin görüşüne  başvurulur.

 

   Gelelim  1 Kasım seçimlerine; neresinde bakılırsa bakılsın karmaşık  bir sürecin içerisine girmiş bulunuyoruz. HDP bugün çizmiş olduğu gidişatla zikzaklar çiziyor, anlaşılan o ki HDP'nin çizgisinde  sağa liberalizme kayma yaşanıyor. Geçmişten günümüze  etkin olan, bazı liberal aydınların  etkisinde kalınarak  düzen sınırları içerisine çekilmek  istenmektedir. İdeolojik manada  bu çok ciddi bir kayışı da beraberinde getirmektedir.

 

      Eğer ki yürürlükte olan en katmerli faşizm altında seçimlere gidiliyorsa, elde var olan kısmi demokratik hak ve özgürlükler pervasızca gasp ediliyorsa, parlamento biçimsel  özelliklerini dahi yitirmişse, iktidarı gasp eden baş düşmanımız klik  kendi yasaları  çiğneyerek  kendi meşruluğunu kaybetmişse burada ipe un sermenin  bir yararı olabilir mi? Her şey kısa politik çıkar hesaplarıyla ele alınamaz. Progmatist davranışlar  sınıf işbirliğini de beraberinde getirir. Bugüne kadar çok zor elde edilen bileşen  değerleri tepside  altın misali devletin, devlete hâkim meşruluğu tartışılır hale gelmiş  faşizme sunulamaz. Burada bir kere durup yüz kere düşünmemiz gerekmektedir. İki Bakanlık alınacaksa da ne olacak, kime şiirin gözükmek istiyorsunuz? 'Bakın biz bölücü  değil, biz birlikten yanayız, birlikte  Türkiye 'yi bal gibi yönetiriz. Erdoğan  istemiyor mu  demek istiyorsunuz? Bu faşizmin kabinesine katılmakla olmaz, faşizm her dönem kendine yedek sibop lastiği  bulmaya çalışır, iktidarını koruma adına  bu yedeklenmeleri kullanır.  HDP  Bakanlıklar alarak faşizmin başı Sarayı meşrulaştırdı. Yanlışa bu yanlışla da kalmadı, ırkçı faşist  Kürt düşmanı, Alevi  düşmanı yüzünü gizlemek için  iki Alevi Kürt  milletvekilini bilerek bakan yaptı. HDP  'Bak ben  arabozucu değilim, savaş yanlısı, ayrılıkçı değilim  AKP 'yle  dahi  birlikte yürüyebilirim mi demek istiyor. Verilen mesaj yanlış algılanmıyorsa bu. 

 

  Şu açık ve net söylemeli, HDP’nin bir Kasım 'a kadarki  kabinede yer alma kararı yanlış ve Sarayın, devletin, yasanın, yürütmenin, yargının  ekmeğine yağ sürmektir. Savaş  ve katliamları  yaratan devleti  niyet ne olursa olsun  meşru görmektir. Tecrit ve teşhir olan  faşist  iktidarı düştüğü bu sıkıntıdan, zorluktan  kurtarmaya çalışmaktır. Bu tutum HDP'yi ciddi olarak yıpratacağa benziyor. Kanımca, HDP kendi içerisinde demokrasiyi işletseydi, önceki kararlı duruşu gösterebilseydi, faşizmin kabinesinde yer almasaydı   gelecekte daha sağlam büyüme  gelişmeler gösterecekti. HDP  içerisinde  ve çevresinde etkin olan  devletin ve düzenin   Balans ayarını  halkın muhalif güçleriyle sağlayan güçler mevcut. Anlaşılan yapılan' gizli diplomasi' ve 'müzakereler' etkili, belirleyici olmaktadır. Kısacası  CHP'nin kabineye girmemesi, retçi  tavır takınması HDP’den  daha tutarlılık olarak görülmektedir.

 

    Bakanlık teklif edilen Tüzel’in tutumu doğru ve yerindedir. Ali Haydar Konca ve Müslüm Doğan’ın  bakanlığı kabul etmeleri her yönlü yanlış bir karardır. Söylemleriyle pratik davranışları birbiriyle çelişmektedir. Kısa vadeli  politik hesaplar gelecekte büyük  kaybetmelere vesile olurmuş... Hele ki, Müslüm  Doğan arkadaşın  devleti, faşizmi, parlamentoyu  ve de dahası  Bakanların oluşturduğu kabinenin ne anlama geldiğini  daha iyi anlayacağını  sanıyordum, burada ciddi  yanıldığımı belirtmekte yarar görmekteyim.

 

       Seçimler ve devrimci tavır  ne olmalı?

 

Türkiye'de ve Kürdistan'da devletin yönetsel şekli -özü faşizmdir.  Faşist diktatörlüğün  Kürdistan'daki uygulamaları daha katmerli ve acımasızdır. Bugün Ortadoğu’da  Kürdistan'da ve Türkiye'de  açık bir savaş var, ortada olan yaşanan gerçeği görmezden gelmek kem küm etmek, kendi niyetini gerçeğin yerine koymaktır. Ülkemizde faşist diktatörlük  topyekûn halklarımıza saldırıyor, katlediyor, yakıyor, yıkıyor, gözaltına alıyor, işkence yapıyor, tutukluyor gerekçesiz zindanlara  tıkıyor. Kürdistan'da her yerde savaş yasaları yürürlükte, sokağa çıkma yasağı, giriş çıkışların yasaklanması, insanların hiçbir  yasal, hukuksal haklarının tanınmaması ,'Allahu Ekber   Tekbir 'sesleri eşliğinde  Ordu’nun, polis’ in   Kürt halkına, halklarımıza her gün her saat tankıyla, topuyla, savaş uçaklarıyla, kobralarıyla kurşun yağdırması, dağlarımızı ormanlarımızı, köylerimizi yakması, zorla yaşam alanlarını boşaltması  bize nasıl bir yönetim  içerisinde olduğumuzu  açıkça göstermektedir. Bunun adı faşizmdir. Yalnızca  faşizm değil, en zalim radikal şovenizm ve de radikal İslamcı faşizmdir. Kadınlarımıza  yapılan zulüm ve katliam, çocuklarımıza yapılan zulüm, ayrı dinden, ırktan  ve mezhepten olan halklarımızı  yaşadıkları zulüm ortada. Kalkıp 'hala faşizm yok 'diyebilir miyiz, hala çalışmayan, hiçbir işlevi olmayan bir parlamentonun meşruluğunda  bahsedebilir miyiz?  

 

   Ve bu histeriyle her şey normal seyrindeymiş gibi seçimlere  katılabilir miyiz? Herkes şapkasını önüne koyup ciddi ciddi düşünmek zorundadır. Faşizm belirlediği şartlarda, yasalarda, kurallarda  kan  gölüne dönmüş koşullarda,' her şey normalmiş, her şey güllük-gülistanlık, hadi seçimlere katılalım denebilir mi?

 

  Bu soruya verilecek tek bir cevap var, o da koca bir hayırdır. Devrimci tutum  faşizmin  bize açık açık dayattığı, 'benim yasalarım  kurallarım ve çizdiğim belirlediğim kulvarda olacaksın' boyun eğme, teslim almaya karşı koymaktır. Faşizmin bize dayattığı  tüm kurallara tutarlı karşı koymak  seçimleri boykot etmektir. Bu güçler dengesi hesaba katıldığında  nasıl olmalıdır sorusunu da beraberinde getirmektedir. Boykot yalnızca tek bir kalıpla ele alınamaz. Boykot nihayetinde döneme uygun belirlenen  taktik bir yoldur. O anlamıyla oylamaya katılmama da, oy vermemeye çağrıda bir boykot şeklidir. Kanımca  boykot tüm gelişmeler dikkate alındığında seçimleri   boykot etmek en doğru olandır.

 

 Kürd ulusal kurtuluş hareketinin içerisinde bulunduğu durum, onların güç dengeleri üzerinde izledikleri politika  ve seçimlere katılma taktiği de dikkate alınırsa eğer, içerisinde bulunan şart ve koşullara uygun özel bir taktik seçim politikası da belirlenebilir diye düşünüyorum. Tabi ki bunun getirisi - götürüsü de hesaba katışmalıdır. Hiçbirşey e tek gözle bakamayız, mücadele bicimleri çok çeşitli ve taktikler de bu çeşitliliğin ortaya çıkardığı durumla bağlantılıdır. O zaman, acaba diyorum eleştirilerimiz açık olmak kaydıyla bir kereye mahsus, izlediği yanlış politik hatta karşın KEHREN desteklenemez mi? Bugün bence bu da düşünülmelidir. İyi düşünmek, günümüze uygun tavır takınmalıyız. İlkelerimizden asla ve asla taviz vermemeli, birilerinin peşinden ilkesizce hareket etmemeliyiz. İdeolojik, siyasi ilkelerimizi kısa vadeli çıkarcı mantıkla gözden ırak tutamayız. Az olalım ama doğru inandıklarımızdan taviz vermeyelim. Ne halk kuyrukçuluğu, ne kendiliğindencilik, ne de sekterizm inandığımız MAOİST çizgiyi iyi kavrayalım, uygulayalım diyorum. Türkiye ve Kürdistan halkları  'çoğulculuk, halkçılık, önce kitleleri kazanalım 'diyenlerden çok çekti.  Komünistler şiddete özde karşıdır. Siyaset çok yönlü mücadele biçimleriyle yürütülür. Karşımızdaki güç şiddeti esas alıyorsa burda bizimde zafere varmamız için aynı yola başvurmamız gerekir. Devrim öyle nakış işlemeye, yazı yazmaya, iyi konuşmaya aydın olmaya benzemez. Kural neyi gerektiriyorsa devrim yapmak onu gerektirir.k

44524

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar