Pazar Mayıs 19, 2024

Diktatörler gölgelerinden korkarlar

Tarihin en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da güvenmez.

Diktatörler, gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin üstünde de koruma gezdirir.

Diktatörler, her yönüyle en zayıf kişiliklerdir. Her şeyden korktuklarından ve  diktatör olarak kalabilmeleri için, herkesin kendisinden korkmasını ister. Özellikle halktan korkar. İşçilerin varlığı, onların en küçük direnişi onu hep ürkütür. Bu karınca gibi insanların birlik olup kendini yıkacağını düşünür ve onları ezmeye çalışır. Daha fazla çalışıp kendine ve kendi destekcilerine daha fazla sermaye sağlamalarını ister.

Bu nedenle, sermaye sahipleri de diktatörleri sever. En “demokrat” sermayedar gözüken, en korkak, en pespaye, kişiliksiz bir diktatörün halka kan kusturmasına ses çıkarmaz. Arada bir “demokrasi iyiydir” derselerde, yine işçi ve emekçileri aldatmak içindir. Oysa, en büyük karlarını bu tür diktatörlük dönemlerinde elde ederler. Palazlandıkça palazlanırlar. Kar üstüne kar katarlar. Sermayelerini büyüttükçe büyütürler. Diktatörde onlardan biraz pay ister ve “ben olmasam siz bunları kazanamazdınız” diyerek, rüşvetlerini aksatmamalarını buyurur.  Rüşvetlerde, diktatörün kasalarına akar, kasalar yetmezse ayakkabı kutularına istiflenir.

Diktatör, korkusunu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yenemez. Bu nedenle de durmadan yeni  zorba kanunları çıkarır. Uçan kuştan dahi korkar. Gürül gürül akan derelerden, özgürce güneşe doğru uzanan ağaçlardan, işçinin grevinden korkar.  Korktukça yasaların ardı arkası kesilmez. Korku yasaları birbirini takip eder. Ne yazık ki, yine de, her yeni çıkan korku yasası, diktatörün korkusunu dindirmeye yetmez.

Korkunun ecele faydası olduğunu sanır, diktatör. Ayakta kalmasının, saltanatını sürdürmenin yolu; kitleleri baskı ve şiddetle ezmek olduğunu, yaşamın her alanını asker ve polis ile kuşatmaktan geçtiğini düşünür. Bu nedenle de durmadan kendi koruyucularını çoğaltır. Halk üzerindeki baskıları artırdıkça artırır. Güvenlikçilerine her türlü yetkiyi verir. Bu da yetmez! ...

Her tarihsel dönemin diktatörleri, kendi dönemlerinin özgülüklerini taşırlar. Kapitalist toplumun diktatörleri de birbirine benzerler. Hangi ülkenin diktatörü olursa olsun, korku ve uygulamaları aynıdır. En büyük istemleri; sermayeyi korumak, onun semirmesini sağlamaktır. O büyüdükçe kendi sermayesini de büyütmek. Onun desteği olmadan ayakta kalamayacağını bildiği için, diktatör ile sermaye özdeşleşmiştir.

Diktatörlerin, en büyük korkusu, hiç kuşkusuz kitlelerdir. İşçi ve emekçi yığınlarıdır. Varlıkları, onların aşırı sömürülmesi  ve ezilmesine bağlıdır. Onların suskun kalması, şiddetle susturulması, diktatörün saltanatının ömrünü de uzatır. Bu nedenle de, çıkardığı her yeni kanun çalışanların aleyhine, burjuvazinin ise lehine olur.

Ama, bütün diktatörler, kendilerini “halktan yana”, “halkın dostu”, zenginlerin ise düşmanıymış gibi gösterir. Arada bir zenginlere çıkışır. Ancak, böyle bir “azarlamayı” neden yaptığını sermaye sahipleri de diktatör de bilir. Bu azarlama, sermayenin büyümesine, kitleleri ise oyalamaya hizmet eder. Kapitalist toplumun gelmiş geçmiş sivil ya da askeri diktatörleri bu tür “azarlamaları” yer yer yaparlar.

Bütün diktatörler çok konuşur. Yakın tarihimizin diktatörlerini alın inceleyin, her gün her konuda konuşurlar. Hiç kitap okumazlar, ama, bilmedikleri hiç bir konu da olmaz ve her işin uzmanı gibi ahkam keserler. Uzayın derinliklerinden tutunda, doğum kontrolüne, oradan sanata kadar her bir şeyi bilirler.

Ve hepsi de yalancıdır. Kendi yalanlarına da inanırlar. Etrafı da yalancı doludur. Ve kitleler üzerinde koca bir yalan imparatorluğu oluştururlar. Yanlışlıkla doğru söylediklerini, ertesi gün yalanlarlar. Onlar için kitleler aptaldır. Hiç bir şey anlamaz ve onlar ne derse inanır! Aynen böyle düşünürler.

Bütün diktatörlerin, en çok kullandığı sözcük “hain” olur. Kendilerinin dışında herkes haindir. Bazan vatan hainleri bazan ise din düşmanlarıdırlar. Ama mutlaka “hain”dirler. Diktatörlerin kimi, din üzerinde kitleleri oyalamaya çalışırken, kimi “vatan-millet-bayrak” üçlemesi üzerinden nutuk çeker. Ama, istisnasız hepsi, din de dahil, bu üçlemeyi kullanır. Kitleleri bunlarla oyalamanın bilincindedirler. Bu nedenle de aptal değildirler. Aynı Erdoğan gibi.

Bazı liberaller, Erdoğan’ın “ruh hastası” olduğunu ileri sürüyorlar. Emperyalist burjuvazi de Hitler için aynısını söylüyor. Bu aldatmacadır. Bunun anlamı, kitlelere; “bu delidir, ne yapsa yeridir”, “idare edelim” diye işi yumuşatmanın, diktatörü hoş göstermenin bir yöntemidir.

Mussolini, Hitler, Franco, Salazar, Pinochet, Evren, Mübarek ve diğerleri ne kadar deliyse, “ruh hastasıysa”, Erdoğan’da onlar kadar hastadır. Yani, bunların hepsi ne yaptıklarını bilen kişilerdir. Yaptıklarını bilerek yaparlar ve burjuvazinin kitleler üzerindeki baskı araçlarıdır. İçinde bulundukları ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değillerdir. Onları halkın tepesine bir zulüm aracı olarak diken kapitalist sistemin ta kendisidir.

Baskıların artış oranıyla sermayenin artış oranı aynıdır. Bu bağlamda, diktatörün “demokratlık” seviyesi ile sermayenin “demokratlık” seviyesi birbirine eşittir. Ne zaman ki, sermayenin artış oranı baskı oranının gerisinde kalırsa, burjuvazi, diktatöre “süren doldu” der. Sermayenin artış oranının düşmesi, ise kitlelerin sokaklara dökülmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle direkt ilgilidir.

Kitlelerin susması, sinmesi, diktatörlüğün baskılarını azaltmaz. Tersine, her suskunluk, her örgütsüzlük, her sinme arkasından daha büyük baskı ve sömürüyü koşullar. Diktatörde bunu bilir ve baskıyı artırdıkça artırır.

Diktatörler yıkılmaz değildir. Bütün diktatörler ve onu ayakta tutan sermaye, aslında bir kağıttan kaplandır. Kitlelerin örgütlenip ayağa kalkmasıyla kaçacak delik ararlar. Önemli olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, üretim alanlarını ve sokakları zapt etmesidir. O zaman, ortada, ne Erdoğan kalır ne de onu yaşatan sistem.

03.03.2015

 

60976

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar