Pazar Mayıs 12, 2024

Dêrsim Dağlarının beklentisi---Ergin Doğru

Dêrsimliler ve dostları, Dêrsim Soykırımı ve Dêrsim kimliğinin geleceği açısından yeni bir sıçrama yapmak zorundadır. Öncelikle yüreği Dêrsim'le atan herkes, "Ne yapmalı” sorusunu kendisine sormalıdır.
Dêrsim Soykırımı’nın yıldönümünde yine hüzünlü ve öfkeliyiz. Yıldönümlerinde kaybettiklerimizi anmak, kıyımın neden ve sonuçlarını irdelemek, elbette gerekli ve anlamlıdır. Üstünden yıllar geçmesine rağmen soykırımı kamuoyu gündemine sokmak, ayrıca devletin bu soykırım ile yüzleşmesini sağlamak için verilen mücadelenin geldiği aşama, küçümsenecek bir durum değildir. Soykırımın bu kadar gündemleşmesi ve egemenlerin özür dileme noktasına getirilmesinde yapılan bu anmaların ve tartışmaların katkısı yadsınamaz.


Gelinen aşamada ise Dêrsimliler ve dostları, Dêrsim Soykırımı ve Dêrsim kimliğinin geleceği açısından yeni bir sıçrama yapmak zorundadır. Öncelikle yüreği Dêrsim’le atan herkes, “Ne yapmalı” sorusunu kendisine sormalıdır. Yıllardır alanlarda, salonlarda verilen emek ve çabalar sonucu bugün Dêrsim Soykırımı, biraz olsun vicdani duyarlılığı olan herkesin kabulüdür. Öyle ki halklara düşman şoven politikaların uygulayıcısı olan Tayyip Erdoğan dahi yarım ağızla özür dilemek zorunda kalmış, soykırımın sorumlusu olan CHP zihniyeti soykırım gerçeği ile yüz yüze kalmıştır.
Elde edilen bu kazanımlarda farklı düşünen bütün Dêrsimlilerin katkısı vardır. Duruşu, politik bakışı farklı da olsa tüm Dêrsimlilerin gelinen aşamada birleşmesi gerekmektedir. Öncelikli olarak ortak bir yol haritası çıkarmalı, önümüzdeki süreci nasıl karşılayacağımızı tartışmalıyız.

Hukuki çaba aralıksız sürdürülmelidir
Üzerinden geçen 77 yıla rağmen soykırım resmi olarak kabul edilmiş değildir. Hukuki olarak ulusal ve uluslararası bütün yol ve yöntemler işe koşulmalıdır. Dêrsim 1937-38 Soykırım Derneği ve Dêrsim Yeniden inşa Derneği’nin Lahey Adalet Divanı ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdindeki girişimleri oldukça değerlidir. Yapılan bu başvuruların sonuç vermesi için güçlü bir hukuk mücadelesi verilmeli ve lobi faaliyeti yanında kitlesel eylemliliklerle sonuç alınmaya çalışılmalıdır. Bu konuda hiç kimse kendini dışta tutma lüksüne sahip değildir. Gerekirse bu kurumlarımıza yenileri eklenebilmelidir. Yapacağımız bütünlüklü çalışmaların uluslararası alanda kazanacağı başarı ile Türkiye egemenleri baskı altına alınabilir.


Bahsi geçen kurumların uluslararası alandaki hukuki girişimlerine paralel olarak Türkiye’de de girişimler ortaklaştırılmalıdır. Bazı hukukçularımızın ve kurumlarımızın bireysel girişimleri, kurumlarla ortaklaşmalıdır. Parçalı ve bireysel girişimlerin sonuç almaktan uzak olduğu herkesin malumudur. Dêrsim Soykırımı’nı kabul ettirme mücadelesi, artık bireysel çabaları aşan toplumsal emek, çaba ve aklın ürünü olmak zorundadır. Birlik anlayışını zedeleyen, dışlayan ve olumlu girişimleri baltalayan tüm yaklaşımlar mahkûm edilmelidir.
Soykırım, sadece hukuki anlamda ve resmi inkar noktasında değil; insani, kültürel, inançsal, dilsel, ekolojik problemler ile de varlığını sürdürmektedir.

Beyaz ölümün çığlığı
Yitirdiklerimizin yanı sıra, soykırımın beyaz katliamdan geçirdiği toplum gerçeğini de akıldan çıkarmamak gerekir. Soykırımda yitirdiklerimizi anarak yaşatabiliyoruz ama beyaz katliamdan geçirilerek dilini, inancını, kimliğini inkar eder hale getirilen insanlarımız da bizi acıtan diğer bir yanımızdır. Kemalist politikaların beyaz katliamı sonucu hala insanlarımız kendi gerçekliğinden uzak bir şekilde yaşamaktadır. Hepsi bizim olan bu topluma kızmak yerine beyaz katliamın sonuçlarını nasıl ortadan kaldıracağımızı düşünmeliyiz. Bu boyutuyla değerlendirildiğinde, öncelikle yaşamımızın her alanına nüfuz eden soykırımcı zihniyeti kendimizden uzaklaştırmak zorundayız. Siyaset, dil, inanç, kimlik konusunda yaşatılan asimilasyona karşı değerlerimize sahip çıkarak ve öze dönerek tehlikeyi bertaraf edebiliriz.


Bugün Dêrsim’de hala soykırımcı zihniyetin temsilcisi olan CHP varlığını sürdürüyorsa herkes bunun üzerinde düşünmelidir. Dêrsim toplumu demokratik ve çoğulcudur, farklılıkları zenginlik olarak görür; fakat bunun makul bir sınırı olmalıdır. Dêrsimliler seçici davranmalıdır. Soykırım ile hesaplaşmak onun zihniyeti ve kurumları ile hesaplaşmaktan geçiyor. Dêrsimlilerin CHP’ye demokratik yollardan vereceği her cevap aslında soykırım ile yüzleşme ve hesaplaşma adına atılmış büyük bir adım olacaktır. Sadece CHP ile de değil, bu zihniyeti temsil eden kim varsa Dêrsim’de yer edinememelidir. Halkımızın demokratik refleksleri ve bilinç düzeyi bunu sağlamak için yeterlidir. Yapılması gereken şey, halkın duygularını şahsi menfaatler için incitmemektir. Siyasal ikbal için düzen partilerini Dêrsim’de var eden herkes, Dêrsim 38’de yitirdiğimiz canlara karşı borçludur.

Dil gerçeği geleceğin teminatıdır
Beyaz katliamın Dêrsim’de yarattığı olumsuz sonuçların başında ise yaşanan dil kırımı gelmektedir. Bir insanı var eden en temel değerlerden olan anadil, Dêrsim’de yok olmak üzeredir. UNESCO tarafından yok olmak üzere olan diller arasında gösterilen Kirmanckî, Dêrsim toplumunda yaşanan asimilasyonun boyutunu göstermektedir. Anadilini konuşmayan-konuşamayan bir toplumun kendi değerleri ile var olması zordur. Kültürün, inancın, kimlik ve kişiliğin gelişimi, anadil ile doğrudan ilişkilidir. Anadilinden uzaklaşmış toplum, kendine yabancılaşmış toplumdur. O yüzden de sömürgeci güçler işgalden önce anadili unutturup kendi dillerini egemen kılmaya çalışırlar.


Bizler bunun acısını bugün hala yaşıyoruz. Dêrsim geneline bakıldığında sokağın dili Türkçe’dir. Anadilini konuşan insanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Yeni doğan çocuklar anadilinden uzak bir şekilde yaşıyor. Şimdi dilini konuşamayan bir toplumun soykırım ile yüzleşmesini beklemek mümkün müdür? Dilini koruyamayan, konuşamayan bir toplum geçmişi ile yüzleşemez ve hesap soramaz.
Dêrsimliler soykırım ile hesaplaşmak için önce bize unutturulan dilimizi sahiplenmeli, yaşamın her alanında onu hakim kılmalıdır. Sanatçılar Kirmanckî’yi eserlerine aktarmalı, yazarlar romanlarını, şairler şiirlerini anadilleriyle yazmalıdır. Bir dilin kurtuluşu soykırım ile hesaplaşmak için yeterli olmasa da topluma bu konuda öncülük etmek açısından hayati değerdedir. Sanatçının, aydının, yazarın sahip çıktığı dil, toplumda da kabul görecektir. Toplum, anadilini yaşamın dili yaptığı anda ise yüzleşme ve hesaplaşma açısından kritik eşik aşılmış olacaktır.
Yok olmanın eşiğindeki dilin yeniden yaşatılması kendiliğinden olmayacağına göre bir dil seferberliği başlatılmalıdır. Yaşamın, ekonominin, sokağın dilinin Kirmanckî olması için dil kursları ve özel programlar ile dil geliştirilmelidir.

İnancımız geleceğimizdir
Dêrsim açısından bakıldığında beyaz katliamın bir sonucu da inanç asimilasyonudur. Kürt Kızılbaş Aleviliği, Ree Haq inancı ile var olmuş ve bu yüzden de egemenlerin hışmına uğramıştır. Dêrsim 37-38 Soykırımı’nın temel gerekçelerinden biri olan inancımız, soykırım sonrasında üzerinde en fazla oynanan konu olmuştur. Dêrsim inancı özünden koparılarak Türk İslam inancı içerisindeki bir Alevi tanımına konulmaya çalışılmıştır.
İnanç önderlerimiz inancın özünü muhafaza etmek yerine yürütülen politikalar sonucunda bu asimilasyonun bir parçasına döndürülmüştür. Bir yandan Türk İslam sentezi, diğer yandan Bektaşilik ile inancımız kuşatılmıştır. Cem evlerinde egemen sistem temsilcileri cirit atıp göstermelik şovlar ile halkı aldatmaya çalışmışlardır. İnanç evleri adeta birilerinin çıkar evlerine dönüştürülmüştür.
Dêrsim’e verilen ikrar unutulmuş, börtü böceğin, yetimin, canlının hak ve hukuku soykırımcıların adaletine ve insafına bırakılmıştır. İkrar sahibi hiçbir Dêrsimli Koye Munzur’a, Düzgün Baba’ya, Sultan Baba’ya olan itikadından vazgeçemez. Yaşanan soykırımın en büyük tanığı ise ikrar verdiğimiz kutsallarımızdır. Bizi kutsallarımızdan ayırıp yeni kabeler ile yanıltmaya çalışanlar, önce aynaya bakıp kendini görmeli ve ikrar verdiklerini unutmamalıdır.

Dil, inanç kimliğimizdir
Soykırımın yaratığı korku psikolojisi ve toplum mühendisliği Dêrsim’i ne kadar “Türk oğlu Türk” gösterse de Dêrsim Kirmanc’ı, Kurmanc’ı, Ermeni’si ile kimliğinin farkındadır. Etnisite anlamında var olan zenginliğini benimseyen ve hiçbir dönem yadsımayan Dêrsim’den “Türk oğlu Türk” yaratmaya çalışan egemenler ve onların içimizdeki temsilcileri, Dêrsimlilere yapılan soykırımın gerekçesini izah etmek zorundadır.
Egemen kalemşör ve sözcülerinin “feodal kışkırtmalar, gericilik, eşkıyalık” gibi safsatalarına hiç kimse inanmıyor. Günümüzde farklı politikalarla Dêrsim’in Kürdi kimliğini ve duruşunu yok sayarak Dêrsim’e etnik kimlik yakıştırmaya çalışanların bu coğrafyanın inancından, kültüründen bihaber oldukları ve nasiplenmedikleri ortadadır. Devletin resmi rapor ve belgelerine göre de soykırımın temelinde yatan Kürt kimlik gerçekliğinin bizzat kimi Dêrsimliler tarafından yok sayılması, Dêrsimlinin trajedisidir ve soykırımcıların aldığı mesafeyi gösteriyor.


Soykırım ile hesaplaşmak öncelikle bu hastalıklı ruh halinin sahipleri ile de bir yüzleşmeyi gerektiriyor. Elbette kimseyi zorla istemediği ya da hissetmediği bir kimlik ile tanımlamak doğru değildir; fakat öte yandan kendini Kürt hissetmeyen ve görmeyenlerin de gerçekleri alt üst ederek “Dêrsim Kürt değil” demesi de kabul edilemezdir. Dêrsim’i bu sığ tartışmaya çekmek, ancak egemenlere hizmet eder. Dêrsim Soykırımı öncesinde olduğu gibi kim kendisini ne hissediyorsa odur. Burada dikkat edilmesi gereken şey ise sistem gibi inkarcılığa düşmeden, şovenizm bataklığına düşerek Kürt düşmanlığı yapmadan kendini istediği gibi tarif etmektir.
Dêrsim Soykırımı açısından yapılması gerekenlerden biri de çarpıtılmış resmi tarih anlayışı yerine bilimsel gerçeklerin açığa çıkarılmasıdır. Resmi kaynakların uydurmaları ile ters düz edilen soykırım gerçeği, halkın bilincinde yanılsamaların sebebi olmuştur. Gerçeklikle ilgisi olmayan tarihsel hikayeler yerine halka gerçekleri anlatmak ve doğru bir tarih bilinci oluşturmak gerekmektedir. Soykırıma tabi tutulmuş bir halkın çocukları olarak cellatlarımızı bize kurtarıcı olarak gösteren yalana dayalı tarih anlayışı etkisini her geçen gün yitirse de tümden yok edilmiş değildir. Dêrsim’in yetişmiş akıl gücünün kendi tarihini yazmasının zamanı çoktan gelmiştir. Unutmayalım ki aslan ile avcı arasındaki hikayeyi avcılar yazdıkça aslanlar kaybetmeye mahkûmdur.

İnsansız bir yüzleşme ve gelecek mümkün değildir
Soykırımın devam etmesinin önemli sebeplerinden biri de Dêrsim’in insansızlaştırılması politikasıdır. Dêrsimliler dört bir yana dağılmış, topraklarından uzak yaşamak zorunda kalmışlardır. Verilen göçler ile insansızlaştırma politikaları sonuca ulaşmış, Dêrsim yalnızlaştırılmıştır. Bu konuda yapılabilecekler ve geriye dönüşün koşullarının nasıl sağlanacağı tartışılmalıdır. İnsanın olmadığı yerde haklılığımızın olması reelde bir şey ifade etmez. Kültürümüzü, inancımızı koruyacak ve gelecek nesillere taşıyacak olan insansa, Dêrsim nüfusunun artması ve yaşamın canlandırılması gerekiyor. Köye geri dönüş kampanyaları düzenlenmeli, insanlar teşvik edilmelidir. İnsanlarımızın rahat edebilmesi ve Dêrsim’de kalıcı olması içinse istihdam imkanları yaratılmalı, insanlarımız yeniden üretimle buluşturulmalıdır.
Doğası ile bütünleşmiş Dêrsimliyi köklerinden koparmanın en kolay yolu toprağından ve doğasından koparmaktır. Soykırım ile başarılamayan, şimdi doğa kırımı ile tamamlanmak istenmektedir. Dêrsim’in doğası, yaşamın kendisi olan sularımız ile boğulmaktadır. Yapılan barajlar ile kutsallarımız sular altında kalırken yok olan inancımız ve kültürümüz olacaktır. Sular altında kalan ziyaretlerimiz yerine inancımız asimile edilecektir. Doğası yaşamının bir parçası olan Dêrsimli bu şeklide köksüzleştirilecek ve yarım kalan soykırım tamamlanmış olacaktır.
Dêrsim coğrafyasında uygun olan turizm, tarım ve hayvancılık öncelikli olmak üzere projeler geliştirilmelidir. Demokratik komünal ekonomik modelleri ile toplumsal dayanışma ve paylaşım sağlanmalıdır. “Üreten insan, düşünen insandır” ilkesinden hareketle devletin yoksullukla terbiye etme ve biat ettirme politikaları aşılabilir. Aksi takdirde insanlarımız sistemle bağlarını koruduğu müddetçe, “Dêrsimi kimliğe ve duruşa” ulaşabilmek mümkün olmayacaktır.
Bütün bu saydıklarımız aslında Dêrsim 37-38 Soykırımı’nın hala devam ettirildiğinin açık göstergesidir. Dolayısıyla soykırıma karşı çıkmak sadece anmak ve tartışmak ile değil doğru duruş ve birleşik bir pratik ile mümkün olabilir. Egemenlerin soykırım ile yok etmek istediği ne varsa yeniden ayağa kaldırmak ve Dêrsim’i özü ile buluşturmak gerekmektedir. Kendine özgü kültürü, inancı ve doğası ile Dêrsim, kendi özerkliğini sağlayabilmelidir.
Tarih boyunca aslında kısmi özerklikle yaşamış olan Dêrsim kendi kurtuluşunu sağlayacak, soykırımcılarla hesaplaşacak dinamiğe fazlasıyla sahiptir. Yapılması gereken, acılar içinden geçerek demokratik bilinç ve kültüre sahip olan Dêrsimliyi harekete geçirecek demokratik kolektif öncülüktür.
Türkiye egemenlerinin tarihlerindeki kara sayfaların başında gelen Dêrsim Soykırımı ile yüzleşmesi ve bu yüzleşmenin gereklerini yerine getirmesi sağlanırsa demokratikleşme ve toplumsal barış noktasında önemli bir viraj alınmış olacaktır. Kendi geçmişi ile yüzleşmeyi göze alan bir Türkiye karanlık geçmişindeki birçok yanlıştan kurtulabilecek ve demokratik bir Türkiye özlemine cevap olabilecektir.
Dêrsim Soykırımı ile yüzleşme ve hesaplaşmanın Türkiye açısından böylesi bir demokratikleştirme ve toplumsal barış noktasında manivela rolü vardır. Böylesi önemli bir konuda Türkiye egemenleri bu yüzleşmeye yanaşır mı ve kendi yurttaşlarına karşı görevlerini yerine getirir mi sorusuna evet demek çok mümkün gözükmüyor. Egemenlerin buna demokratik yollarla zorlanması, başta Dêrsimliler olmak üzere demokrasi ve özgürlük güçlerinin görevi olmalıdır.

Somut pratik zamanı!
Dêrsimliler çektikleri büyük acı, sürgün ve yıkımlara rağmen hala çok güçlü bir demokratik irade ve kararlılığa sahiptir. Dêrsimlinin bu kadar muhalif ve demokratik özünün bir sebebi de kendisine yaşatılanlara karşın hesaplaşma inadıdır.
Dêrsimli, özgünlükleri içinden oluşturduğu demokratik sol kimliği ile hala önemli bir güç olmayı sürdürmektedir. Yapılması gereken, Dêrsim’in soykırımcılarıyla hesaplaşacağı demokratik iradeye öncülük edebilmektir.
Dêrsimliler kendilerine yaşatılanları aşıp yeniden tarihsel özü ile buluşmak için her zamankinden daha fazla birliğe ihtiyaç duymaktadır. Farklı düşüncelere sahip olsa da demokratik Dêrsim değerleri ile buluşan tüm ilerici, devrimci, demokratların, demokratik Dêrsim paydasında ortak hareket etmesi gerekmektedir. Parçalı duruş ve çabaların soykırım ile hesaplaşmayı geciktirdiği ve durumdan istifade etmeye çalışanlara yeni rant alanları açtığını unutmamak gerekiyor.
Mücadelenin toplumsallaşması bireysel hesap ve çıkarların önüne geçecek ve Dêrsim mücadelesi toplumsallaştıkça kazanacaktır.
Dêrsim Soykırımı ile hesaplaşma mücadelesinin başarıya ulaşması elbette sadece iyi niyet temennileri ile mümkün değildir. Başarıyı getirecek olan demokratik birlik kadar planlı, programlı bir mücadele gerçeğidir.
Dêrsim’i bir bütün olarak yok etmek isteyenler nereden saldırıyorsa alternatifini ortaya koyup saldırıları bertaraf etmek gerekmektedir. Dil yok ediliyorsa tüm Dêrsimliler anadil seferberliğine girişmelidir. Çocuklarımızın isimlerinden sokak isimlerine kadar her şey anadil ile ifade edilmelidir.
Yok edilmek istenen inancımız içinse ikrar verdiğimiz kutsallarımıza daha sıkı sarılmalı, asimilasyoncu zihniyetin karşısına Dêrsim’in tarihsel inancıyla çıkmalıyız. Ocak kültürü yeniden yaşatılmalı, cemlerimiz inancımızın gereği olan toplumsal, sosyal, dayanışmacı ve adaletli özüne kavuşturulmalıdır.
Siyasal kimliğimiz, onu tehdit eden sistem partileri ve türevlerine karşın soykırım gerçeğini bilince çıkarmış bir şekilde yeniden üretilmelidir.
Dêrsim’in yükü ağır ve yaraları derindir. Dêrsim’i acılarında yalnız bırakmayan, kutsalı olan dağları var oldukça, Dêrsim’in anahtarı çocuklarımızın elinde olduğu müddetçe Dêrsim kaybetmeyecektir. Dêrsim’in anahtarını çalmaya çalışan soykırımcılarla hesaplaşmak için her Dêrsimli, yüzünü kutsal dağlarına çevirerek verdiği ikrarı yenilemeli, ikrarına sadık yaşamalıdır.
Dêrsim, soykırımcıları ile hesaplaşmak için artık toprağa kefensiz düşenlerle kurduğu maneviyatı hesap soracak pratiğe dönüştürmelidir. Dêrsim’in anahtarını koynunda saklayan dağlarımızın beklentisi de budur.

75076

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

Sayfalar