Pazartesi Mayıs 13, 2024

“Denizden nehre Filistin”; Kudüs Filistin’dir!

ABD Başkanı Donald Trump’un, tüm tepkilere karşın 6 Aralık’ta Kudüs’ü “İsrail’in resmi başkenti” olarak tanıması ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağını açıklamasıyla tansiyonun zaten her daim yüksek olduğu Filistin’de gerilim iyice yükseldi.

Donald Trump’un özellikle de Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana, emperyalist hesaplaşma ve çıkar dalaşlarının adeta merkezi haline gelen Ortadoğu’da aldığı bu karar ateşin üzerine benzin dökmekten farksız. Zira bilinir ki, Filistin sorunu ve mücadelesi başta Ortadoğu olmak üzere dünya halklarının büyük bir sempatisi ve sahiplenmesine mazhar olmaktadır.

Bu kararla, İsrail’in 1967’de Doğu Kudüs’ü işgaliyle başlayan, 1980’de Kudüs’ü “birleşik başkent” ilan etmesiyle devam eden askeri işgal ve ilhak süreci, ABD tarafından da resmen kabul edilmiş oldu.

Bugüne kadar ABD tarafından şımarık çocuk muamelesi gösterilerek el altından desteklenen Siyonist İsrail’e yönelik tüm tasarruflara bir resmiyet kazandırıldı böylece!

Bu hamle, Filistin’i Siyonist harekete peşkeş çeken 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu gibi tarihsel önemdedir ve Kudüs’ü tamamen İsrail’e teslim etmenin önünü açmaktadır. Tarihsel olarak bölgedeki birçok inanç açısından kutsal sayılan Kudüs’e yönelik kararın sonuçları, Filistin ulusu için son derece ağır bedeller gerektiren yeni bir süreci başlatacak gibi görünüyor.

Filistinli direniş örgütlerinin, Siyonist işgale karşı “ulusal birlik ve kapsamlı mücadele” çağrısı da buna işaret ediyor.

 Öte yandan Trump, bu adımıyla önümüzdeki süreçte,  ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planları hakkında da bazı ipuçları vermektedir.

Siyonist İsrail’in Arapsız Kudüs Hayali!

İlk olarak, Trump başkent ilanı kararıyla Ortadoğu’da özellikle de Filistin karşısında Siyonist İsrail’in işgal ve ilhakında yeni bir sürecin fitilini ateşledi.

Böylece Kudüs’ün İsrail’e “bölünmez ebedi başkent” yapıldığı, Batı Şeria’daki işgalin kalıcı hale geldiği, Filistinli mültecilerin dönüş haklarının yok sayıldığı/sayılacağı bir tablo hedefe konuluyor.

Siyonist İsrail’in 1948’den bugüne değin süregelen planlı işgalinden biliyoruz ki İsrail asla Filistin’le bir barış istemiyor. Zira İsrail bir bütün vaadedilmiş toprakları ele geçirinceye ve son Filistinliyi de öldürünceye kadar durmayacaktır.

Bu kapsamda denilenebilir ki, Kudüs’ten daha önemlisi Kudüs’te hala varlığını sürdüren Filistinlilerdir. Bugün Doğu Kudüs’te İsrail vatandaşı olmayan yaklaşık 300 bin Filistinli yaşıyor. İsrail vatandaşı olan Filistinli Arapların sayısı ise nüfusun yüzde 20’sine tekabül ediyor.

Filistinlilerin nüfusundaki artış oranı İsrail’in gelecek tahayyülündeki en büyük kâbustur. İsrail devleti tarafından bu durum ‘saatli nüfus bombası’ olarak tanımlanmaktadır. ABD’nin elçiliği taşıması kuşkusuz İsrail’in Doğu Kudüs’ün Filistinlilerden temizlenmesi, Filistin’e, Araplara ait mirasın yok edilmesi planının daha fazla ivme kazanması ve bundan sonra işlenecek suçlara daha fazla dokunulmazlık sağlanması anlamına gelecektir.

Hatırlanacağı üzere, 1995 yılında imzalanan Oslo Anlaşması, Batı Şeria’yı A, B ve C diye bölgelere ayırmıştı. Batı Şeria’nın yüzde 18’ini oluşturan A Bölgesi Filistin’in kontrolünde. Batı Şeria’nın yüzde 21’ini oluşturan B Bölgesi’nde sivil idare Filistin’de, güvenlik Siyonist İsrail’le “ortak”.

Açık ki İsrail askerinin olduğu yerde Filistin polisi pek de bir anlam taşımıyor. Batı Şeria’nın yüzde 61’ini oluşturan C Bölgesi’nde ise hem sivil idare hem güvenlik Siyonist İsrail’de. İsrail’in işgalci yerleşimleri de büyük oranda burada.

İkinci olarak, Trump’ın bu kararını duyurmadan önce Ortadoğu’da Suudi Arabistan’da yaşananları hatırlamak söz konusu adımın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Geçen Mayıs ayında Riyad’da 110 milyar dolarlık silah anlaşmasıyla Trump’ın kılıç dansına kalktığı Suudi krallığı, İran’a karşı ortak cephenin ödülü olarak Filistin’i satışa koymuştur.

Trump’ın ziyaretini Suudilerin Filistin trafiği izledi. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD emperyalizminin açık desteğini arkasına alarak Kızıldeniz’de İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile biraraya geldi.

Gizli tutulan bu buluşmayı, Trump’ın icazetiyle Ortadoğu’nun ‘yeni yetme’ oyun kurucuları rolüne giren Muhammed bin Selman ile Trumpun damadı Jared Kushner’in temasları izledi. Kushner’e Trump’ın Ortadoğu Özel Elçisi Jason Greenblatt ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Dina Powell da eşlik etti.

Bu isimlerin kraldan çok kralcı, yeminli Filistin düşmanları olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Bu görüşmelerin hemen sonrasında Ebu Mazen (Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas) 6 Kasım’da Riyad’da Muhammed bin Selman ile görüştü. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre ve iddialara göre, Ebu Mazen’in önüne iki devletli çözümün yeni koşullar konuldu: 1) Filistinliler Doğu Kudüs’ü unutacak.

Bunun yerine Ebu Dîs, Filistin devletinin başkenti olacak. Ki Ebu Dîs utanç duvarı tarafından çevrilmiş, Kudüs’ün dışında bir kasabadır. 2) Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçilecek. 3) Batı Şeria’daki yasadışı Yahudi yerleşimleri kalacak.

Plan kabul edilmezse Suudiler Filistin’e yönelik yardımların kesileceği tehditi de savurdu. Uzunca bir süredir Filistin’in kurtuluşunu emperyalist koridorlarda arayan ve ancak bu şekilde devlet başkanı sıfatını kazanabilen Ebu Mazen’in bu durum karşısında ne söyleyebileceği büyük bir sır olmasa gerek!

Anlaşılan o ki, bugün Filistin, Suudi Arabistan ve BAE’in Trump’la Ortadoğu’ya yönelik hesapları içinde gözden çıkarılmış durumda.

Filistin Zalimlerin Ağlama Duvarıdır!

Filistin öteden beri özellikle Ortadoğu’da işbirlikçi, uşaklar tarafından suiistimal edilmiş ve kendi iç politikaları doğrultusunda işlevselleştirilmiştir.

TC devletinin İstanbul’da acil koduyla topladığı ve Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan ettiği toplantıda (13 Aralık, İslam İşbirliği Teşkilatı-İTT- toplantısı, İstanbul) bunun son kanıtı olmuştur. R.T. Erdoğan tam da Reza Zarrab davası ve Man Adası belgeleriyle ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet sarmalı içine daha fazla çekilirken bundan kurtulacak bir cam simidi bulmuştu. İTT’nin toplantısında İsrail’e karşı en sert çıkışlar yapanın R.T. Erdoğan olması boşuna değildi!

Ne var ki, kurulduğu günden bu yana Filistin sorununda hiçbir etkisi olmayan bu örgütün tiyatrosunda çizilen “güçlü”, İsrail’e fırça atan lider pozu, açık ki türbinleredir. Zira; ‘One Minute’ten sonra İsrail’e ticareti beş kat artırmış, Mavi Marmara Davası’nda tüm taleplerini ve sözlerini,  iddialarını 20 milyon dolara unutmuş, dahası Siyonistlerle yapılan bir anlaşmada Kudüs resmen İsrail’in başkenti olarak kabul edilmiş, (28 Haziran 2016) Trump’a öfke gününde güdümündeki şirketler aracılığıyla İsrail’le 18.6 milyon dolarlık ortaklık anlaşması imzalamış bir iktidardan söz ediyoruz.

Bugün Filistin ulusunun yaşadığı vahşete gözyaşı dökenler, Gazze ve Batı Şeria’dan gelecek Filistinlilere vize muafiyeti tanımamış, İstanbul’daki Filistinlileri ‘Uslu uslu oturun yoksa kovarız’ diyerek tehdit etmiştir.

Açık ki Kudüs, tıpkı Ortadoğu’daki diğer tüm işbirlikçi, uşak rejimlerin yaptığı gibi, kirli ellerini yıkadıkları bir suiistimal makamı olmuştur. Kudüs, bugün sınırları içinde her türlü söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğüne azgınca saldıran, yasaklayan, varlığını azgın bir devlet terörü ve katliamla sürdüren zalimler için bir ağlama duvarıdır.

Erdoğan/AKP’nin Timsah Gözyaşları!

Hatırlayalım, 2009 yılında yapılan Davos Zirvesinde Erdoğan’ın “one minute” çıkışıyla başlayan İsrail-TC gerilimi, 2010’da Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine yönelik saldırıyla iyice büyümüştü.

“Filistin halkının savunucusu”, “İsrail’e haddini bildiren güçlü lider” profili Ortadoğu halklarının R.T. Erdoğan’a sempatisini artırmış, AKP iktidarı bu sempatiyi Ortadoğu’daki emperyal heveslerini hayata geçirecek adımları atmak için kullanmıştı.

Sözgelimi, son Gazze (18 Temmuz 2014) saldırısının ardından R.T. Erdoğan yine İsrail’e esmiş, gürlemiş, “anaların gözyaşlarında boğulursunuz” demeçlerini vermişti. Oysa Gazze saldırısının ilk günlerinde basına düşen bir haberle, Savunma Bakanlığı’nın İsrail’den 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması imzaladığı ortaya çıktı.

Bu anlaşmayla TC ile Siyonist İsrail arasındaki askeri işbirliğinin hacmi bir önceki yıla oranla 1.8 milyar dolara ulaşmıştır. Bu ticarette AKP döneminde yapılan tank modernizasyonu anlaşması ve Heron casus uçaklarının alımı gibi yüksek bütçeli ihaleler öne çıkmıştır.

Nitekim söz konusu çelişkinin hatırlatıldığı AKP hükümetinin sözcüsü Cemil Çiçek, silah anlaşmalarının TC’nin çıkarına olduğunu ve iptal edilmesinin gündemde olmadığını söyleyecekti. Sahtekârlık ve ikiyüzlülüğün AKP’nin siyaset yapma tarzı olduğu Cemil Çiçek tarafından bir kez daha teyit edilecekti! 

İsrail sermayesinin AKP iktidarı döneminde büyük bir sıçrama kaydetmesi bu siyasetin bir başka yansıması olmuştur.

Örneğin, Carlyle MG Limited (Ofer) Grubu, Mentafil, Tahal, Bank Hapoalim, Carmel Carpets AKP döneminde Türkiye’de yatırım yapan, özelleştirme ihalesi alan, şirket satın alan İsrail gruplarının en bilinenlerindendir.

Carlyle MG Limited grubunun genel müdürü Eyal Ofer, Kasım 2005’te kendilerini yatırıma bizzat Tayyip Erdoğan’ın ikna ettiğini, 2002’de AKP’lilerle tanıştıklarını ve Türkiye’de yatırım yapmaya bu tanışma sayesinde karar verdiklerini belirtmiştir. Bir başka ikiyüzlülük hikâyesi de TÜPRAŞ özelleştirmesi sırasında ortaya çıkmıştır. TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76 hissesi 446 milyon dolara Oferlere satılmıştır.

Oferlerin bu ihaleler öncesi AKP’li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’la gizlice buluştukları basına yansımıştır.

Kudüs Filistin Toprağıdır!

AKP iktidarı bölgedeki diğer hempaları gibi Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesini dini bir eksende yorumlamış ve söylemini bunun üzerine inşa etmiştir. Özellikle de bölgede devrimci, ilerici hareketlerin etkinliğinin azalmasıyla, siyasi İslamcı güçler geride bıraktığımız zaman dilimi içinde öne çıkmıştır.

Hamas ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı yürüttüğü etkin silahlı karşı koyuş ve direnişin bunda etkili olduğu bir gerçektir. Siyasal İslamcı hareketlerin direnişi, Siyonist İsrail’in zulmü altında can veren Filistin halkı için bir çekim merkezi olmuştur. Söz konusu İslami hareketler özellikle de bölgedeki gerici devletlerle mezhepçilik ekseninde geliştirdikleri ilişkilerle daha yaygın bir propaganda yürütme, askeri, ekonomik vb. alanlarda ihtiyaçlarını karşılama olanağı bulmuştur.

Kuşkusuz bu durum bahsini ettiğimiz hareketlerin son tahlilde ilişkide oldukları devletlerin siyasi yörüngesine girmesine de vesile olmuştur. İslami hareketlerin etkinliğinin artmasıyla Filistin meselesi, Siyonist İsrail tarafından Filistin ulusunun topraklarının işgal edilerek, ilhak edilmesi ve Filistinlilerin ulusal varlığına yönelik bir kapsamdan öte dini temelde, “Müslüman Filistin’e yönelik Yahudi saldırıları, katliamı” şeklinde özetlenebilecek bir ele alışı da beraberinde getirmiştir.

Bu durum yaşanan işgalin, dini, dili ne olursa olsun bir bütün Filistin ulusuna yönelik olduğu ve buradan hareketle bir karşı koyuşun gerçekleşmesi gerektiğinin üzerine kalın bir örtü çekmiştir.

Bugün yaşanan da bu olmaktadır. Filistin ulusunun bağımsız bir devlet kurma hakkının, ulusal varlığının, Siyonist İsrail’in işgalci ve ilhakçı saldırılarının merkezinde olduğunu ortaya koymak aynı zamanda mücadelenin başta Filistin’de olmak üzere bölgede daha geniş kesimleri birleştirmesini ve kucaklamasını da sağlayacaktır.

FHKC kurucusu George Habaş’ın dile getirdiği gibi “Denizden Nehre Filistin (Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne)”dir!!

Filistin ulusu, halkı bu talepten ve şiardan asla geri adım atmayacaktır; Kudüs Filistin’dir, Filistinlerindir!

Er ya da geç kazanan Filistin olacaktır! 

43890

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

Sayfalar