Perşembe Mayıs 9, 2024

Darağacında bir fedai; Levon Ekmekçiyan

100 yıllık tarihimize baktığımızda katliam, zulüm, işkence ve idamların hiçbir zaman eksilmediğine tanıklık ediyor ve yaşıyoruz. Osmanlı’da da böyleydi, cumhuriyet tarihinde de böyle oldu. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının hepsinin İttihat Terakki Cemiyeti kökenli oluşu, aynı şekilde bütün birikimlerini yeni kurulacak Cumhuriyet için harcadılar. Anadolu’nun mazlum halklarını Rum, Ermeni, Süryanileri “Tehcir Kararı” ile anayurtlarından ederken “ulus devlet inşası”nın halkların kanı üzerinden gerçekleştirdi.

24 Nisan 1915 yılında Ermeni halkının önderleri birer birer tutuklanıp sürgün yollarında çeteler tarafından öldürülürken SDHP (Sosyal Demokrat Hınçak Partisi) Fedaileri direniş cephesi örgütlenmesinde yer aldılar. “Padişaha suikast planlaması” gerekçesi ile tutuklanan Fedailer, Talat Paşa emri ile idama mahkum oldular. Türkiye devrim mücadelesi tarihinde ilk idama mahkum edilenler bu Ermeni Fedailer oldular ve Beyazıt Meydanı’nda darağaçlarında idam edildiler. 15 Haziran 1915’te yirmi Fedai’nin katledilmesi ile başlayan idamlar, 1938’de Seyit Rızalar, Deniz-Yusuf-İnanlar, Erdal Erenler ile devam ederken, onları 1983 yılında Ermeni Fedai Levon Ekmekçiyan’ın idamı izledi.

Fedailer idam sehpalarında ölümü kucaklarken arkalarında unutulmayacak, tarihe not düşen direniş geleneğini bugünlere, bizlere miras bıraktılar. Sloganları ile İttihatçıları şaşkına çevirdiler. Mücadelemizin sembolleri oldular. İdam sehpalarında “Yaşasın sosyalizm! Yaşasın Ermenistan” sloganları ile ölüme gittiler. Parti önderi Mateos Sarkisyan “Siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla! Yarın Ermenilik ülkenin doğusunda özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır. Yaşasın Sosyalizm” diyerek ölümü kucakladı. Yine Yervant “Ölüm her yerde aynıdır, ama ne mutlu halkının kurtuluşu için şehit düşenlere” diyerek sosyalizm ve devrim tarihine adlarını yazdırdılar.

Kanlı tarihimiz Seyit Rızaların idamları ile devam etti. İlerlemiş yaşına bakılmaksızın yaşı küçültüldü. Oğlunun yaşı ufak olmasına rağmen yaşı büyültülerek 1938’de idam edildiler. Yasalar çiğnenerek son istekleri de yerine getirilmedi. Son istekleri sorulduğunda “40 liram ve saatim var, oğluma verin” demişti. “Onu da asacağız” dediler. “O zaman beni de oğlumdan önce asın” der. İsteği kabul edilmez, oğlu Resik Hüseyin, Seyit Rıza’nın gözleri önünde asılır. Bugün artık sloganlaşan o sözünü esirgemeden “Ayıptır, zulümdür, cinayettir” der. Teslim olmaya zorlanır, ama imkansızdır. Son sözünü Atatürk’ün suratına söyler “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” diyerek bugün halen devam eden Kürt ulusal mücadelesinde direnişin, fedailiğin ve teslim olmamanın bayrağı olarak yaşıyorlar.

12 Mart darbesi sonrası 6 Mayıs 1972 yılında Deniz, Yusuf, Hüseyin idam edilirken 20’lerin, Seyit Rızaların direniş geleneğini idam sehpalarında yaşattılar. “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Kahrolsun Emperyalizm” sloganları ile ölüme boynu bükük değil, devrim tarihinde birer manifesto olarak gittiler.

Kana doymayan 12 Eylül’ün faşist generaller çetesinin icraatlarında yine aynı hukuksuzluk ve zulme tanık oluyoruz. Erdal Eren yaşı küçük olmasına rağmen, yaşı büyütülerek idam sehpasına yollandı ve onun da son isteği yerine getirilmedi. Avukatı dahi kimseyle görüştürülmeden idam edildi. Son mektubunda annesine yazdıklarıyla “herkese devrimci selamlar”ını iletirken, devrim ve sosyalizme olan bağlılığını ilan ediyordu. Ölümünden sonra zulüm olduğu gibi devam etti. Kimsesizler Mezarlığı’na gömülmek istendi.

Levon Ekmekçiyan idam sehpasında

1915 yılında yaşadığı topraklar üzerinden “ancak çölde yaşayabilirler” denilerek, buna müstahak görülüp sürülen Ermeni ailelerinden biri olan Ekmekçiyanlar, bugün halka anlatıldığı gibi bu toprakların yabancıları değil, öz sahipleridirler. Onlar da Malatyalı, Antepli, Sivaslı, Urfalılar! “Kılıç Artıkları”dırlar. Önce Suriye çöllerine sürüldüler. Yetmedi, bitmeyen zulüm ile daha ileri Lübnan’a gitmek zorunda kaldılar. Anası Adanalı, babası Adıyamanlı’dır Levon’un. Lübnan’da genç yaşlarda Ermeni sorununun sebeplerine odaklanmış, ASALA etrafında örgütlü mücadeleye katılmıştır.

ASALA Örgütü 1970 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün de yardımıyla kuruldu. Dünyanın dört bir tarafına nar taneleri gibi dağılan Ermeni halkının en son nesli, soykırım gerçekliğini dünyaya duyurmak ve çözüm aramak için mücadele başlattılar. Amaç “BM ve ülkeler nezdinde soykırımın tanınması, Türkiye’nin tazminat ödemesi, işgal edilen toprakların geri verilmesi” idi. Bu yüzden gerçekleştirilen eylemlerde, dünyanın değişik ülkelerinde, Türk diplomatlarına karşı cezalandırma ve intikam eylemlerinde toplam 42 Türk diplomat öldürüldü.

Ermeni davasını üstlenen Fedailer, hiçbir korku ve tereddüde kapılmadan üstelik, Ankara’nın merkezinde eylem yaparak dünyayı Ermeni soykırımı konusunda tavır almaya ve kamuoyunu düşünmeye çağırdılar. Bugün dünyada 50’den fazla devletin parlamentolarında Ermeni soykırımı yasası kabul edilmişse bunu Fedailerin çıkarsız, bedel ödeyerek, kanları ve emekleri sayesinde olduğunu kabul etmek gerekir. Ermeni düşmanlığı üzerine inşa edilen ve her daim sıkıştıklarında milliyetçiliği körüklemek için politika haline getirenler, bu düşmanlığı 12 Eylül’de oldukça işlemiş ve had safhaya vardırmışlardır. Ermeni halkının yurtdışına göçünün en yoğun olduğu dönem olmuştur bu dönem.

ASALA tarafından oluşturulan, Garin (Erzurum) Operasyon Grubu’ndan olan Levon Ekmekçiyan ile Zohrab Sarkisyan, generaller çetesinin başbakanını, emekli asker Bülent Ulusu’nun cezalandırılmasını üstlendiler. 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün saldırılarının en azgın olduğu, devrimci hareketin ağır yenilgi aldığı, cezaevlerinin devrimci tutuklular ile dolu olduğu, PKK’nın yeniden toparlanabilmek için Bekaa Vadisi’ne çekildiği dönemlerde; Levon ile Zohrab Ankara-Esenboğa saldırısında bulundular. 7 Ağustos 1982 yılında gerçekleştirilen Esenboğa eylemi, Türk devletini şaşkına çevirdi. İlk defa böyle bir eylem ile karşı karşıya kalan devlet Fedaileri yok etmek için rastgele sağa sola ateş açarak, panik havasında gözlerini kırpmadan 9 kişinin ölümü, 80’e yakın kişinin yaralanmasına sebep oldu. Operasyonda son mermisine kadar savaşan Zohrab Sarkisyan şehit düşerken, Levon Ekmekçiyan yaralı olarak esir düştü.

Generaller çetesinin eline ilk defa yaralı bir Fedai esir olarak düşmüştü. Devrimci hareketler ağır darbeler alırken, Ermeni halkı üzerinde ağır baskı aracı olarak kullanıldı Levon. Psikolojik savaşın bütün kirli yol ve yöntemleri uygulandı onun nezdinde. Fedaileri itibarsızlaştırmak için işkence ile itiraflara zorlandı. Bu süreçte kirli propagandanın etkisinde kalan bir Ermeni Taksim Meydanı’nda benzin dökerek kendini yaktı. Rehin alınan Ermeni Patrikhanesi zorunlu olarak aleyhte açıklama yapmaya zorlandı. Tıpkı bugün Efrîn işgal harekatına Patrikhane’nin destekleme mesajları yayınlamaya zorlanmaları gibi.

Çetebaşı Kenan Evren’in damadı olan Erkan Gürvit, Levon Ekmekçiyan’ın sorgusunu üstlendi. Dönemin MİT Daire Başkanlığı’nda görevli olan Gürvit anılarında “Ben Esenboğa’da yakalanan L. Ekmekçiyan’ı, yaralı ele geçen ASALA militanını 3 ay sorgulayan tek kişiyim” diyerek övünmüştü. İşkencelerin bütün çeşitlerini üzerinde denediler. Kimse ile görüştürmediler. Savunmasında hiçbir avukata yer verilmedi. Olay yerindeki deliller karartılarak, hiçbir inceleme yapılmasına izin vermediler. 1982 yılında Ankara 3 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde tek celsede idam kararı verildi Levon için. İdam kararının açıklanmasının ardından Kandilli Kilisesi Vakfı Başkanı olan işbirlikçi tercüman Dikran Kevorkyan’a dönerek Ermenice “beni kandırdın” diyen Levon, bir anlamda davanın özetini yapmış ve tarihe bu davayı böylece not düşürmüştü.

Kenan Evren “Asmayalım da besleyelim mi?”

Toplam beş aylık esaret sürecinde görülen tek celselik mahkemede idama mahkum edildi Levon. Alınan kararlar ile faşist devlet kendi kanunlarını çiğnedi. Toplumun hiçbir kesiminden itiraz gelmedi bu karara. Tek tepki emekli savcı Mehmet Ali Sebük’tendi. Ulusalcı ve sağ görüşleri ile tanınan Sebük döneminde Nazım hikmet’in de avukatlığını üstlenmiş gerçek bir “hukuk insanı” idi. Sebük, Levon ekmekçiyan kararının ardından Ankara’ya giderek yetkililerle görüşmüş, “hukuk cinayeti işleniyor, derhal tahliye edilmelidir” diyerek tepki göstermiştir. Sebük’ün Ekmekçiyan’ı savunma talebi de reddedilmiştir. Avukatsız bir sanığa idam cezasının verilmesini yasalara aykırı olduğunu anlatmaya çabalayan Sebük, bütün yollar tek tek kapandıktan sonra AİHM’e giderek davanın takipçisi olmuştur. Ama generaller çetesi bir kere idam edilmesine kesin karar vermişlerdi. İdam edilecekti!

Generaller çetesi “asmayalım da besleyelim mi” diyerek 17 devrimciyi, 9 sağ görüşlü mahkum ve adlilerle birlikte toplam 50 kişiyi idam ettiler.

Levon Ekmekçiyan toplam 5 aylık cezaevi sürecinde 3 ayını işkencelerde geçirmiş, iyileşmeyen yaraları ile idama götürülmüştü. İdama götürülürken hiçbir basın, bir Ermeni yetkili veya papaz bulundurmadılar. Kimse son sözü nedir bilmiyor. Ama bilinen bir gerçek o da şudur ki; Süleyman Sırrı Önder’in deyimiyle “idama giderken bile dövdüler, o güne kadar hiç denenmemiş yöntemlerle işkence edildiğini öğrenmiştik Ekmekçiyan’a.”

12 Eylül anılarının anlatıldığı “Kadınlar Mamak Cezaevi’ni anlatıyor” bölümünde son gece için “bu korkunç saatlerin halen o dönemde tutuklu olanların hafızlarından çıkmadığına” vurgu yapılıyor. “Bir gece yarısı iç emniyetin nöbetçilerinin düdükleri telaşlı telaşlı öttü. Panik halinde hızlıca kapı mazgallarımız kapatıldı. Olağanüstü bir durum olduğu aşikardı. Her zaman ranzadan hızlı atlayan Şeniz, Meral ve Sükun kapı altına yatıp pozisyon aldılar. Takım elbiselerinden iyi tanıdığımız Ekmekçiyan’ın sürüklenerek götürüldüğünü görmüşlerdi. Bunun idam olduğunu hemen anlamıştık, hava ölüm sessizliğinde buza kesmişti. Ertesi günde idam haberi doğrulandı” diye yazıyor.

Lübnan’dan göç ederek gelip Paris’e yerleşen Ekmekçiyan ailesinden önce babaları, senelerin verdiği acı ve ıstıraplara dayanamayarak vefat etti. Ana Efronia ise “oğlumun cenazesine kavuşmadan ölmeyeceğim” diyerek inadına oğlu Levon Ekmekçiyan’ın cenazesinin almak için hukuk mücadelesi başlattı. Bir dönem İHD Başkanlığı yapan Avukat Eren Keskin, kimsenin cesaret edip üstlenemediği bu davayı kabul etti. 30 seneden fazladır beklediği oğlunun cenazesine Kimsesizler Mezarlığı’ndan alınarak ailesine teslim etti. Senelerin verdiği yorgunluk ve hastalıklara dayanamayan Efronia Ana bir sene sonra vefat etti. Oğluna kavuşmuş ve şimdi gönül rahatlığıyla göç edebileceğini düşünmüştü sonsuzluğa.

12 Eylül’ün yaratmış olduğu travma herkeste etkisini göstermiştir. Şu veya bu şekilde etkilenmeyen kalmamıştır bu dönemde. Akademisyeninden yazarına, sendikacısından barış savunucusuna kadar yargılanmayan, bu dönemden nasibini almayan kalmamıştır. Bir avuç kalmış korku içinde yaşama tutunmaya çalışan Ermeni halkından din adamları Manuel Yergatyan (Manuel Eldemir), Hrant Küçükgüzelyan bu dönemde tutuklanıp Gayrettepe işkencelerinden geçirilmişlerdir. Çok büyük haksızlıklarla karşı karşıya kalmışlar, tutuklanıp uzun seneler cezaevlerinde kalmışlardır. Komplo, oyun ile havaalanında tutuklanan Manuel Yergatyan ASALA ile ilişkilendirilmek istenmiş ve bunun üzerinden başlatılan ve seneler süren düşmanca kampanyalarla linç edilmiştir. 5 yıldan sonra cezaevinden çıkması gerekirken, kin ve nefret ile 14 yıl cezaya çarptırılmıştır. Kaldığı cezaevlerinde korkudan Ermeni çevreleri ilgilenememiş, yanlızlaştırılmışlardır. Sadece Hrant Dink ile Bilgesu Eranus yardımcı olmuşlardı. Uzun seneler cezaevlerinde kalmanın sonucu yakalandıkları hastalıklardan dolayı yurtdışında genç yaşlarında ölmüşlerdir.

İçinden geçtiğimiz zor ve çetin süreçte barbarlık ve vahşetin bütün çeşitlerine tanık oluyoruz. Başta halen nerede, hangi kimsesizler mezarlığında olduğu bilinmeyen, bir mezar taşı olmayan Zohrab Sarkisyan ile adları ve yerleri belli olmayan demokrasi ve özgürlük mücadelesinde şehit düşenleri, ebedi istirahatlarında rahat bırakılmayıp, mezarlıkları tahrip edilen özgürlük savaşçılarını saygıyla anıyoruz.

Bir gün mutlaka onların da mezarlıklarını karanfillerle donatacağımız günleri göreceğiz. Bir gün mutlaka…

NOT: Fotoğrafta yer alanlar soldan sağa sırasıyla; Levon Ekmekçiyan, Manuel Yergatyan, Zohrab Sarkisyan

47137

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar