Perşembe Mayıs 16, 2024

Ciddiyet!!!

Devrimimizin her alandaki görevleri, amaçladığımız hedefe uygun olarak layıkıyla yerine getirildiği oranda başarı ve ilerleme kaydedilir. Ertelenen-“unutulan”-geçiştirilen-ihmal edilen, üzerinde yeterince ciddiyetle durulmadan baştan savma yapılan her görev, demokratik halk devrimine giden yolu uzatır. Varılması gereken hedefi uzaklaştırır. Unutmamak gerekir ki başarı ve kazanım sadece sağlam bir ideolojiye sahip olunarak elde edilemez. Bunun kadar önemli olan bir diğer yan, faaliyetçilerin devrimci nitelikleri ve sahip oldukları düzeydir. Pratiğe müdahale güçleridir. Faaliyetçilerde ileri bir bilinç, yüksek bir sorumluluk ve tutarlılık varsa devrimin görevleri layıkınca yerine getirilebilir. Bu niteliklerin olmadığı faaliyet alanlarında ve ortamlarında ciddi bir güvensizlik, örgütsel zayıflama yaşanır ve bozulma başlar.

Devrimci niteliklerin elde edilip kazanılmasında devrimci eğitim kadar ideolojik sorgulama ve gerçeklikle yüzleşme önemli bir yerde durmaktadır. Sorgulanması gereken konuların başında üstlenilen görev ve sorumlulukların nasıl ve hangi nitelikte yerine getirilmesidir. Görevler büyük bir ciddiyet ve yüksek bir sorumlulukla mı yerine getiriliyor? Yoksa yüzeysel-üstün körü- baştan savma-gayri ciddi bir tarzda mı ele alınıyor? Yerine getirilmesi gereken görevler tümüyle“unutularak” bir kenara bırakılarak belirsiz bir tarihe ve ana mı erteleniyor? Böylesi bir anlayış ve pratikle gerilla savaşı geliştirilip ilerletilemez, kitleler örgütlenip düşman imha edilemez.

Devrimcilik yapış tarzımızı, devrimin görevleri ve sorumlulukları karşısındaki ilişki ve duruşumuzu sorgulamamız gerekmektedir. Neleri, ne kadar, nasıl başarıyor, neleri-neden başaramıyoruz? Günlük devrimci göreve bakış-yaklaşım-yapış tarzımızdan ve yürüttüğümüz çalışmalardan ideolojik sorgulamamızı başlatalım. Randevularımıza ne kadar sadık kalıyoruz? Bu konuda ilkeli miyiz, yoksa çeşitli bahanelerle randevularımızı aksatmayı göze alıyor muyuz? Hatta bu geç kalma ya da gitmeme durumunu sistemleştiriyor muyuz? Randevularımıza önem verip zamanında hazırlıklı bir şekilde mi gidiyoruz? Verdiğimiz sözleri ne kadar tutuyoruz? Yapmamız, yerine getirmemiz gereken görevleri ne kadar sürede ve daha önemlisi nasıl yerine getiriyoruz? Görevlere-halka ve yoldaşlarımıza nasıl bakıyor ve nasıl yaklaşıyoruz? Onlarla nasıl ilişkileniyoruz? Genç bir kadın ya da erkek yoldaşı, bir işçiyi, yoksul bir çobanı, yaşlı bir köylüyü, yoksul bir Kürt emekçisini ne kadar dinliyor, söylediklerini ne kadar önemsiyor, sorunlarını ne kadar anlamaya çalışıyor, üzerimize düşen sorumlulukları ne kadar yerine getiriyoruz? Keza elimizdeki değerleri ne kadar ciddiyetle koruyor, onlara ne ölçüde değer verip sahip çıkıyoruz? Kitap ve gazeteleri, bilgisayar ve fotoğraf makinelerini, bize emanet edilen bu değerleri ne kadar koruyup sahip çıkıyoruz? Görevlerimize özenle yaklaşıp dikkatle çalışıyor muyuz?

Görevlere yaklaşım…

Komite toplantılarını iyi düşünülmüş, önceden hazırlığı iyi yapılmış, büyük bir sorumluluk bilinci ve ciddiyetiyle mi örgütlüyoruz? Yoksa “bir şeyler yaparız?” deyip gayri ciddi bir şekilde yaklaşıp son anda üstünkörü bir hazırlıkla mı toplantıları yapıyoruz?

Yoldaşların düşünce-değerlendirme-öneri ve eleştirilerine ne kadar önem verip onları ne kadar ciddiye alıyoruz? Yoksa bildiğini okumaya devam eden, değişmemekte büyük bir inatla ısrar eden başka yoldaşların elde ettiği deneyim ve tecrübelere sırtını dönen bir tutum içinde mi hareket ediyoruz?

Elimizde bir günlük-bir haftalık-bir aylık-bir mevsimlik-bir yıllık çalışma programı var mı? Yoksa bunun için ne kadar kafa yorup elde edilmesi için ne kadar yoğunlaşıyor bunun bir ihtiyaç olduğunu, ne düzeyde bir ciddiyetiyle kavrayıp hareket ediyoruz. Görevlerimizi başarıya ve hedefe kilitlenmiş bir şekilde disiplin ve sorumlulukla mı yerine getiriyoruz? Alınan kararlara öncelikle kendimiz uyup, yerine getirilmesi için işin takipçisi ve denetleyicisi oluyor muyuz?

Devrimci mücadelede ciddiye aldığımız ve almadıklarımız, önemsediklerimiz ve önemsemediklerimiz nelerdir? Bunları ayırt eden temel kıstaslar nedir? Günlük devrimci yaşamımızda neler bizler için daha fazla önemlidir? Önemli olarak belirlediğimiz olaylara ne kadar ciddi yaklaşıyor, dikkate değer görüyor ve yapılması için çalışıyoruz? Önemsiz dediğimiz şeyleri sınıflandıran gerçekliğin sınıf savaşımıyla kurduğu ilişkinin niteliği nedir? Bütün bu sorulara sınıflar ve sınıf mücadelesinin gerçekliği, demokratik halk devriminin ihtiyaçları ve yapılması gereken görevler içinden bakarak yanıt verilmelidir. Bakış açımız gerçekliğin ve devrimimizin örgütleme ihtiyacı içinden olursa ortaya çıkan yeterlilik ve yetersizlikler, başarı ve hatalar rahatlıkla görülecektir. Eğer başarılar varsa bunlar daha fazla çoğaltılmalı; hata ve yetersizlikler varsa derhal düzeltilme yoluna gidilmelidir.

Devrim ciddi bir iştir. Devrimcilik ciddiyet isteyen bir iştir. Günlük-saatlik-anlık çalışmalardan başlayarak günün, sürecin bir bütün olarak büyük bir ciddiyetle planlanıp-örgütlenmesi ve alınan kararların büyük bir sorumlulukla uygulanmasıdır. Komiteler, faaliyetçiler devrimci çalışmalarını sınıf savaşımının devrimci ihtiyaçlarına göre planlayıp örgütlemelidir. Düşünme-bilgilenme-düzenleme-planlama ve eyleme-hareket geçirme büyük bir sorumlulukla ele alınmalı, her görev önemsenerek ciddiyetle yerine getirilmelidir. Halka-devrime-gerçekliğe ait her şeye karşı dikkatli, duyarlı ve her şeyi önemseyen ciddiye alan bir tutum ve pratik içine girilmelidir.

Devrim, silahlı savaşı-özgürlüğü-yaşamı-halkı ciddiye almaktır. Sınıf bilinçli proleterler bugün dünden daha fazla ciddiyetle görev ve sorumluluklarına yaklaşarak adımlarını büyütmelidir.

 

(Rojava’dan bir Partizan)

 

43777

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Sayfalar