Salı Mayıs 14, 2024

“Cehennemin giriş kapısı”nı yıkan(1) KAYPAKKAYA ve onun öğrettikleri..

O’nun yolunda düşen yoldaşlarımın anısına...

Doğanın bahar üretkenliğiyle, işçi sınıfının sınıf ruhunu haykırdığı 1 Mayıs’ıyla; Mayıs ayı, Kaypakkaya ayı desek, diğer aylar gücenir mi bilmiyorum. Bilinen bir şey varsa, o da, Kaypakkaya’dan öğrenmenin ayı ve günü olmadığıdır. 

Kaypakkaya’yı Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) 40 yıldır okuyor ve ondan öğrenmeye devam ediyor. Bu ne bir abartı ne de bir övgü gereksinimidir. Bunun böyle olmasının nedeni: Kaypakkaya’nın felsefesi diyalektik materyalizm, bilimi ise tarihsel materyalizm oluşudur. Genç yaşına rağmen, bu bilgilerle ve içinde olduğu devrimci pratikle an ve an kendini geliştiren Kaypakkaya, MLM teori ile donadıktan sonra, kendinden emin bir şekilde, ne yaptığını bilen ayaklarını sağlam yere basan birisiydi. 

Kaypakkaya, 1970’lerin başında TDH içine bir ışık gibi sızmış, Türkiye işçi sınıf içindeki oportünizm ve revizyonizmin üzerine ise adeta bir meteor gibi düşmüştür. Ve bundan sonra, TDH içindeki ideolojik, siyasal ve teorik tartışmaların seyri de içeriği de değişmiştir. Materyalist epistomolojik tartışmanın niteliği ise küçük burjuva entellektüellerin akademik tartışma aracı olmaktan çıkarılıp, proletaryanın sınıf mücadelesini aydınlatır bir duruma getirilmiş; “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” Leninist ilkesi, yeniden, devrimci militanın kitleleri mücadeleye sevk etmenin yol gösterici ışığı omuştur.

Marksizm, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde yerli yerine oturmaya başlamıştır.

Kaypakkaya; Marksist teoriyi, ülke içinde ayakları üstüne diken bir komünist önderdir, demek, öznelci bir yaklaşım değildir. Bunu, 1972’lere kadar TDH içinde tartışılan konular ve bunların içerikleri dikkate alınırsa, bu belirlemenin hiç de aşırıya kaçmadığı kendiliğinden anlaşılır.

Kaypakkaya’dan önce, reforumculuk ile sosyalizm arasında gidilip geliniyordu. Marksist teori, kah sosyal şovenizm güzergahında, kah kemalizm şakşakçılığında kah ise sınıf uzlaşmacılığı bataklığında boğuluyordu. İşçi sınıfının ideolojik, siyasal ve örgütsel önderliği ise halkçılıkla yer değiştirmişti. Kaypakkaya’nın görüşlerinin gün yüzüne çıkmasıyla, TDH; bilimsel sosyalizm, işçi sınıfının ideolojik siyasal ve örgütsel önderliği, sınıf mücadelesinin kesintisiz sürdürülmesi ve özel mülkiyetçi sistemin bütünüyle ortadan kaldırılması tartışmalarıyla yakından tanışmıştır. Daha açıkcası, TDH içinde, Marksist bilgi teorisini kavrayış ve onun pratik anlamı gerçek yerine oturmaya başlamıştır. 

TDH içinde yer alanlar, Kaypakkaya’ya kadar, “Kemalist Kadro Okulu”nun burjuva entellektüellerinden ve siyasetçilerinden ciddi bir şekilde etkilenmişlerdi. Özellikle o dönemin T”K”P’sinden devşirme “kadro”lar sayesinde, burjuva Türk devletinin niteliği “ilerici” ve hatta “devrimci” olarak ezberlettirilmişti. Kaypakkaya, bunalara bir set çekti. Bu düşüncelerin Marksist değil, burjuva düşünceler olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Marksizm ile sınıf uzlaşmacılığını birbirinden ayırdı. 

1970’lerin TDH, daha çok da, Kemalizm, burjuva devletin niteliği, Kürt ulusal sorunu gibi konularda, o güne kadar tanık olmadıkları bir düşünce sistematiği ile karşı karşıya kalarak, yer yer sert karşı koyuşlarla Kaypakkaya’yı dıştalamaya çalışmıştır. Ancak, süreç içinde, bazan utangaçca, bazan ise bilerek ve öğrenerek, kendi hata ve eksikliklerini, Kaypakkaya’nın doğrularıyla tamamlama yolunu seçmişlerdir. Bazıları ise, büyük “marksistler” kisvesine bürünerek, onu görmezden gelip, ama onun düşüncelerini kendi düşünceleri olarak yarım-yamalak da olsa “teorilerine” eklemişlerdir.

1990’lardan sonra, bazıları da var ki; (bunlar, M. Suphi’den sonraki T”K”P gelenekçileri ve devamcılarıdır) sınıf uzalşmacı teroileri terk etmeyerek, işçi sınıfı içine oportünist öğeleri itelemeye devam ediyorlar. Haksızlık etmemek için, bunlar da, “burjuva Kemal”in iç yüzünü, Türk devletinin niteliğini, Kürt ulusal sorununa bakışlarını, eskiye oranla kısmen de olsa olumlu anlamda değiştirdiler. Ancak, hala Kaypakkaya’yı “çok aşırı” bulmaya devam ediyorlar. Çünkü Kaypakkaya’da sınıf uzlaşmacılığı teorisi yoktur.

Bazıları da var ki; Kaypakkaya’nın “maoculuğu”nu çok “iğreti” bulurlar. Bu tür argümanlar ve de teroik girişimler; Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan en önemli ilkelerden birini Kaypakkaya’dan alarak içini boşaltama denemeleri ve küçük burjuva kırılmalarıdır.

Kaypakkya’nın TDH katkıları salt bunlarla sınırlı olmayıp, esas olarak da, işçi sınıfının öncülüğünü net olarak ortaya koyarken, proletaryanın öncü örgütü olmadan iktidarı alamayacağını; işçi sınıfının öncülüğünü halkçılığa indirgeyen ya da proleter öncüsüz halkçı devrimci anlayışları eleştirmiş ve anti-MLM olduğunu belirtmiştir. Kaypakkaya’nın en büyük katkılarından biri; Marksist teoriyi halkçı düzeye indirgeyen 50 yıllık revizyonist-oportünist anlayışı mahkum etmesidir. Bu bağlamda, Kaypakkaya, komünist ve devrimcilerin işçi sınıfına ideolojik-siyasal yabancılaşmasını kırmıştır.

Kaypakkaya’nın teorisi bütünlüklüdür. Onda eklektizm yoktur. 

Kaypakkaya; TDH’ne, “devrimci ihtilalciliğin”, işçi sınıfının teorisiyle donanmadığı zaman, halkçı devrimcilikten ileri gidemeyeceğini, anti-emperyalist ve “yurtseverlik”le sınırlı kalacağını da göstermiştir. Özellikle de, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasındaki antagonist çelişmenin realitesinin, hayatın her alanına yansıdığının görülememesi, işçi sınıfının kendi sınıf realistesinin inkarı olmuştur. Kaypakkaya, 50 yıllık birikmiş ve küllenmiş bu inkarı kıran komünist bir önderdir.

TDH’nin bütün olumlu ve olumsuz yanlarına karşın, son 40 yıl içinde Kaypakkaya’dan çok şey öğrendikleri bir gerçektir. Bunu inkar edenler varsa, öğrenmediklerini açıkalmaları gerekiyor.

Kaypakkaya, proletaryanın kızıl bayrağını hep yukarılarda taşıdı. Onun kızıl rengini lekelemek isteyenlere karşı MarksistLeninistMaoist teori ışığında proleter disiplin ve kararlılıkla karşı koydu.

Kaypakkaya, TDH içinde yetişmiş bir militan olarak, onun halkçı yanlarından etkilenerek devrimcileşmişti. O, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’yu okudukça, görüşleri, süreç içinde, TDH’nin geleneksel görüşlerinden ayrılmaya, yerli yerine oturmaya başlamıştı. Marksist teorik derinliğin ve bilmsel bilginin kendisindeki gelişmine koşut olarak, Kaypakkaya’yı TDH’nin halkçı teorisinden kopuşu esas olarak 15-16 Haziran İşçi direnişi yaratmıştır.

Devlet zoruyla bastırılan işçi hareketi, Kaypakkaya’yı zorunluluğun bilincine vardırırken; özgürlüğünde, zulüm yuvası devletin, yine işçi sınıfı önderliğinde köylülerin ve tüm ezilen emekçilerin zoruyla yıkılarak kazanılabileceği bilincini yarattı. İşçi hareketinin bu gelişimi; Kaypakkya’da, devletin niteliğine, Kemalizme, ulusal soruna ve işçi sınıfının önderlik sorununa yaklaşımında, nitel bir bilinç sıçraması yarattı ve düşünceleri bütünüyle değişerek Marksist bir rotaya oturdu. Kaypakkaya’nın o süreçte, içinde yer aldığı (TİİKP)2 örgütüne karşı Marksist içerikli ilk ciddi eleştirileri bundan sonra başlamıştır

Nasıl Marx, işçi sınıfının biliminin yaratırken “bilimin eşiğinde, cehennemin giriş kapısında” bilinciyle hareket ettiyse, Kaypakkaya’da, 50 yıllık sınıf uzlaşmacı oportünist teoriler karşısında, cehennemin giriş kapısını kırarark adımını içeriye atmıştır. İşte bundan sonra, TDH’nin bir çok temel ideolojik-siysal konularda ezberi bozulmuştur. 

Nasıl ki, “maddi yaşamın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırı”yorsa (Marx), komünist militanlığı belirleyen de; işçi sınıfının sınıf bilinciyle ve onun sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi ve bunu yaşama geçirmeyi zorunlu kılar.

Kaypakkaya’yı yaşadığı tarihsel mitin içinde bırakarak, onu ileri taşımamak, onun yaşayan düşünceleriyle çelişir. Çünkü o, işçi sınıfının alegorik bir miti değil, düşünceleriyle yaşayan bir öznesdir. 

Kaypakkaya, okuyan, öğrenen ve öğrendiklerini pratiğe geçirmeye çalışan ve kendini kendi hataları üzerinde de eğiten komünist bir kişilikti. O, düşüncelerini yüksek sesle söyleyen ve hatalarını yüksek sesle kabul eden, doğruları ise anında alan bir işçi sınıfı militanıydı. O, kitlelerin hem öğretmeni hem de öğrencisiydi. O nedenle de hatalarını gördüğü anda düzeltme yolunu teredütsüz seçmiştir.

Kaypakkaya, insanlığın, tarihin öte yanından alıp kendi boyunlarına takarak bugüne taşıdıkları kölelik halkası olan özel mülkiyet sistemini, işçi sınıfının gücü ve bilimiyle yıkılacağına inanmıştı. Düşmanın karşısına da bu inançla çıkarak, onu kendi ininde mağlup etmesini bilmiştir.

Kaypakkaya’dan öğrenmek; onu olduğu gibi savunmak değil, onun eksik ve hatalarını da ortaya koymaktan kaçınmamak olmalıdır. Kaypakkaya, kendinden önceki devrimci kuşağa aynen böyle yaklaşmıştır. Eksik ve hataları görmezden gelmeden, onların üstüne üstüne giderek, kendi doğrularını yaratabildi. Kaypakkaya, böyle bir özelliğe sahip olmasaydı, bugüne ulaşamazdı. Onu yaşatan, onu tartıştıran ve onun düşüncelerini devrimci-komünist militanlarda yol gösterici bir öğe yapan; hiç kuşkusuz, devrimci teorinin bir doğma değil, bir eylem kılavuzu olmasındandır.

Kaypakkaya’nın doğruları kadar eksikliklerini de ortaya koymak, onun öğretilerinin canlılığının bir gereğidir. Kaypakkaya’yı 40 yıl öncesinde dondurmak, Kaypakkaya’ya yapılan bir haksızlıktır.

Kaypakkaya’nın en büyük hatalarından biri, ülkeyi, “yarı-feodal” değerlendirmesidir. Kendi araştırması olan “Çorum ve Kürecik”in ekonomik araştırması ve analizleri, bilimsel bir yöntemle ele alınmasına karşın, Türkiye için aynı yöntemden hareket etmemiştir.

Sosyo-ekonomik yapıdan hareketle, ülkede devrimin yolunu “Halk Savaşı” olarak belirlemesi, öznelciliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, Türkiye devriminin gelişimini Çin Devrimi gibi gelişeceğini varsayarak şablonculuğa düşmüştür.3

Kaypakkaya, o (12 Mart cuntası) süreçte siyasal durum değerlendirmesini ve özellikle de “işçi ve köylülerin büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyi kavramıştır” saptaması, sosyal gerçeklikle uyuşmuyordu. Kaypakkaya’yı, yerelden bağımsız, böylesi öznelci saptamalara götüren, o günün dünya konjonktüründeki işçi, emekçi ve ezilen ulus hareketlerindeki gelişmelerdi. 

Genç bir komünistin bu tür hatalar yapması anlaşılır bir şeydir. 24 yaşın son beş-altı yılını, okuyarak, yazarak, eylemlere katılarak; örgütlü mücadele içinde o günün sınıf mücadelesi tarihi onu öne çıkarmıştır. İşçi sınıfı hareketi içindeki oportünizme karşı mücadelesinin bir ürünü olarak, işçi sınıfının öncü örgütünün kurulmasına önderlik yapan bir komünistin, kendi teorisini sosyal gerçekliğin mihenk taşına aktaramadan, aktardıklarını ise sorgulayamadan katledilmesi; eksik ve hatalar ona değil, onun yükseklerde tuttuğu bayrağı taşıyanların hanesine yazılır.

Bu nedenle, Kaypakkaya’nın, kuru ve sosyal gerçeklikten uzak soyut övgülere gereksinimi yoktur. TDH içinde, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde onun yeri ölümsüzleşmiştir. Türkiye ve Kürdistan devriminin bayrağında Kaypakkaya’nın yeri her zaman olacaktır. Kaypakkaya’nın gereksinimi; onun sınıf bilinçli duruşunu anlamaya, düşüncelerini yaşayan bir organizma gibi eylem kılavuzu olarak ele alıp, ilerletmeye, bugüne ve yarınlara taşımaya gereksinimi vardır. Kaypakkaya, öğrencisi olduğu öğretmenlerine karşı böyle yaklaşmıştır. Kaypakkaya’nın öğrencilerinden de öğretmenlerine böyle yaklaşmak beklenir. ***02.05.2013

1 Bu makale, 7 yıl önce, 2013 Mayıs ayında yazıldı. Güncelliğini koruduğu için bugün yeniden olduğu gibi yayınlıyorum.

2 TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi-Köylü Partisi)

3 Kaypakkaya’nın bu hatalarını; “Tarihin önünde Yürümek” (EL Yayınları, Nisan 2013) kitabımda ele aldığım için burada kısa notlar halinde geçiyorum.

2808

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

Sayfalar