Pazartesi Mayıs 13, 2024

Çarşı’nın “darbe yapacağı”na inanıyorsunuz da…

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerine bir aydan az bir zaman kaldı. Bu eksende sürdürülen ciddi bir tartışma var. Bir yanda “paralel devlet” olarak anılmaya başlanmış olan Gülen Cemaati diğer yanda AKP’de temsil edilen klik... Yapılan “maaş zamları” gölgesinde sürdürülmekte olan “tarafsız yargı”, “yargıya olan güvenin korunması” tartışmaları. Tam da bu tartışmalar sürerken iki ayrı dava ile ilgili haber gündem de kendine yer buldu.

Yargı demişken…

Gezi İsyanı’nın ardından adeta hükümetin kontrolünde yürütülen soruşturmalardan biri daha davaya dönüştü. “Beşiktaş’ın taraftar grubu” sıfatını taşımanın yanında uzunca bir süredir pek çok toplumsal sorun karşısında halktan yana tavır almasıyla bilinen Çarşı’nın yöneticilerine ve üyelerine “darbeye teşebbüs” iddiasıyla dava açıldı.

“Alt tarafı bir dava” diye düşünenimiz olabilir. Fakat dava açılması için gerekli olan bir süreç var ve bu sürecin içerisine dahil olan “koca koca” pek çok kişi ve kurum gerekli. Halkın deyimiyle söyleyelim: “Maaşlarını biz veriyoruz” bunların. Onlar da yememiş, içmemiş çalışmışlar...

Herhangi bir davanın açılabilmesinin öncelikli şartı, resmi veya özel bir kişi ya da kurumun bir olayın suç oluşturduğuna dair şüphe duyması ve bu olayın kim/kimler tarafından gerçekleştirildiğine dair de fikri olmasıdır. Yani iki ihtimal vardır birileri ya şüphe duyar ya duymaz…

Anlaşılan birileri Çarşı’dan şüphe duymuş!

Durumdan şüphe duyan kişi zaten bir Cumhuriyet Savcısıysa “ne ala”, süreç resmen başlamıştır. Aksi durumda şüphe duyanlar tarafından -sıklıkla polis, asker gibi bir kolluk kurumu- olay bir savcılığa aktarılır. Savcı durumu araştırmaya başlar ki bu sürecin adı “soruşturma”dır. Savcının soruşturmasının kapsamı, öncelikle gerçekleşen olayın yasalara aykırı olup olmadığının eğer aykırılık var ise hangi yasaya aykırılık olduğunun tespit edilmesidir. Yani iki ihtimal vardır savcı ya yasaya aykırı der ya demez…

Savcı, Çarşı ve Çarşı'nın yaptıkları “yasaya aykırıdır” demiş!

Olayın yasaya aykırılığı ve kimler tarafından gerçekleştirildiği tespit edildiğine göre sıra olayın delillendirilmesine gelir. Savcı kolluk kuvvetleri aracılığıyla delil toplar. Olayı ve olayın kimler tarafından gerçekleştirildiğini şüphe duyulmayacak şekilde ortaya koymak zorundadır aksi halde davayı açmaması gerekir, en azından işi budur. Yani iki ihtimal vardır savcı olayı ya delillendirebilir ya delillendiremez…

Savcı “Çarşı’nın darbesinin” delillerini bulmuş!

Bundan sonraki aşama iddianamenin yazılmasıdır. Savcı tarafından yazılan iddianame öncelikle olayı, olayın oluşumunu, kimler tarafından gerçekleştirildiğini içerir. Ardından bu iddialara ilişkin deliller ortaya konur ve ilgili mahkemeye sunulur. Mahkeme iddianameyi inceler ve kabul edilebilir olup olmadığını kontrol eder. Yani iki ihtimal vardır mahkeme iddianameyi ya kabul eder ya etmez…

Mahkeme Çarşı’nın darbe yapacağı iddiasını kabul edilebilir bulmuş! Nihayetinde dava açılmış.

Basit bir olasılık hesabıyla, birileri tarafından görülmüş veya bir kamera tarafından kaydedilmiş bir olayın, bir davaya konu olması on altıda bir ihtimaldir.

Öyle hemen gülmemek gerekir. Belki de sadece bir taraftar grubunun polise, askere, MİT’e ve geri kalan türlü ite rağmen darbe yapması mümkündür, bilemezsin…

“Darbeci Çarşı”lılar “Masum Müfettişler”!

Yukarıda bir davanın açılabilmesi için gerekli olan süreci anlatırken açıklamayı unuttuk. Eğer şüpheli kişiler kamu görevlisi ise sürecin başında bir detay daha var. Savcının soruşturma yapabilmesi için şüpheli kamu görevlisinin idari amirinden izin alması gerekiyor.

Soma’da yaşanan ve 301 işçinin katledildiği iş cinayetinden önce, normalin on katı karbon monoksit (işçilerin çok büyük bir çoğunluğunun ölmesine neden olan gaz) miktarı tespit edildiği halde madenin güvenli olduğuna dair rapor veren müfettişler hakkında mahkeme iddianame kabul etmedi.

Savcılık bir iddianame yazmadı. Delil aramadı.

Çünkü daha işin en başında, müfettişlerin idari amirliği olan Çalışma Bakanlığı soruşturma izni vermedi.

Üzerinden yaklaşık dört ay geçti ve halen bir dava açılmadı.

Dava açılmadı ama bu arada iş cinayetinin yaşandığı şirketin işlettiği madenlerden biri (Işıklar) gerekli güvenlik önlemlerini aldığı iddia edilerek yeniden çalıştırılmaya başlandı.

Müfettişlerinin soruşturulmasına izin vermeyen Çalışma Bakanlığı’nın yaptığı denetimler sonucu açılmasında bir sakınca görülmeyen Işıklar madeninin “güvenlik” kıstaslarına güvenip güvenmemek ayrı bir tartışma konusu. Fakat bu davalar ile ilgili kararlar üzerinden, HSYK seçimlerinin sonuçlarına falan bakmadan “yargının tarafsızlığı”, “yargıya olan güvenin tesis edilmesi” tartışmaları hakkında fikir yürütmek mümkün.

İster faşist AKP’nin, ister faşist Cemaat’in ve isterse de faşist Kemalist klik yargı içerisinde etkinlik tesis etsin, yargı tarafsız değil ve olmayacak. Fıtratın halk düşmanlığı olanların “yargı”ları da halk düşmanı olmak zorundadır. Aldıkları kararlar, halkın yanında değil, halk karşısında olacaktır. Eğer büyük bir holdinginiz, limited şirketiniz, gayrimenkul yatırım ortaklığınız yoksa yargıya güvenmek için de bir sebebiniz yok demektir.

Bu nedenle gözümüzün içine baka baka, aklımızla adeta alay edercesine, “Çarşı'ya darbe” davası açarlar ama Gezi İsyanı'nda insanları öldüren, ağır derecede yaralayan, kör edip sakatlayan; işkence edip taciz eden ve “kahramanlık destanı yazan” polislere dava açmazlar. Bu nedenle Soma katliamında sorumluların yargılanmasını geciktirmek için ellerinden geleni yaparlar. Yargının görevi budur! Bunun için maaş almaktadırlar!

Şimdilerde maaşlarının artırılacağı müjdesi verilmesinin nedeni “bağımsız yargının” AKP'nin istediği adayların seçilmesinin amaçlanmasıdır. E hani yargı bağımsızdı? Nereden çıktı, AKP'li, Cemaatçi, Kemalist, Ülkücü, Alevi falan... Bu memurlar neye göre karar veriyorlar? Hukuk devletine göre mi, “guguk” devletine göre mi? Bu “guguk” iktidar olmasın sakın! 

Nasreddin Hoca'dan masallar...

Kazanın doğurduğuna inanıyorsunda, Çarşı'nın darbe yapacağına niye inanmıyorsun akıllım?

Hem Gezi İsyanı devleti ve hükümeti hedef almıştı. Düpedüz isyandı! Darbe filan değildi yani. Ama 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları bir saray içi darbeydi? Daha düne kadar birlikte iş tutan kardeşlerin it dalaşının ürünüydü ve de pisliklerin ortaya saçılması açısından son derece yararlı oldu. “Bağımsız yargının” bu pisliklerin peşinden gitmesi, rüşvet ve yolsuzluk yapanları soruşturması gerekmez mi?

Oysa tam bir taşları bağlama, itleri ortalığa salma durumu var! Gerçi itlerden bazılarını da bağladılar ama, bağımsız yargını ipine Çarşı gibi Gezi İsyanı'na katılan diğer taraftar grupları, ezcümle “korkma la biz halkız” diyenlerin amacı saray içi bir darbe yapmak falan değildi. Onlar isyan etmiş, kendilerine sunulanı kabul etmemiş, reddetmişlerdi. “Kahrolsun bağzı şeyler” demiş ve bu arada Tayyip'in kulağını da bayağı çınlatmışlardı. Tabi sonradan kadın örgütlerinin yerinde müdahalesiyle bu çınlatmalara müdahale edilmiş, duvarlardaki sloganlar silinmişti.

Türkiye'de yargı denilen kurum, eskisiyle yenisiyle devletin halka karşı “şefkatli” faşist yüzünü gösteren en iyi örneklerden biri olduğunu bir kez daha gösteriyor.  O tıpkı “eski Türkiye”de olduğu gibi, “yeni Türkiye”de de “yargının bağımsızlığı” masalları altında görevini yapmaya, rolünü oynamaya devam ediyor hala...

Varsın “bağımsız yargı” böyle kararlar almaya devam etsin! Oysa halkın gözünde çoktan “kazanın tencere doğuramayacağı” açığa çıkmış durumdadır. Onlar hala havaya bakıp ıslık çalmaya devam etsin. Öfke birikiyor...

83672

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Sayfalar