Pazartesi Mayıs 20, 2024

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar. Eğer halen bir kısım sanatçı, gazeteci, yazar devlet korkusundan, toplum baskısından korkup bir ömür boyu kendilerini inkar ederek, kimliklerini gizleyerek yaşamaya çalışıyorsa bu, soykırımın devam ettiğinin açık göstergesi değil midir?

Bilinen ismi Cabbar, gerçek ismi Rana Solakiyan, kimliğini gizlemek zorunda kalan bir tiyatro sanatçısıydı. 78 yıl gerçek kimliğini gizleyerek görünmezlik içinde yaşadı ve öldü. Onunla birlikte sahne alanlar, onu izleyenler, onu bir Türk olarak tanıdı ve bildi. Rana sadece sahnede değil, yaşamında da rol yaptı. Yaşamını bir tiyatro gibi oynadı. Dışı Cabbar içi Solakiyan, görüntüsü Türk, özü Ermeni olarak yaşadı. Ankara’nın göbeğinde milyonlarca kalabalığın ortasında yalnızlık içinde, sahte bir kimlikle yaşadı ve öldü. Ve öldüğünde Ermeni olduğu anlaşıldı.

Rana (Cabbar) Solakiyan, bu zulüm dolu topraklarda Ermeni kimliğini gizleyen ilk sanatçı değildi elbette. Kaç sinema ve tiyatro sanatçısı, gazeteci, aydın, devrimci gerçek kimliğini gizleyerek yaşadı. Mezar taşlarına kendilerinden zorla alınmış isimleri yazılmadan bu toprakların derinliğine gömüldüler. Kimisi kimsesizler, kimisi Müslüman, az sayıda olanı ise Ermeni mezarlıklarına gömüldü.

Cabbar’ın Ermeni kimliğini öğrenen, yaşananı anlamaktan oldukça uzak ve zulmü tanımlamaktan kopuk bir şekilde tepkilerini dile getirdiler. Türk’ten başka kimseye özgürce yaşama hakkının tanınmadığı topraklarda Ermeni olarak yaşamak bedel ister. Kürtlere, Alevilere yönelik ırkçı saldırganlık örneklerinde olduğu gibi ayıplanıp lanetlenmesi gereken faşist zulüm yerine saldırıya uğrayanların, kimliğini gizlemek zorunda kalanların lanetlenmesi ırkçılığın geldiği boyutu gösterir.

Oysa sormazlar mı insana! Nasıl bir zulüm yaşanıyor ki, insanlar kendi kimliğini, dilini, inancını, cinsiyetini bir ömür boyu koynunda gizlemek zorunda kalabiliyor? Bu nasıl bir zulümdür, 78 yıl karanlık içinde, her gün kendini inkar ederek görünmezlik içinde yaşamak! Yaşamın her anında, sanatın her sahnesinde kendini yok ederek, kendisi olmayanı, sahte olanı oynamak?

Irkçı-şoven karanlığının her yeri kuşattığı bir ülkede inkar ve imhanın her yerde korkuyu büyüttüğü topraklarda görünmezlik içinde yaşayanların sayısının hayli kabarık olması faşizmin hakimiyetini gösterir. Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Alevi, LGBTİ … her gün kendilerini gizlemek, kalabalıklar içinde saklamak zorunda kalıyorsa bundan daha büyük bir zulüm olabilir mi?

Ezilenler ya kendilerini inkar edip kölece yaşamaya boyun eğecekler ya da başkaldırdıklarında zulümlerden zulüm beğenecekler!

Dilini, kimliğini, inancını, cinsiyetini gizleyerek görünmezlik içinde yaşayanların sayılarının çokluğu yaşadığımız topraklarda var olmayan demokrasinin rengini gösteriyor. Özgürlüğün kırıntı halinin bile yaşanmadığını ispatlıyor. Bu ülkede Türkçe bilmeyen analar baskı ve asimilasyon sopasıyla Kürtçe bilmeyen evlatlar yetiştirmeye zorlanıyorsa orada haktan-adaletten insanlıktan bahsedilemez.

Bu topraklarda sadece bitmeyen faşist zulüm yaşanmamaktadır. Aynı zamanda bir elini demokrasiye diğer elini ırkçılığa, sosyal-şovenizme uzatan sayısız Kemalist solcunun zulmü de yaşanmaktadır.

Bu sahte solcuların sosyal şoven fikirleri seçim sürecinde daha çirkin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bilinç altları Kemalizm zehriyle kirlenmiş solcuların söz ve yaklaşımları inciticidir. Ahmet Şık’ın Kürt halkını aşağılayan sözleri bu duruma örnektir. Bilinçaltı Kemalizm ideolojisiyle zehirlenmiş, “Ne mutlu Türk’üm diyene” duygularıyla bozulmuş, “Dört nala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” şiirlerle şahlanmış, işgalcileri öven Kemalist solcuların varlığı faşizmin can suyu olmaktadır. Irkçılığın bu kadar azgın ve pervasız olması biraz da bu sahte solcuların varlığından aldıkları destekten kaynaklanmaktadır.

Mazluma sadece korkaklık ve vicdansızlıkla beslenen faşizm zulmetmiyor. Aynı zamanda Kemalist solcular da zulmediyor.

Bu ülkede kendisinden olmayana yaşam ve konuşma hakkı tanımamaktadır. Çoğunluk olmayan, dilini, dinini, kimliğini, cinsiyetini saklayarak yaşayanların birliği, ortak mücadele etme fikriyatı ve ihtiyacı her zamandan daha acil bir şekilde orta yerde durmaktadır.

Seçim süreci “Birlik mücadele zafer” şiarının bir vesilesi olmalıdır. Yaklaşan seçim gününde faşizmin en koyu ve en karanlık suratına güçlü bir çizik atma zamanıdır.

Ağaçları kanla ve ırkçılıkla sulayanlara ağacın dalları intikamla cevap verecektir.

1416

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar