Pazartesi Mayıs 13, 2024

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

“Ben Sofiya Kuntseviç, Berline Savaşı öldürmek için geldim.”[2] Böyle diyordu bir sovyet kadın partizanı.

Sovyet halkının çok acı çektiği, çok can verdiği ve nice evlatlarını yitirdiği günlerde, dövüşen kadınlarda vardı. Hem de sayısız... 

Onlar, Sosyalist Sovyet vatanlarını savunmak için, savaşın her alanında yer almışlardı ve hepsi de yemin etmişlerdi: “Berlin’e kadar gidip, savaşı öldürecğiz”. Öyle de yaptılar. Düşe kalka, ölülerini gömerek, yaralıları geride bırakarak, bütün Sovyet yurdunu ve Doğu Avrupa halklarını karış karış Nazi zulmünden kurtararak, kan ter içinde Berline vardılar. Nazileri kendi inlerine gömdüler. Sosyalizmin sembolü Kızıl bayrağı, ilk onlar, Alaman emperyalist burjuvazisinin ulusal semboli Brandenburg Tor’un tepesine  diktiler.

II. Emperyalist Savaş’ı kadınlar başlatmadı. Ama kadınlar, savaşı, savaşın başladığı Berlin’de bitirdi.

Kapitalist toplumun en fazla ezilen kesimlerinin başında tartışmasız olarak işçi ve emekçi kadınlar gelir. Kapitalist baskı ve sömürü koşulları erkek egemenliği ile birleşip kadınların üzerine bir kabus gibi çöker. Sovyet kadını, tekrar eskiye dönmemek için hayatları uğruna sosyalist vatanlarını savunmayı seçmişlerdir.

Sovyetler Birliği, kendi sosyalist vatanlarını kurtarmak için tam 26 milyon vatandaşını bu savaşta yitirdi. Yaralı, sakat ve artık tek başına yaşayamayacak denli bir taraflarını savaşta yitirmiş olanaların sayısı ise yitirilenlerden çoktu. Sovyet kadını kendi özgürlüğü için savaşmak zorundaydı. Özgürlüklerine kast edenlere karşı savaştılar ve büyük bedeller ödeme karşılığında da olsa özgürlüklerinin boğulmasına asla ve asla izin vermediler.

Sovyet kadınları, savaşı Berlin'de öldürüp, bütün dünyaya baharı getirdiler.

Sur’a Katliamı Durdurmak İçin Gitmek

Bütün Kürt illeri Türk devleti tarafından bombalanıyor. Evler yakılıp yıkılıyor. Ve korkunç büyük bir sessizlik içinde insanlar katlediliyor. “Kürt illeri yanık insan eti kokuyor.” Hitler Almanya’sının, yahudi gettolarına saldırdığı ve toplama kamplarında yaktığı gibi. 

Türk devleti, Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor. 

Faşist AKP hükümeti ve onun şefi Erdoğan, devletin tüm gücünü arkasına alarak, sadece Kürtlere değil, kendisine karşı olan herekese saldırıyor. Demokratik hak ve özgürlük isteyenlere, kadınlara, aydınlara, akademisyenlere ve ülkede ilerici olan her şeye saldıryor. Börtü-böceği, ağaçları, kuşları ve hayatın kaynağı doğayı koruyana saldırıyor. Ücretlerine zam isteyen işçilere saldırıyor. İnsanları korkutarak, sindirerek teslim alıp, sermayenin hükümranlığını hayatın her alanında inşa etmek isitiyor.

Devlet sadece SUR’a saldırmıyor. O, insan ve doğanın en doğal alanlarına saldırıyor. Özgürlüklerimizi elimizden alıyor. İnsanın özgürlüğünü elinden aldığı gibi doğanın da özgürlüğünü yok ediyor.

Yeni yetme Hitler bozuntusu,  öncelikle kadınlara saldıryor. “Anne olun” diyor. Aynı Hitler gibi. “Avrupa’nın nüfusu azalıyor ve yaşlanıyor, çok çocuk doğurun!” diyor. Çok çocuk doğurun ki; emperyalist burjuvaziye ucuz iş gücü ve sermayenin çıkarı için ölecek asker yaratılsın. Sermayenin faşist beyinli temsilcisi, kadını sadece doğum makinesi görüyor. 

Sermayenin en büyük korkusu kadınların sokaklarda özgürce dolaşmasıdır. Onların kadından istedikleri; çok çocuk doğurmaları, evde oturmaları, kara çarşafı bir kefen gibi üzerlerine örtmeleri, kocalarının sözünden çıkmamaları ve sistemin her dediğine kölece itaat etmeleridir.

Çünkü kadının köleliği toplumun köleliğidir. Kadının özgür olması toplumun özgür olmasıdır. Kadının baharı dünyanın baharıdır. Bütün diktatörlerin kadın korkusu bundandır.

Türk devletinin kontrolünü eline geçiren sermayenin katiller şebekesi, özgürlük isteyen, hakkını arayan, farklı düşünce beyan eden herkese saldırıyor. Evleri basıp katlediyorlar. Sokak ortasında gençleri, kadınları kurşunluyorlar.

Bunca zulme rağmen, kadınlar direniyor. Komünistiyle, demokratıyla, feministiyle, Kürdiyle, Türküyle ve diğer uluslardan halklarıyla kadınlar, sokakları terk etmek istemiyorlar. Sokakları terk ettikleri anda, tekrar oraları kazanmanın daha ağır bedeller gerektirdiğini de biliyorlar. Dün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sokakları bir kere daha işgal ettiler, dirençli ve mücadeleci sloganlarıyla, faşizme inat, meşalelerle karanlıkları bir kere daha aydınlattılar.

Faşizmin temel özelliği; bütün işçi ve emekçileri ve özellikle de kadınları korkuyla esir almaktır. Faşizm, toplumun sınıflara bölünmüş gerçeğini gizleyip, dinsel, etniksel farklılıkları öne çıkararak birbirine düşman etmeyi amaçlar. Böylece, kendi sömürü ve zulüm düzenine baş kaldırma yerine, birbirine düşürülmüş ezilen kesimler üzerinden iktidarını yürütmektir. 

Faşizmin merhametini bekleyerek evlerde orturup, komşumuzun boğazlanmasını seyretmek çözüm değildir. Komşudan sonra sıra sana gelecektir ve geliyorda. Kürdün boğazlanmasını seszice seyredenler, kendilerine sıra gelmeyeceğini düşünmesinler. Sıra herkese geliyor. Aynı Nazi Almanya’sında olduğu gibi.

Batı burjuvazisinden “demokratlık” asla beklemeyin. Erdoğan ve arkasındaki sermaye gücü onların beslemesi ve büyütmesidir. Dünyayı kana bulayan ve diktatör soytarılarını ezilen halkların başına sopa olarak diken onlardır. 

Bütün ezilenler olarak, sokaklara çıkmadan, zalimin zulmüne karşı baş kaldırmadan ne katliamlar ne de baskılar bitecektir. Bu nedenle, Sur’a, katliamları durdurmak için gitmeliyiz. 

Kobane’de İŞİD çetelerine dur diyen kadınlar ve emekçiler, Türkiye ve Kürdistan’da da Türk egemen devletinin saldırılarına dur demelidir. Özgürlüğümüz için, geleceğimiz için, yaşam hakkımız için, bedel ödemeyi göze alıp, aynı Sovyet kadınlarının yaptığı gibi, aynı Kobane’de Kürt kadınlarının yaptığı gibi savaşmalıyız. Ve halka saldıranlar kendi inlerinde boğulmalıdır. 

Faşist güruhun güçlü olduğunu sanmayın. Onlar her yönüyle panik ve çırpınış içindeler. Bu nedenle daha azgınca saldırıyorlar. İşçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin örgütsüzlüğü onların gücü oluyor. ÖRGÜTLENİN! 

Sur’a gitmekher yerde, işte, okulda, büroda, tarlada ve yaşamın her alanında direnişi sokaklara yaymaktır. Her iş yerini, her mahalleyi faşizme karşı bir direniş ve mücadele odağı haline getirmek elzemdir. Bu nedenle de, faşizme karşı olan herkesle birleşmelidir. Çünkü biz çoğuz ve haklıyız. Bu savaşı kazanacak olan da bizleriz!

Newroz’da Diyarbakır’a (Amed) akın akın  akmak, Kürt halkının katledilmesini önlemenin ilk adımı olabilir.

Sovyet kadınları, Nazileri yenip, bütün dünyaya baharı getirdiler. Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlarda Türk faşizmini ve birleşenlerini yenip, baharı, bütün Ortadoğu’ya getirebilirler. 

[1] Svetlana Aleksiyeviç, Nazi İşgalinde Sovyet Kadınaları,  Evrensel Basım

[2] Aynı Kitap’dan 

43813

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Proletaryasız Burjuva Çağı Hayali(!)

 

Telaşlı diplomasi ve açık savaş hazırlığı Nijer: Afrika'da akut savaş tehlikesi!(Rote Fahne (Kizil Bayrak)

26-27 Temmuz gecesi, yaklaşık 26 milyon nüfusa sahip Batı Afrika ülkesi Nijer'de ordu bir darbe düzenledi. Bir önceki başkan Bazoum'u devirdi ve anayasayı askıya aldı.

Frankfurter Rundschau'ya göre Bazoum döneminde Nijer, "İslamcı teröristlerin Sahel'deki ilerleyişine karşı mücadelede Batı'nın son stratejik ortaklarından biriydi".

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

Sayfalar