Çarşamba Mayıs 29, 2024

Barajı aşamasak bile; halkların kardeşliğini burada başardık”

Mezopotamya topraklarının çeşitli dilleri, çeşitli renkleri, inançları, kültürleri…bir çadır altındayız. Bunun böyle oluşu herkes için bir ilk!

Avrupa’nın göbeğinde, ülkemizde yaşayamadığımız bir çokluk! Yeri geliyor hıçkırıklarını tutamıyor insanlar. Yeri geliyor gözyaşları arasında mutlu-onurlu gülümsemeler-kahkalar alıyor ortalığı, yüzler ışıl ışıl oluyor. Süryanice, Ermenice, Kürtçe, Türkçe; “şehitler ölmez” sloganı atıyor 5 yaşındaki çocuğundan, 86 yaşındaki en yaşlısına. “Yaşasın Halkların Kardeşliği” atılıyor sık sık, her dilde!

Bir yandansa ölüm ve zindanı her nefesinde hissetmiş-yaşamış yoldaşlarımızın, sürgünde dahi tekrar zindanlara “sürülme” haberleri karışıyor aramıza! Kongreleri’ni, Soykırım’ın 100.yılına adayan yoldaşlarımızın zindanlara “sürülme” haberleri! Onlara yürekten selamlar gönderiyoruz hep beraber.

European Syriac Union, “Süryani-Ermeni-Keldani Soykırımı’nın 100.yıl Dönümü’nde, Bu Soykırım’ın Avrupa Ülkeleri’nin Parlamentoları Tarafından Tanınması” talebiyle 15 Nisan’da başlattığı 3 günlük Açlık Grevi çadırındayız. Almanya’nın Giessen şehrinde başlatılan bu Açlık Grevi’ne seçim çalışmaları sebebiyle sürekli toplanan 10’u aşkın kurum da destek veriyor. Avrupa Sürgünler Meclisi olarak da; mesajlarımızla, ziyaretlerimizle bu arkadaşların yanındayız.

Duvarlar; insanların kılıçlarla katledildiği bir asır öncesinin resimleriyle dolu.

En yaşlımız Yahkup Baydono “4 Açlık Grevi yaptım. 34 yürüyüşe katıldım. Şimdi izin vermediler. Midyat’taydık. Bütün halklar birlik olsaydık, hiçkimse bizi katledemezdi. Halklar birlik olamadık. Avrupalar’a kaçtık. Burada mücadele etmeseydik, adımız dahi unutulurdu. Bütün katledilenleri yaşatmak için, onların isimlerini çocuklarımıza koyduk. Ben kellesi koparılıp suya atılan amcamın ismini taşıyorum” derken hıçkırıklara boğuluverdi.

Verdo Rhawi Yahkup amcanın kızı; “babamın katledilen halasının ismini taşıyorum. Bu isme onurlu bir şekilde, onları unutmadan-unutturmadan sahip çıkmaya çalışıyorum. Biz Süryaniler Midyat’ta, Mardin’in merkez nüfusundan daha fazlaydık. Kürt aşiretlerinin arasında kaldık. Yaklaşık 13 aşiret vardı, ikiye bölündüler ve biz arada kaldık. Bugün kişiler olarak değil, bir kurum olarak bu tarihle yüzleşip, bütün halkları biraraya getirme çabaları beni çok mutlu ediyor. Kürt arkadaşlarla aynı çadırda, beraber Açlık Grevi’ndeyiz. Tüm halkların barış içerisinde yaşamalarından başka bir arzumuz yok. Buna susadık hep ve bugün biraradayız. Çok mutluyuz bu yüzden. Biz Süryani kadınları da; tüm kadın tarihleri gibi, direngen bir tarihe sahibiz. Ama 1915 katliamından sonra, dinini-dilini açıkça yaşayamamış bir halkın kadınları olarak; evine kapanmış kadınlar. Hayatta kalabilme, çocuklarını büyütebilme mücadelesini vermişler. Biz de farkındayız Kürt kadınlarının nasıl kimliklerini sahiplendiklerinin. Biz de sahiplendik yıllarca, tüm gidenleri-tüm şehitleri-katledilenleri. Hiçbir zaman duyarsız olmadık. Biz de kendimize göre tarihimizi sahiplendik. Ama Mezopotamya topraklarının tüm kadınları gibi, çok ileriye adımlar atamadık” diyor.

Köceri Baydono; Yakup amcanın eşi, Verdo’nun annesi. Kendisi Ermeni! Ama doğduğu andan itibaren “Kürtçe”yle büyümüş. “Hep Kürt vardı etrafımızda. Sülalemiz katledilmiş. Büyükler bir eve 43 kişiyi toplayabilmişler. Öyle devam etmiş soyumuz. Kürtler’in içindeymişiz. Hiç Ermenice konuşulmadı-yasaktı, hiç öğrenmedim. Türkçe biraz öğrendim sonra ve Süryanice’yi burada öğrendim. Atalarımız hep ortak katledildi. O yüzden yanyana gelebildik” diyor.

Daha kaç hikaye duymak mümkün burada. Süryani, Ermeni, Kürt; yeri geliyor çoğu apansız Kürtçe konuşmaya başlıyorlar birbirleriyle. Kendilerinin bir çadır altında buluştukları bu hallerine gülümsüyorlar sonra! Onlar o topraklarda bunu doğal biçimde yaşamışlar da; biz tanıklık edenlere bu sahne nice tarihleri canlı olarak taşıdı!!! Bunun için defalarca teşekkür ettik kendilerine; onlarda defalarca bundan onur duyduklarını ilettiler.

“Ölüm olmadan yaşam olmaz. 500 yıllık bir tarih süresince, boyunduruk altında yaşamışız. Sonra Hristiyanlık ortak çatısıyla, ortakça bir çıkış yapabilmişiz. Bu bile meşru görülmemiş, oradan-oraya sürülmüşüz, katledilmişiz. Ve şu anda Türkiye topraklarında kalan çok az Süryani var.

Özür dilemek erdemdir. Özrü kabul etmek daha büyük bir erdemdir. Biz hep bu erdemi taşıdık; barış mesajını hep bayraklaştırdık. Hiçbir halka karşı olmadık. Osmanlı’dan bugüne gelen tarihi bilimsel olarak ele almaya çalıştık ve bizi katletmelerine alet olan halklara karşı dahi düşmanlaşmadık. Mezopotamya toprakları tüm halkları topluyor. Ama egemenlerin çıkarları için sürekli ölüm makineleri yaratılıyor, halklar bölünüyor.

Burada ilk kez toplu bir direniş sergiliyoruz. Biz demokrasi güçlerinin kimler olduğunu biliyoruz ve demokrasi güçlerinden yanayız. Bugün Süryaniler Kürtler’le beraber şehit düşüyor. Halklar orada birleşti ve daha çok yol katetmemiz gerekiyor. Daha çok birbirimizi anlayabilme süreci yaşayabilmeliyiz.

Arap toprakları-tarihi kara bir tarih. Ancak her ne kadar karaysa da; oralarda yeşeriyoruz. Biz beraber adım atabiliyorsak, bu yeşermeyi başardık demektir. 3 günlük Açlık Grevi zor birşey değil. Katledilenlerimizi yüreğimizde canlı tutmak, onların aç günlerini hatırlamak-hatırlatmak için bir vesile sadece.

Seçimlere yönelik ise; bu barajı kırmak, bir zihniyetin kırılmasıdır. Bu zihniyetin kırılmasından yanayız hepimiz, buna inanıyoruz. Barajı aşamasak bile; halkların kardeşliğini burada başardık” biçiminde İsveç’ten gelen Rhavi Sleymun tarafından yapılan bir konuşmayla başlatıldı Açlık Grevi. En yaşlılar, en gençlerden başlayarak AG.önlüklerini giydirdiler eylemcilere.

Kilise adına gelen bir temsilci, Soykırım’dan bugüne katledilenlere adanan, onların yaşadıklarını anlatan bir ilahi ve bir şarkı söyledi Süryanice. Almanya’nın her köşesinde yaşayan Süryaniler bölüm bölüm ziyaret etmeye başladılar çadırı.

Beş yaşlarında bir çocuk konuşma yapmak için can atıyordu. Mikrofonu verdiler ona da; onun da adı, tıpkı diğerlerinin olduğu gibi katledilenlerden birisinin adıymış! Kimin adını taşıdığını, kim olduğunu çok iyi biliyordu; “Şehitler ölmez” diye bize slogan attırdı ve yeni şehit düşen Süryaniler’in resimleri önünde saygıyla eğilerek, gururla yerine oturdu. Bu hem kültürel olarak, hem de dini olarak taşıdıkları ortak bir davranış biçimi olsa gerek!

Yahkup Amca ve diğer yaşlıların gözleri yıldızlar kadar keskin-hiç abartısız- parıltılarla doluydu. “Halklar birbirini tutmadı” diyen Yahkup Amca; bari bu dünyaya veda etmeden önce halkları birarada görebilmenin mutluluğunu gözleriyle anlatıyor, akşamın geç vakitlerine kadar çadırı terketmek istemiyordu. “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı defalarca tekrarlanırken, her seferinde gözlerinden apansız yaş boşalandı! Bu slogan, yaşlıların dolan gözlerindeki her damla yaşla, 100 yıl öncesini isimleriyle yaşatışlarıyla ete-kemiğe büründü hep.

Onlardan sayfamızda haber yapma izni istediğimizde, defalarca “Avrupa Sürgünler Meclisi” kim diye baktılar. “Sürgün” kelimesinin anlamını çok iyi biliyorlardı. Ve herkesin buna ait anlatacağı nice birbirine hiç benzemeyen anıları vardı. Anlatıldı, paylaşıldı ve nice yürek yolculuklarına ortakça çıkılabildi!

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

İYİ Kİ VARIZ!

 

55767

Ganime Gûlmez

Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Ganime Gûlmez

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

Sayfalar