Cumartesi Haziran 1, 2024

Ali Türker Ertuncay: “Tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır”

“Bir TKP/ML Sanığının Günlükleri: Görülememiştir” isimli kitabın yazarı Ali Türker Ertuncay ile hem kendisi, hem kitabı hem de geçtiğimiz günlerde Proletarya Partisi şehidi olarak sahiplenilen Haydar parti isimli Murat Bileydi’ye dair konuştuk.

Lise yıllarından beri yazı yazmakla arasının iyi olduğunu söyleyen Ertuncay’a ilk olarak bu kitabı yazmaya onu iten nedenleri sorduk. Ertuncay kitabın macerasını şöyle anlattı:

“Görülememiştir’in üzerine oturduğu günlükler Sultanahmet Cezaevi’nde tutuklu olduğum dönemlerde tuttuğum günlüklerdi. Günlükleri kâğıt mendilin ince yapraklarına yazdığım için okumak çok zor oluyordu. Günlükleri ilk toparlama denememde mendillere yazdığım notları okumakta çok zorlandım. Sağlık sorunları girdi araya, vazgeçtim. En kötü ihtimalle geleceğe yönelik arşiv olarak, kayıt olarak bir kenarda durur diye düşünmeye başladım. Daha sonraları günlüklerden bağımsız olarak geçmişimi yazmaya başladım. Geçmişimi yazmaya başlamamla beraber çevrem ve arkadaşlarım günlüklerden de faydalanmam gerektiğini ve yardımcı olabileceklerini söylediler. Günlüklerin fotoğrafları çekildi. Arkadaşlarımın yardımı ile günlüklerimi okumak daha kolay bir hale geldi. Çalışma tamamlandığı zaman çalışmam Görülememiştir kitabına dönüştü.”

“Kitabınızı yazdıktan sonra okuyanların tepkileri ne oldu?” sorusuna “Kitabı ilk okuyanlar kendi yakın çevrem oldu. Bu kayıtların tutulup, kitaba dönüştürülmüş olması güzeldi. Bu sebeple aldığım tepkilerin olumlu olduğunu söyleyebilirim” diyen Ertuncay’a kitapla ilgili sorularımız bitmemişti. Merakla ve art arda sorduk:

“Tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır”

- Kitabı yazmaya başladığınız dönem herhangi bir hedefiniz var mıydı? Varsa hedeflerinize ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz?

- Geleceğe yönelik hedeflerim vardı. Ben bu kitabı tarih kayıt altına alınsın, araştırmacılar için belge olsun, genç nesiller geçmişimizi öğrenmek isterlerse onlar da öğrensinler diye yazdım. Eğer bizler kendi yaşadıklarımızı anlatmasaydık bizim adımıza bunları başkaları yazacaktı. Bizim çevremizde kitap yazma veya anıları yazma alışkanlıkları pek yok. Yanılmıyorsam 2 kitap var Görülememiştir’den önce yayınlanan. Yıllarımızı verdiğimiz ve önemli bedeller ödenen bir sürecin kalıcı olarak belgelenmesini önemli görüyorum.

- Kitabın olay örgüsünü ve dilini nasıl belirlediniz?

- Anımsadığım kadarıyla doğduğum tarihten kısa özetler vererek politikleştiğim dönemlere kadar hızlı bir aktarım yaptım. Kitabın dili için ise özel bir çaba sarf ettiğimi söyleyemem. Bir şeyler yazarken oturttuğum bir dildi. Muhtemelen yazmaya başladığım dönemden bu yana bende oluşan yazma diliydi. Cezaevinde tuttuğum günlüklerde ve uzun mektuplarda da aynı dili kullandığım görülebilir.

- Son olarak kitabınız ile ilgili ne söylemek istersiniz?

- Belki kitabımdan hareketle bellek konusuna biraz değinmek gerek. Tarihe nasıl bakmamız gerektiğini düşünmemiz gerek. Geçmiş süreci anımsıyorum, geriye dönük olarak ya romanlar yazıldı ya da mahkeme dosyaları, iddianameler yazıldı. Kişisel anı kitapları 12 Eylül sürecinde de pek yaygın değildi. Çeşitli siyasal çevrelerden arkadaşlar bu işleri yaptılar. Yapmakta da iyi ettiler. Bu yazılan anı kitapları neden yazılıyor konusuna tekrar dönmekte yarar var. Şöyle düşünüyorum, tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır. Buradan hareketle ortaya dökmemiz gerekiyor bu bellekleri. Bazı anı kitapları var örneğin, geçmişe dönüp “askerlik hatıralarını” anlatıyor tabiri caizse. Bu çok da yararlı bir şey değil. Herkesin kendine göre anıları vardır. Bunlar, aynı dönemi, aynı yılları yaşamış insanların yazdıklarını okuyup geri dönüp gülüp ağlayabilecekleri belgeler olabilir. Ama bununla sınırlı kalır. Bir başka şey de, o yıllarda savunduğumuz tezler var. O yıllarda yapılanlar var. Tutarlılık tartışması yürütmek. Geçmişte savunulanlar ile yapılanların muhasebesini yapmak gerek yani. Sonuç olarak, geçmişi geleceğe taşımak gibi bir kaygı varsa, o geçmişte kalmış bir dönemi açığa çıkarmak doğrultusunda işe yarar. Söylemek istediğim son nokta ise, o dönemlerde savunduğumuz tezler vardı. O tezler hayatla ne kadar örtüşüyordu? O gün savunduğumuz tezler bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde hâlâ yaşamla örtüşüyor mu? Bu belki, geçmişi geleceğe taşıma dediğim meselenin sonuç noktasıdır. Bunlara; anılara ve anlatılanlara böyle bakmak gerek.

Örnek vermek istiyorum: 1 Mayıs 77’deki Taksim katliamı. Bunu şöyle anlatabilirsiniz. Türkiye’nin her yerinden toplandık, her şey çok güzelken birden kurşunlar patladı. Şu arkadaşım yaralandı vs. Diğer anlatım tarzı ise o gün orada ne olduğunu anlatırsınız ve yaşanan olayın politik yanını irdelersiniz. O gün orada olan bitenin politik yanına bakmazsanız, burada bizim ne eksikliğimiz var, katliamın amacı neydi gibi sorularını irdelemezseniz, bugünkü nesillere pek bir şey bırakmazsınız. Yazdıklarınızın aynısı zaten internette bulunabilen şeyler. İnternette bulamayacağınız şeyleri, cevabı verilmemiş soruların cevaplanması gerek. Anıları anlatmak için beni dürten esas mesele budur. Bazı anı kitapları okudum, çok şey yazmışlar ama okura pek bir şey verdiğini söyleyemem. Bugün bizim yaşımız 60’ı aştı. Bu yaşlarda ve bu tecrübelerdeki insanların yeni nesillere veya araştırmacılara sunacakları veriler olması lazım. Aksi takdirde çok işe yaramaz.

“Kadıköy Maarif Koleji’nden Cemil Oka, Murat Bileydi çıktı”

- Faaliyet yürüttüğünüz dönemde devlet eliyle katledilen ve şimdiye kadar isimleri veya mezarlarının nerede olduğu bilinmeyen isimler var mı?

- Benim faaliyet yürüttüğüm dönemlerdeki cinayetler pek faili meçhul sayılmaz. Yasal boyutu ile katiller bulunamasa bile genelde failler belli idi. Sivil faşist güçlerce de katledildik. Yahut çatışmalarda kaybettiğimiz isimler oldu. 90’lı yıllarda yaşanan faili meçhullerden farklıydı bizimkiler. Bizdekilerde failler belliydi. Öyle bir şansımız(!) vardı.

- Son olarak, geleneğimiz her Ocak ayının son haftasını devrim ve komünizm şehitleri haftası olarak kabul eder ve bu bağlamda anma etkinlikleri gerçekleştirir. İçerde ve dışarda zorlu bir süreç yaşadığımızı da düşünürsek devrim şehitleri ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Öncelikle şehit kavramından bahsetmek istiyorum. “Şehit” sözcüğüne kendi inançları doğrultusunda mücadele edip bu inançlar doğrultusunda kaybettiğimiz arkadaşlarımız olarak bakıyorum. Elimizde iyi yaşamak için olanaklarımız bulunduğu halde halk için bir şeyler yapmak için mücadele ettik. Bu uğurda çok bedeller ödendi ve ödenmeye de devam ediyor. Örneğin ben, Kadıköy Maarif Koleji’nde okudum. O okuldan çıktıktan sonra iyi bir yaşamı elde etmek için çok fazla çaba sarf etmenize gerek yoktu. O okuldan Cemil Oka, Murat Bileydi çıktı. Murat Bileydi tam anlamıyla bir faili meçhuldü. Murat’ın bedenini bile bulamadık. Yine 1 Mayıs Mahallesi’nde ölen 9 kişi vardı. Orada sadece o mahalleden insanlar yoktu. Keza hayatını kaybedenler arasında mahalle halkından olmayan insanlar vardı. Yani başka insanlar için uğraşan, didinen ve bu nedenlerle hayatını kaybeden insanlar vardı. Bu ciddi bir emek ve can bedeli verilen bir mücadeledir. Kaybettiğimiz bütün arkadaşlarımızın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor.

“Gebze’nin bir karanlık köşesinde kaybettik güzel Murat’ımızı”

- Murat Bileydi için tam bir faili meçhuldü dediniz. Bize Murat Bileydi’nin kendisini anlatır mısınız?

- 18 Mayıs 1978 günü Murat’la beraber müzik odasına girip herkes dersteyken yaklaşık beş dakika İbrahim Kaypakkaya’yı anlatan bir anons yaptık. Murat kapıyı tutarken ben mikrofonda konuşuyordum. Okul sessizlik içinde beni dinlemişti. Sonra bizi disipline verdiler. “İkimiz de sevdiğimiz biriydi. İşkencede öldürüldü. Herkes bilsin istedik’’ gibi siyasi bir savunu verdik. Murat da benim arkamdan okulu bırakmıştı. İdare çaresizdi. Okulu bırakmıştık ama kayıtlarda öğrenciydik. Sonunda kendilerini hep iyilikleri ile hatırlayacağımız Erdoğan ve Atagün hocaların girişimiyle, “suçunu itiraf etme” gibi hafifletici bir sebep bulunarak bir hafta uzaklaştırma cezası vermekle yetinmişlerdi.

Eylemi birlikte yapıp okuldan beraber uzaklaştırıldığım Murat Bileydi arkadaşımız 1980 yılından beri kayıp. Başka türlüsü mümkün görünmediğinden, öldürüldüğünü düşünüyoruz. Murat da benim gibi kısa bir zaman aralığında kaybolmuştur. Nasıl benim için “Öldürülüp bir çukura atılmıştır’’ rahatlığı sergilenmişse, aynı şekilde Murat içinde o rahatlık sergilenmiştir. Üstelik Murat için daha da fazlası yapılmış ve olay “Burjuva babasının yanına gitmiştir” tarzı sözlerle geçiştirilmeye çalışılmıştı.

Adını koyalım Murat, ailesinin maddi olanaklarına karşılık önce devrimci olmuş sonra ise parti saflarında mücadeleyi tercih etmiştir. Devrimciliği yoksulluktan ve zorunluluktan kaynaklı değil tamamen iradi bir tercihti. Bu tavır alkışlanacağına, burjuva denerek küçümseme yoluna gidilmiştir. Murat kaçırılarak öldürülmüş yine de kendisini partiye kabul ettirememiştir. Çünkü partinin yitirdiklerimiz listesinde ne adı anılmakta ne olaydan bahsedilmektedir. Doğrudur, bir umutla hep ölmediğini umduk biz Maarifliler. Ama üzerinden yıllar geçti. Doluya koyduk olmadı boşa koyduk dolmadı. Ne yazık ki Murat yok… Murat’ın kaçırılıp öldürüldüğüne dair en ufak bir şüphem bile kalmadı. Bunca yıla rağmen Parti belgelerinde de bir militan olarak kaçırıldığı veya öldürüldüğünün kaydı yok.

Murat Gebze örgütünde çalışıyordu. Ben ise o yıllarda tutukluydum. İtiraf etmeliyim ki, ilk duyduğum andan itibaren “acaba” kuşkum ve umudum hep varolageldi. Ama artık eminim. Maarifte yetişmiş ve göğe kanatlanmışların içinde Murat da var. Gebze’nin bir karanlık köşesinde kaybettik güzel Murat’ımızı.

47471

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

Sayfalar