Perşembe Mayıs 23, 2024

18 Mayıs… (Nubar OZANYAN)

Dağ başlarında yanan çoban ateşidir İbrahim Kaypakkaya. Yüreği, özgürlük ve eşitlik için çarpanların bilincinde ve öfkesinde yaşayandır. O daima hafızalarda korkusuz bir komünist, inançlı bir önder, unutulmayan bir direnişçi olarak yaşayacaktır.

18 Mayıs, inandıkları uğruna yaşamlarını adayanların günüdür. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, devrimin keskin inancı Haki Karer, Amed zindanlarının karanlık hücrelerinde ateşi bedenlerinde tutuşturan Dörtler’in günüdür. Dörtler’in 18 Mayıs’ı seçmesi tesadüfi değildir. İlk bakışta fark edilmeyen-görülmeyen tarih benzerliği aslında ateşin korunda direnen, unutulmayan mayanın kendisidir.

Kaypakkaya yoldaş kısacık yaşamında yaşadıkları topraklarda özgürlüğü arayanların bilinci-yüreği-öfkesi olmuştur. Devrimi gerçekleştirmenin aklı, iradesi ve cesareti olmuştur. O, söndürülmeye çalışılsa da yanan devim ateşi olmuştur.

Düşmanın gözünün içine bakarak devrimci düşüncelerini açıkça dile getirendir. Yoldaşlarını, kendisine kapısını açan halkın evlatlarını düşmana vermeyerek sırını acısında saklamayı başarandır. Halk düşmanlarına, cellatlara meydan okuma cüretidir. İşkence altında parça parça edilmesine rağmen serini verip sırını vermemenin yılmaz iradesidir.

Tarihe ve özgürlük sayfalarına “sır vermeyen bir yiğit” olarak geçse de onun asıl büyüklüğü herkesin ayakta alkışladığı Kemalizm karşısındaki devrimci tavrıdır. “Kemalizm faşizmdir” tespitiyle karanlığa ve düşünsel köleliğe meydan okumuştur.

Başında kahve renkli yamalı bir kasket, sırtında eski askeri parka, üst üste giyilmiş üç adet pantolon, ayağında bir çift 45 numara çelik marka lastik ayakkabıyla yola çıkar. Kurtuluşun yolunun silahlı mücadeleden geçtiğine inanır ve yönünü dağlara, sırtını halkına verir.

50 yıllık İttihatçı-Kemalist damardan, ırkçı-faşist-Türkçü ideolojiden radikal biçimde kopuşu sağlayarak devrimci bilinçte ve mücadelede önemli bir sıçrama yaratır.  Övgüye değil doğru anlaşılıp, doğru uygulanmaya ihtiyacı olan İbrahim Kaypakkaya yoldaş en belirgin tanımlamayla kopuşun da kopuşudur. O sadece mevcut feodal-faşist sistemden koparak devrimci bir çıkış yaratmamıştır. Aynı zamanda İttihatçı-Türkçü-Kemalist ideolojiden de kopuşu sağlamıştır.

Türkiye devrimci hareketini büyük bir gerici ağırlıktan ve zifiri karanlıktan kurtarmıştır. Bundandır ki o İttihatçı Türk solcuları ve Kemalist aydınlar tarafından hep saklanmaya, gizlenmeye, yok sayılmaya çalışılmıştır.

İbrahim Kaypakkaya kendi deyimiyle ve Kürt özgürlük sorunu ve Kemalizm hakkındaki bilimsel görüşleriyle 50 yıllık İttihatçı-Kemalist-Türk aydınlarını ve sahte solcularını yerlerinden hoplatıp öfkeyle ayağa kaldırmıştır. Dönemin bilumum Kemalist solcu ve aydınlarıyla çatışmaktan çekinmemiştir.

Dönemin tüm reformist sol kesimini karşısına alarak Kemalizm’in ırkçı-faşist özünü deşifre etmiştir. Ermeni-Pontus-Süryani-Kürt halkının kanlı tasfiyesini gerçekleştiren soykırımcı katliamcıların gerçek yüzünü ortaya sermiştir. Kimsenin cesaret edemediği, konuşmaktan çekindiği Ermeni-Kürt meselesine doğru bakış açısı kazandırarak mazlumların ve ezilenlerin sesi ve adalet kılıcı olmuştur. O, Kürt halkının güvenilir yoldaşı ve sağlam dostu olmuştur.

18 Mayıs sadece Amed İşkencehanelerinde ser verip sır vermemenin, karanlık hücrelerin yakıldığı gün değildir. Soykırımcı İttihatçı paşaların, (Enver-Talat-Cemal) sonrasında gelen M.Kemal paşanın kanlı faşist yüzlerini açığa çıkarmıştır. Bugünün Erdoğan paşasını, AKP-MHP faşist iktidarını doğru ve devrimci tarzda tahlil etmenin ve mücadeleyi kesintisiz yürütmenin yolunu açmıştır.

Bazı kitaplar vardır. Sadece tarihin, geçmiş dönemlerin aydınlatıcısı olmamıştır. Aynı zamanda, zamanın ve günün de sorunlarına da ışık tutmayı başarmıştır. İbrahim Kaypakkaya’nın ömrünün 23 baharında devrimci pratiğin içinden süzüp biriktirdiği devrimci görüşleri günümüze ışık tutmaya devam etmektedir.

İşkencehanede son günlerinde “Bizi geliştirip güçlendirecek olanın silahlı mücadele olduğunu belirtir”, “Daha sıkı daha sağlam daha kararlı bir savaş” talimatını verirken bile devrimci, direngen kalmıştır.

Amed Zindanlarında, zulmün önünde eğilmeyen, zalimin karşısında diz çökmeyen Dörtler’in ve devrimci öncü Haki Karer arkadaşın şahsında 18 Mayıs şehitlerini saygıyla ve minnetle anarken, onların direniş ve sözlerini talimat olarak kabul edelim…

2330

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Sayfalar