Pazartesi Haziran 17, 2024

Trabzon / Maçka'da Partizanlar; Tamer Çilingir

’’(…)
Maçka bir noktadır Türkiye haritasında,
Osmanlı’nın vergi defterlerinde geçer adı,
önemsizdir yağı, bol yumurtası, peyniri,
bir de delice balı vardır ilkçağlardan beri,
saray mutfağında bilinir
Maçka`yı, Maçkalıyı bundan öte tarih ne bilir? (…)’’ der İsmet Zeki Eyüboğlu bir şiirinde.

Oysa tarih Maçka’yı da, Maçkalıyı da iyi bilir; ve dahi İsmet Zeki Eyüboğlu da iyi bilir ama yazmaz, yazamaz.
Resmi tarih bir çok gerçeği gizlediği gibi Maçka’nın Rum kimliğini ve 1919-1924 yılları arasında yaşadıklarından pek bahsetmez.
Aynı Maçka yıllar sonra ( 1980 öncesinde) devrimci muhalefetin önemli bir merkezi olarak ’küçük Moskova’ sıfatıyla anılacaktır.

İki gün önce bir polis noktasına yönelik gerçekleştirilen saldırının ardından basında Maçka ile haberler veriliyor. Ve deniyor ki, Maçkalılar ellerinde silah, polisle birlikte dağ taş terörist arıyor. Ne gariptir ki yüz yıl öncesinin Maçka’sında da benzer görüntülere rastlarız.

Öyleyse yüz yıl öncesi Maçka’ya bir bakalım.
Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış ve Mondros Mütarekesini imzalamıştır.
Mütareke’nin ilk günlerinden itibaren Maçka ve civarındaki köyler, büyük bir baskı altındadır. Hiçbir yerde can ve mal güvenliği yoktur. Etrafta silahlı Türk çeteleri dolaşmaktadır ve köylüler, bunların eline geçme korkusuyla, bir köyden diğerine gitmeye cesaret edemezler. Kır bekçileri her gün Hristiyanlara kötü davranmakta, işkence ederek, istedikleri her şeyi çalmaktadır. Bu arada hükümet mekanizması, karışıklık ve dağınıklık içindedir.
Bu günlere ilişkin Kara Kitap adlı eserde şu iki olaydan söz edilir.

’’30 Ekim 1918’de silahlı bir Türk çetesi Livadia köyüne saldırdı, köyü kelimenin tam anlamıyla talan ettiler ve Zoe A. Vassiliadou adındaki hanımı öldürdüler.

1 Kasım 1918’de diğer bir Türk soyguncu çetesi, Cotylia köyüne saldırarak, köyü yağmaladılar.’’[1]

Dönemin zalim Türk çetecileri, Trabzon ve Gümüşhane’de Rumlara yönelik soygun, tecavüz ve katliamlar yaparken bu çetelere karşı en büyük direniş Kurtoğlu’nun başını çekiği partizanlardan gelir.
1919 yılının Ocak ayının ilk günlerinde (Vazelon Manastırı tarafından idare edilen) ‘’Kremasti’’ rahibe manastırı Türk çeteler tarafından basılıp, kapı ve pencereler dahi sökülüp götürülerek, tahrip edilir. Aynı anda Trabzon’dan Santa’ya gitmekte olan 100 kadar erkek ve kadınlardan oluşan Santalılara saldırırlar. Yedi erkek ve üç kadını öldürürler.
1919 Ocak ayı sonlarında Santalı Gabriel Passalidis adlı bir Santalının cesedi ‘’Kimisli’’ denilen yerde bulunur.
7 Mart 1919’da Ghempoura’nın Ouz köyüne gitmekte olan iki Santalı aile bir çetenin saldırısına uğrar ve hayatlarını kaybederler.
Musa Sapan, Sait Ağa ve Süleyman Kalfa diye bilinen çete liderleri Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkıp Rumlara yönelik soykırımı planını başlattığında özellikle Maçka ve çevresindeki Rumlara yönelik saldırılarını arttırırlar.

MAÇKALI (SANTA) KAPTAN KURTOĞLU

Kurtoğlu Öklid (Ευκλείδης Κουρτίδης / Euclides Kourtidis) 1885 Santa ( O yıllarda Maçka’ya bağlı olan Santa, bugün Gümüşhane sınırları içindedir) doğumludur.
Kurtoğlu, Doğu Pontos’un partizan örgütlenmeleri içinde efsanevi bir isimdir. 1918 yılında dağlara çıkan Kurtoğlu, 1919 yılının sonlarına doğru Santa, Maçka, Sürmene ve Yomra’da dolaşan partizan gruplarının kaptanıdır.
Batum’da bulunan Pontos sürgünleri olan bitenin farkındadırlar ve acil bir örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu düşünürler. Theodosis Himonidis savunma amaçlı bir örgütlenme oluşturmak amacıyla Trabzon’a gönderilir. Trapezunta Enosis adı verilen Trabzon Birliği adlı örgütlenme oluşturulur. Maçka, Yomra ve Santa’dan gelen direnişçi Rumların katıldığı toplantı sonucu Theodosis Himonidis başkan, Giannis Spatharos, Abraam Kalaitzidis (Kalaycıoğlu), Christos Sevastidis ve Öklid Kurtoğlu yöneticiler olarak seçilirler.
Kurtoğlu aynı zamanda Ischantanton bölgesinin silahlı direniş komutanı yani kaptanı ilan edilir. Yardımcıları Georgios Goniadis ve Perikles Koufatsi adlı partizanlardır. Partizanlar köylüleri de kendileri savunmaları için örgütlerler. Artık gece gündüz tüm köylerde nöbet tutulmaya başlanır. Hendekler kazılır, barikatlar oluşturulur. Silah olarak kullanılabilecek her şey bu hendek ve barikatlara taşınır.

MAÇKA PİSKOPOSU’NUN  MEKTUBU

8 Temmuz 1919’da, Cevizlik-Hamsiköy yolunun yakınındaki Kirli-Kilise’de Hüseyin adlı bir Türk öldürülür. Öldürenler Türk soygunculardır fakat Türkler bu suçu Hristiyan köyü Hortocopi’de yaşayanların işlediğini bahane ederek, her türlü şiddet, hırsızlık ve tecavüz eylemine başvurur. Maçka Piskoposu, 9 Temmuz’da bu olaylar hakkında şöyle yazar:

“Cinayetin ertesi günü, gün doğumundan üç saat önce, kır bekçileri Cevizlik’ten Hortocopi’ye gelerek, Vali’nin emriyle, köyün ileri gelenlerinden üç kişiyi istediler. Bunlardan birini aldıktan sonra, ikinci kişi K. Evghenides’in evine doğru giderlerken, birdenbire köyün merkezinde silah sesleri duyuldu. Köylülerin katliama uğrama zamanı gelmişti ve büyük bir dehşet içinde karılarını ve çocuklarını yakındaki ormana götürerek, orada saklandılar. On beş dakika geçmemişti ki, komşu Türk köylerinden ve uzak yerlerden gelen 100 Türk çetecisiHristiyan köyüne girdiler. Evleri talan ederek geride kalmış olanları merhametsizce dövdüler. Bunlardan dokuzu, çeşitli işkencelerden sonra Cevizlik hapishanesine götürülerek üç gün boyunca dövüldüler.

Çeteciler öyle vahşi bir intikmam arzusuyla köye girdiler ki Palassa Papagherides, George Papagherides, Constantine Havianitis, Kyriaki Carayannidou, Aristocles Hacı Petrou, Apostolos Hacıdakis, Sohia Apostolides, Elizabeth Hacı-Panaghi, Anastasios Lamprianides, Anasta Carteridou, Christopher Caraghiozides, Anastasios Michaelides, Apostolos Christophorides, Kyriaki Caffedzoğlu, Anasta Vassiliadou ve Paressa Tsahouridou’nu acımasızca döverek yaraladılar. Birçok kadına ve bakirelere tecavüz edildi. Bunlar arasında Kyriaki Papagheridou, Calliopi Apostolidou ve Kyriaki Carayannidou bulunuyordu. Sözü edilen cinayet, bu çevrede yaşayan Türklere, benim köylerimdeki barışsever, silahsız Hristiyanlara karşı kötü niyetlerini gösterme fırsatı verdi. Benim cemaatlerimin başındakiler, çetelerin hazırlandığını ve bütün Türkler’in köylerimize yeni saldırılar yapmak için, silahlanmakta olduklarını gördüler. Dolayısıyla, Trabzon’daki İngiliz ve Fransız komisyonlarına bu tehlikeler hakkında bilgi verme ihtiyacını duydular ve can, mal ve onurlarının korunması için gereken önlemlerin alınmasını istediler.”[2]

Cevizlik’teki ceza mahkemesi, yukarıda belirtilen cinayetin failleri olarak (Sachnoeli) Kyriakos Amanatides, (Daniachalı) John Calaidjoghlou ve (Hamourili) Panayotis Marmanides’i mahkum eder. Ancak 27 Ağustos 1919’da, Trabzon’daki üst hukuk mahkemesi bu üç kişiyi suçsuz bulur ve serbest bırakır. Bu üç kişiden Panayotis Mannanides, evine gittiğinde öldürülen Hüseyin’in yeğeni Hasan kendisini görmeye gelir. Hasan’ın yanında diğer başka bir Türk vardır. Misafir edildikten sonra evden ayrılırken, evin içerisindeki insanlara ateş ederek Panayotis ve babası Evstathios’u öldürürler. Aynı ayın 12’sinde Skelia ilçesinde Piskopos’un temsilcisi, yarım saat uzaklıktaki tarlasında öldürülür.

23 Kasım 1919’da, Romanes köyünde bir grup soyguncu John Tagtevernides’in evine girerek kendisini öldürür. Tagtevernides, Galliana (Galyan) ilçesinde Piskopos’un temsilcisidir. Mustafa Yetimoğlu liderliğindeki bu çete, düzenli olarak, şiddet eylemlerini sürdürür ve bu bölgenin köylülerini haraca bağlar. 1920 Ocak ayında, Koutsilanta köyünden Apostolos Emmanuelides’e işkence yapıp, kendisinden istedikleri 100 lirayı vermesi için, ellerini ve ayaklarını yakarlar.

SÜRMENELİ RUMLARDAN YURTLARINDAN AYRILMA TALEBİ

Bütün bu olanlar Rumlar içerisinde büyük bir korku oluşturur ve bir çoğu yaşamından endişe ederek binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan ayrılma talebinde dahi bulunurlar.
3 Mart 1920 tarihli bir raporda, Hamsiköy’de kalan Bahri ve Ali adlı askeri görevliler, köylülere hakaret etmek, dövmek, yaralamak ve mallarını yağmalamakla suçlanır. Bu durum, asker ve Türk çetecilerin bu yönde işbirliği yapmaları sonucunda, özellikle Sürmene bölgesinde daha belirgindir. Bu bölgedeki birçok cemaatin ileri gelenleri tarafından imzalanmış bulunan 23 Mayıs 1920 tarihli bir rapor, durumu şöyle belirtiyor:

“Bu bizim için var olma sorunudur. Yaklaşmakta olan tamamen imha edilmekle karşılaşma tehlikesi, bizi, umutsuzluk çanlarını zorlanmaktadır. Yeniden işgalden bu yana, ne onurumuz bırakıldı, ne de mülkümüz. Binlerce vahşet, tehdit, karalama ve haince hileler bize uygulandı. Durum daha da kötüye gidiyor. İşlerin düzeleceğine ilişkin hiçbir umudumuz yoktur ve güvenliğimizin sağlanması veya iktidarda olanların bizi insan değil, hayvan gibi gördükleri bu bölgelerden serbestçe ayrılmayı talep etmek için, umutsuz çığlığımızı yükseltiyoruz. Barışsever insanlar olan bizler, haraç verme, hırsızlık, keyfi el koymalar, hasarlar ve yangınlara kısa her çeşit talana maruz kaldık.

En azından hayvanlar gibi yaşamımıza izin verileceğini ümit ederek, kendimizi cömert gösterdik. Ümitlerimiz hayal kırıklığıyla karşılaştı. Hükümetin, onları derhal dağıtmaktaki ihmali sebebiyle örgütlenebilen asker kaçakları ve soyguncu çeteleri, gece gündüz demeden çalıp çırpmaktadırlar. Ve gerçek suçlular yerine, tarlasındaki çiftçiyi, dükkanında çalışan işçiyi tutuklayarak, safsatalarla bizleri, bu olayların failleri olmakla suçlamaktadırlar. Yakın zamanda Kuşhane’de bir çete, at arabalarına saldırdı. Arabaların sürücüleriyle birlikte seyahat etmekte olan Tsirabantalı bir adam ve dükkanında olduğu birçok şahit tarafından belirtilen Zaveralı başka birisi ve Hortocopili iki kişi suçlu diye tutuklandılar. Araba sürücülerinden bu kişilere karşı ifade almayı başardılar ve Counakaou’dan Apostolos Karypides’i, casus olduğu gerekçesiyle, tarlasına giderken öldürdüler.”[3]

VİCDAN SIZLATAN KARAR

Maçka 1920 yılından itibaren hemen her köyünde askerin ve eli silahlı Türk çetecilerin Rumlara yönelik saldırıları altındadır. Dağlara çıkan partizanlar köylülerin can güvenliği için savaşırlar.
1921 yılının Eylül ayında Santa’yı kuşatan askerler ve Süleyman Kalfa çetesine karşı partizanlar, köylüleri korumak için 300 kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan insanları  köylerden çıkarmaya çalışırlar. Ancak, yol üzerinde bulunan Mercan Taşı civarında askerler yolu keser. Çocuk ağlamalarıyla fark edilen köylülere yönelik kesintisiz mermi yağmuru başlatılır. Bir ara karşılıklı ateş durur gibi olur. Tam o sırada partizanlar, farklı bir güzergâh belirleyerek oradan kaçmaya karar veririler. Ancak birkaç bebeğin zamansız ağlaması, buna engel olur. Ya bütün köylü ölecek ya da birkaç bebek.
Kararı duyan anneler, yüreklerinde kopan dehşet bir fırtınayla, sesiz sedasız çığlıklar arasında saçlarını başlarını yolmaya başlarlar. Sonunda korkunç karara boyun eğmek zorunda kalıp, çocuklar boğularak öldürülür ve yola çıkılır.
Nihayet hedefledikleri sığ ormana kaçabilen Santalılar, ertesi gün köylerine doğru baktıklarında, kapkara dumanların evlerinin üzerini kapladığını görürler.
Burada bir mağaraya yerleşir ve askerlerin mağarayı kuşatmasıyla direnişe başlarlar.
Günler süren direniş sonunda askerler ve Süleyman Kalfa çetesi büyük kayıplar vererek geri çekilir.

PARTİZANLAR AFFI VE MÜBADELEYİ KABUL ETMİYOR

 Ankara  hükümeti 1920 yılında Maçka, Santa ve Yomra’daki Partizanlar için bir af çıkarır ve onlarla uzlaşmaya çalışır. Partizanlar bunu kabul etmez ve 1924 yılına kadar direnmeye devam ederler. Mübadele ile birlikte Pontos’ta kendine Rum diyen herkes Yunanistan’a gider ancak onlar bir süre bu duruma da direnirler.
Bu arada Kurtoğlu’nun grubundan ayrı savaşan bir başka partizan grubu daha vardır. Başında Kostas Çilingiroğlu’nun (“Ateşoğlu” lakabıyla ünlü) bulunduğu grup, özellikle Maçka civarında direniş örgütler. Bu grup 1922 yılının sonunda altmış üç üyesiyle yakalanarak Bayburt’ta idam edilir.
Kurtoğlu’nun başını çektiği partizan grubu ise Santalı köylülerle birlikte Mübadele anlaşmasını 1924 yılında kabul edip, teslim olmamak koşuluyla Yunanistan’a gidebileceklerini şart koşup, silahlarıyla birlikte gemilere biner ve Yunanistan’a giderler.
Yunanistan’da da hükümetin kendilerine uygun gördüğü verimli, alçak köyleri beğenmeyip, tıpkı memleketlerindeki gibi, Kuzey Yunanistan’ın dağlık köylerine yerleşirler.

MAÇKA VE MAÇKALILAR YÜZ YIL ÖNCESİYLE YÜZLEŞMELİDİR

Evet bugün devlet adına elinde silah dağlarda, ormanlarda ‘terörist’ avına çıkan Maçkalıların öncelikle kendi tarihlerini öğrenmesi gerekiyor. Geçmişiyle yüzleşemeyenler, yozlaşırlar. Tarihte yaşanmış kavgaların, haksızlıkların sebepleri anlaşılmadan bugünü anlayamayız.
Her dönem zalimlerden yana olanlar çıkabileceği gibi -ki zalimden yana olmak kolaydır ama insanlığı bir kenara bırakmaktır- zalimlere karşı da olunacaktır.

[1] Alexander Papadopoulus, Resmi Belgelerle Avrupa Savaşından Önce Türkiye’li Rumlar Üzerindeki Zulüm / Pontos Trajedisi 1914-1922 KARA KİTAP, Pencere Yayınları, 2013, Sayfa: 249

[2] Alexander Papadopoulus, Resmi Belgelerle Avrupa Savaşından Önce Türkiye’li Rumlar Üzerindeki Zulüm / Pontos Trajedisi 1914-1922 KARA KİTAP, Pencere Yayınları, 2013, Sayfa: 251-252

[3] Alexander Papadopoulus, Resmi Belgelerle Avrupa Savaşından Önce Türkiye’li Rumlar Üzerindeki Zulüm / Pontos Trajedisi 1914-1922 KARA KİTAP, Pencere Yayınları, 2013, Sayfa: 252-253

45930

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Sayfalar