Pazar Haziran 16, 2024

Dünya Suriye’deki Devrimci Kürtleri Neden Görmezden Geliyor-David Graeber

Suriye Savaş Alanında demokratik bir deneyim IŞİD tarafından yok ediliyor. Dünya kamuoyunun bundan bihaber hâliyse tam anlamıyla skandal.

Babam, İspanya Cumhuriyeti’ni savunmak için 1937’de Enternasyonel Tugay gönüllüsü oldu. Olası bir faşist darbe anarşistlerin ve sosyalistlerin öncülük ettiği işçi isyanı sayesinde geçici olarak durduruldu. Bunun sonucunda İspanya’nın önemli bir kısmında şehirlerin doğrudan demokratik yönetim altına girdiği, işletmelerin ve üretimin işçilerin kontrolüne geçtiği ve kadınların radikal bir şekilde özgürleşmesini mümkün kılacak hakiki bir toplumsal devrim meydana geldi.

İspanyol devrimciler bütün dünyanın peşinden gitmek isteyeceği bir özgür toplum hayali yaratmayı umut ettiler. Bunun karşısında, dünyadaki büyük güçler ise “müdahalesizlik” politikası ilan ettiler ve cumhuriyet üzerinde katı bir abluka uyguladılar. Mussolini ve Hitler’den sonra dahi, görünürdeki imzacılar faşist tarafı güçlendirmek için silahlar ve askerler yolladılar. Sonuç, devrimin yok edildiği ve yüzyılın en kanlı katliamlarından bazılarının yaşandığı, yıllarca sürecek olan bir iç savaş oldu.

Hiçbir zaman aynı şeyin tekrar yaşanacağını göreceğimi düşünmemiştim. Hiçbir tarihsel olayın bir daha tam olarak tekrarlanmadığını biliyoruz. 1936’da İspanya’da olanlarla şu an Rojava’da –Kuzey Suriye’nin üç büyük Kürt kenti- olanlar arasında binlerce fark var. Ancak bazı benzerlikler o kadar çarpıcı ve sinir bozucu ki, ailesinin siyasetle ilişkisi birçok şekilde İspanya devrimi tarafından tanımlanmış birisi olarak şunu söylemek zorunda hissediyorum: Bu defa da aynı şekilde sona ermesine izin veremeyiz.

Rojava Özerk Bölgesi, bugünkü hâliyle, Suriye Devrimi trajedisinden sonra ortaya çıkan birkaç tane parlak bölgeden bir tanesi –hatta en parlaklarından. Esad rejiminin temsilcilerini 2011’de uzaklaştırdıktan sonra ve neredeyse bütün komşularının düşmanlığına rağmen, Rojava sadece bağımsızlığını koruyan bir bölge olmadı, aynı zamanda tarihe geçecek bir demokratik deneyimi de hayata geçirdi. Halk meclisleri oluşturuldu ve bunlar karar alıcı organlar hâline getirildi; etnik dağılıma özen gösterilen konseyler seçildi (her belediyede en üst düzey üç görevin bir Kürt, bir Arap ve bir Süryani ya da Hıristiyan Ermeniye verildiği ve bu üç görevliden en az birisinin kadın olduğu), kadın ve gençlik konseyleri kuruldu. Ve İspanya’nın silahlı kadın güçleri olan Mujeres Libres(Özgür Kadınları) hatırlatan kayda değer tarihi bir yankıyla, “YJA Star” milislerinden oluşan (“Özgür Kadınlar Birliği”, buradaki “Star” kadim Mezopotamya tanrıçası İştar’a gönderme yapmaktadır) ve İslam Devleti güçlerine karşı yürütülen savaşın önemli bir kısmını üstlenen feminist bir ordu kuruldu.

Nasıl olur da böylesi bir deneyim uluslararası kamuoyunun neredeyse tamamı ve uluslararası solun büyük bir kısmı tarafından ısrarla yok sayılabilir, görmezden gelinebilir? Bunun en önemli sebebi, öyle gözüküyor ki, Rojava’nın devrimci partisi PYD’nin Türkiye’deki Kürdistan İşçi Partisi’yle (PKK) işbirliği içinde olmasıdır. PKK, Türk Devleti’yle kökleri 1970’lere dayanan uzun bir savaş geçmişi olan Marxist bir gerilla hareketidir. NATO, ABD ve AB PKK’yi resmi olarak “terörist” bir örgütlenme olarak sınıflamaktadır. Solcularsa Stalinist olduklarını söylemektedir.

Ancak işin aslı şu ki, PKK artık eskiden olduğu gibi o tepeden aşağı örgütlenen Leninist bir parti değil. Örgüt kendi iç değişiminin ve 1999’dan bu yana Türkiye’de bir ada-cezaevinde tutulan kurucusu Abdullah Öcalan’ın entelektüel müdahaleleri sonucunda amaçlarını ve taktiklerini bütünüyle değiştirmiştir.

PKK, mücadelesinin amacının Kürt devleti olmadığını açıklamıştır. Bunun yerine, kısmen sosyal ekolojist ve anarşist Murray Bookchin’in vizyonundan da etkilenerek, Kürtlere “özgürlükçü belediyecilik”/“demokratik özerklik” temelinde doğrudan demokrasi ilkelerine yaslanan, özgür ve kendini yöneten toplulukların kurulması yönünde çağrılar yapmıştır. Özgür ve kendini yöneten bu demokratik toplulukların bir süre sonra ulusal sınırları aşarak bir araya geleceği gelmesi ve bu sınırları anlamsızlaştıracağı umut edilmektedir. PKK, Kürt mücadelesinin ancak bu sayede hakiki demokrasi, katılımcı ekonomi ve bürokratik ulus-devletin aşamalı çözülmesini hedefleyen bir uluslararası hareketin modeli hâline gelebileceğini savunuyor.

2005’ten bu yana, Chiapas’taki Zapatista isyancılarının stratejisini de göz önünde bulunduran PKK, Türk Devleti’yle tek taraflı ateşkes ilan etti ve hâli hazırda kontrol ettiği bölgelerde demokratik yapılar geliştirmeye başladı. Bazıları bu konudaki ciddiyetlerini sorguladı. Örgüt içindeki bazı otoriter unsurlar varlıklarını açıkça sürdürdü. Ancak Suriye Devrimi’nin Kürt radikallere bu tarz toplumsal deneyleri daha geniş bir komşu bölgede gerçekleştirme şansı verdiği Rojava deneyimi, bu yaşananların bir vitrin süsleme durumu olmadığını çok açık bir şekilde gösterdi.

Konseyler, halk meclisleri ve milisleri oluşturuldu, rejimin mülkleri işçiler tarafından işlenen ve yönetilen kooperatiflere dönüştürüldü –ve bütün bunlar aşırı sağcı IŞİD güçlerinin sürekli saldırılarına rağmen gerçekleştirildi. Sonuçlar toplumsal devrimin bütün şartlarını yerine getiriyor. En azından Orta Doğu’da herkes bu çabaların farkında, özellikle de PKK ve Rojava güçlerinin yereldeki Peşmerge güçlerinin terk ettiği Şengal Dağı’nda mahsur kalan binlerce Êzidi mülteciyi kurtarmak için Irak’taki IŞİD bölgesine müdahale etmesi ve bu bölgede başarılı bir şekilde savaşmasından sonra. Bu çabalar bölgede çok ciddi bir başarı sayılırken, Avrupa ve Kuzey Amerika basınından neredeyse hiç yer bulmadı.

Şimdi IŞİD, Irak ordusundan aldığı Amerikan yapımı tankların ve ağır silahların yardımıyla Kobanê’deki devrimci milislerden intikam almak amacıyla geri döndü. Niyetlerinin bütün sivil halkı katletmek ve köleleştirmek –evet kelimenin tam anlamıyla köleleştirmek- olduğunu açıkladılar. Bu sırada, sınırda bekleyen Türk ordusu cephane ve mühimmatın direnişçilere geçmesini engelliyor. Dünyanın en önemli ve büyük demokratik deneyimlerinden birisini savunanları baskı altında tutanlarla savaşta olduğunu söyleyen Amerika’nın uçaklarıysa görünüşe bakılırsa sadece ilerde bir şeyler yaptıklarını söyleyebilmek için havada vızıldıyor, ara sıra sembolik, sinir bozucu ve önemsiz bombardımanlar yapıyor.

Eğer bugün Franko’nun yüzeysel dindarlığına, katliamcı Falanjistlere benzer birileri varsa o IŞİD değil de kim olacak? Eğer bugün İspanya’nın özgür kadınlarına benzer birileri varsa Kobanê’deki barikatları savunan cesur kadınlar değil de kim olacak? Dünya kamuoyu – ve bu sefer en vahimi de uluslararası sol- gerçekten de tarihin kendini tekrarına izin vererek bu suçun ortağı mı olacak?

Kaynak: The Guardian, 8 Ekim 2014

çeviri: Onur Günay

 


82280

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar