Pazar Haziran 16, 2024

"Devletin Kürtajı" : Roboski

“Aslında tek bir ırk vardır insanlık.”[1]

Unutmuş olamazsınız, “her kürtaj bir Uludere’dir,” buyuruvermişti zatın teki, suçüstü yakalanmış olmanın telaşı ve ağız kalabalığıyla. “Olay”ı unutturmaya, bu konuda konuşanları susturmaya çabalıyor; “Ne yani, karım ayağınıza kadar geldi, ortada bir hata olduğunu söyledik, kan parası da verdik, daha ne istiyorsunuz?” diye dikleniyordu. Baktı ki susmuyorlar, gargaraya getirmek için patlatıvermişti: “Her kürtaj bir Uludere’dir!” Saçlarımızın diplerinden tırnaklarımıza kadar sızlamıştı içimiz…

Kürtaj, malûm, istenmeyen çocuklara yönelik bir operasyon... Bir kadın, yapıştırdı bu durumda sorulabilecek tek doğru soruyu: “E o zaman devlet Roboskî’de istemediği çocuklarını mı öldürdü?”

Acı acı da olsa, hâlâ gülümseyebilmek, güzel… İnsana insan olduğunu anımsatıyor. Bunca vurdumduymaz hoyratlığın, bunca pişkinliğin, bunca yavuz hırsızlığın orta yerinde, buna ihtiyacımız var. İnsan olduğumuzu hatırlamaya… İnsanîleşmeye!

Müge Tuzcuoğlu’nun derlediği “İstenmeyen Çocuklar/ Zarokên Nexwestî” başlıklı kitap,[2] adını bu anekdottan alıyor. Ve iki şeyi hedefliyor: Anımsatmayı ve gülümsetmeyi: “Dilerim,” diyor kitap için yazdığı Giriş’te Müge, “her bir okuyucunun da okurken gözyaşları duramasa da, yüzü gülümser! Değerli okur, Herşeye rağmen gülümse!”… 

Kitapta farklı kesimlerden farklı kişilerin yazıları yer alıyor: akademisyen, yayıncı, gazeteci, insan hakları aktivisti, sağlıkçı, yazar, vicdani retçi, eski tutsak, Roboskîli… Bazıları Kürt, bazıları değil… Hayır, herkesin konuyu kendi alanına göre “irdelediği” bir uzmanlık çalışması değil, “İstenmeyen Çocuklar”. İnsanlar yüreklerinden geçeni paylaşmışlar. Bir sayfa Türkçe, bir sayfa Kürtçe… 

Daha çok da, çoğumuzun yüreklerine karabasan gibi çöken, üzerinden binbirin üzerinde gün ve gece geçmesine karşın hâlâ “keşke doğru olmasa!”yı dilediğimiz biz “dışarıdakiler”in “Roboskî’yi nasıl anımsadığımızı anlatıyor kitap bizlere. Ortak duygusu, hâlâ (boşlukta yankılanan) bir çığlık; yo, hayır, böğründen apansız bıçak yemeninin şaşkınlığındaki bir böğürtü -oysa ne var bu kadar şaşıracak? Bu devlet “istemediği çocukları”na hep aynı muameleyi reva görmüyor mu? Haftalarca aç, susuz Der Zor’a sürgün ederken “tesadüfen” zindanlardan salıverdiği katilleri Ermenilerin üzerine salıvermek… Dersim’de yaşlı-çocuk-kadın demeden insanları mağaralara sıkıştırıp zehirli gazla boğmak… Alevileri Maraş’ta, Çorum’da boğazlamak, Sivas’ta “Allahuekber!” nidalarıyla diri diri yakmak… İsyancı çocukların canını kurşunla, gaz kapsülüyle, sopayla, tekmeyle almak… Ve bunları yapanların sırtlarını sıvazlamak…

“Biz dışarıdakiler” mi dedim? Aslında ne kadar azız, Roboskî’de -bedenleri olmasa da- yüreği parçalananlar…

Roboskî’ye ulaşmaya çalışan Kadir Bal, Mersin’den çıktığı yolun duraklarından aktarıyor: “Roo? Rob? Ne?... Ha Roboskî! Orası nerede? Uludere haa! Uludere nerde ya? Şırnak? Haa şu 34 kaçakçı… Şimdi oldu. Oranın adı ne zaman Kürtçe olmuş? Yakında AKP ülkeyi Kürtlere satacak zaten. Neydi o Rob… Neydi? Roboskî… Kaçakçılardı ha! Eee, napacan oraya gidip?” (Mersin)

“Biz el Nusra’danız. Tevhidi Müslümanlarız! Tipin mücahitlere benziyor! Roboskî’ye gitme, biz seni Rojava’ya gönderelim? (…) Haaa, sen Roboskî diyorsun? Şu Uludere di mi? E tamam. Suriye’de de çocuklar ölüyor, onunla da ilgilen biraz!” (Urfa)

“Cizre’ye gidisen? Öğretmensin? Tipin öyledir valla! Önemli olan insanlıktır yaw. … Roboskî? Ne yapacaksın orada? Boşver Cizre’de gez kendine, Roboskî uzaktır. Boş koy!” (Cizre’de otobüs muavini)

“Elini kolunu sallayarak dolaşamazsın Beytüşşebab’ta… Bak, dikkat çekiyorsun, hem ihbar geldi emniyete. Ne verdin o çocuklara? Elalemin çocuklarına oyuncak almak sana mı kaldı? Burası terör alanı… Veli Encü ile geldin demek. Kimdir bu Veli? Ne iş yapar? Katledilen çocuklar ne demek? Kavramları doğru kullan sen önce. Çocuk değil onlar KAÇAKÇI! … Afyon’da askerler öldü; onların da ailelerine gittin mi? O kadar şehidimiz var, onlara da gidiyor musun?...” (Beytüşşebab, tahmin edin kim…)

“Ya iyi ki bir Roboskî oldu. Kardeşim ülkenin başka meselesi mi kalmadı?” (Sosyal medyadan) (ss.211-212)

Bir de Hüda Kaya’ya kulak verelim…

“İç Anadolu’dan bir şehir… Bir avuç dindar insan, Roboskî’ye destek için bir kermes düzenliyorlar. Her zaman dolup taşan kermeslere uğrayan, tek tük gelenler vardır. Bir de ne olduğuna anlamadan girenler. Alışverişlerini yaparlar, ellerini doldururlar. Bir ara, kimin yararına bu kermes?” derler. ‘Roboskî’ cevabını alınca ellerindekini geri bırakıp ‘teröristlere yardım etmek istemediklerini’ söyleyip giderler.

Erzurum’da bir kadın, elinde tesbihi ile seccadesini sererken Roboskî’yi anlatan bir kanalın sesini kısar ve ‘Huzur bozuculara fırsat, devletimize zeval vermesin Allah’ diyerek namaza durabilir…” (s.158)

Evet, bilmek, hatırlamak, seçmeli bir eylem. İnsanlar belleklerini sürekli olarak yeniden biçimlendirirler; çoğunlukla kendilerini rahatsız etmeyecek dizaynı verebilmek için. Hatırladıklarımız ve hatırlamamayı seçtiklerimiz sayesindedir ki, mamur, müreffeh, uyumlu, müsterih, keyfi yerinde yurttaşlar olarak sürdürebiliriz yaşamlarımızı. Ya da vicdanlarımızı kanatan, akıllarımızı acıtan, yüreklerimizi isyana sürükleyen anıları seçeriz… Seçeriz ve bir yandan acılar içinde yaşarken, bir yandan da devletin “istenmeyen çocukları” arasına katılırız: mimleniriz, GBT’yi bozdururuz, gaza boğuluruz, sokaklarda dayak yeriz, ne bileyim, belki de öldürülürüz…

Ama bunu yapanlar çoğaldığında, bu vicdan bir avuç duyarlı insanın ayrıcalığı olmaktan çıkıp kamusallaştığında, devleti yönetenler adımlarını daha dikkatli atmak zorunda kalırlar. Bundan böyle memleket çiftlikleri, kendileri de o çiftliğin sahibiymiş gibi davranamazlar. Örneğin Roboskî’de kaçağa gitmiş gencecik insanların üzerine bombalar yağdıran askerlere o emri verirken ya da komutanlarını “kutlarken” duraksarlar! “Dersim’de şeyhler, ağalar feodal bir isyan çıkarmıştı, devlet onu bastırdı, iyi de etti;” diye destursuz çene yarıştırmazlar… Ya da “Ne demek soykırım; esas Ermeniler Türklere soykırım uyguladı” diye kostaklanmazlar, Hrant’ı anma günlerinde trafik polislerinin başına beyaz bere geçirttirmezler!

Onlar bunu yapamayınca ise, bu memlekette “öteki” olanların acılarının sürekli deşilip durulması ve çektiklerinden dolayı yargılanıp “suçlu” bulunmalarına (“devlet insanı öldürür, ardından da kurşun parasını ister,” diyor bir kolunu cezaevi duvarını yıkan kepçeye kaptıran ve ödenen tazminatı iade etmesi istenen Veli Saçılık…) bir son verilmiş olur. Türk, Müslüman, Sünni ve sağcı olmayanlar “ne zaman nereden bir saldırıya, linç girişimine, polis müdahalesine uğrayacağım?” tedirginliğinde yaşamazlar artık… İnsanlar içlerinde biriken ağuyla “hiçbir şey olmamış” gibi davranmayı sürdürmezler…

Bu kadar değil… o zaman vurdumduymaz, nobran, empati yoksunu, her an saldırıya hazır çoğunluk… Tuzukurular… Eli palalı esnaf; muhbir vatandaş, “çalıyorlar ama iş yapıyorlar” şükürcülüğündeki mütedeyyin, her gün sosyal medyada Kürtlere, Ermenilere günışığı görmedik küfürler savurmayı vatanseverlik bellemiş boz “trol”… Başını kuma gömerken ya da muktedirlere şakşakçılık yaparken önüne atılan etin, aslında kendi bedeninden kesildiğini anlamaya belki başlar… Belki… belki de hayatında ilk kez, sorular sormaya, daha da tehlikelisi, yanıtlar aramaya koyulur…

Kitaptaki yazılar, acıtıcı bir anımsama biçimi öneriyorlar insanlara - boş vermeyen, başını kuma gömmeyen, “onlar zaten kaçakçıydı” demeyen, “Roboskî’yi boşver, sen akıtılan Müslüman kanına (ya da şehitlere) bak” talkınını vermeyen… Yüzleşmekten kaçınmayan…

Bu toplumun sağlığına kavuşması, insanîleşmesi, böylesi bir anımsama biçimini seçenlerin yaygınlaşmasına, çoğalmasına bağlı… Bu konudaki her çaba, her katkı, son derece değerli. Bu nedenle kutlamak gerek, Müge Tuzcuoğlu’nu ve İstenmeyen Çocuklar/Zarokên Nexwestî’nin tüm yazarlarını…

25 Ocak 2015 12:50:16, Ankara.

N O T L A R

[*] Tîroj, Yıl:13, No:73, Mart-Nisan 2015 

[1] Jean Jaures.

[2] İstenmeyen Çocuklar: Roboskî Katliamını Hatırlamak ve Hatırlatmak / Zarokên Nexwestî: Xebata Bibîranîn û Bibîrxistina Komkujiya Roboskî. Derleyen: Müge Tuzcuoğlu. İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.  

 

76640

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Yine ve yeniden geldik; BURADAYIZ![1]

“Durgunsa ya da suskunsa insan,

mutlak bir nedeni vardır.

Suskunluğa aldanma,

herşeyin bir zamanı var!”[2]

 

Zorbalığın zulmüyle insan(lar)ın yıldırılmaya, sömürülmeye çalışıldığı her yerde teslim alınamayanlar, diz çökmeyenler, başkaldıranlar hep vardı, var oldu, var olacaktır…

Ayakta alkışlanmayı hak eden Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) gerçeği bunu kanıtladı…

SÖYLEŞİ: Okuryazarlik üzerine[1]

“Bir yazarı okumak, yalnızca

neler söylediğini öğrenmek değildir;

onunla birlikte yollara düşmek,

onun eşliğinde yolculuğa çıkmaktır.”[2]

 

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-2



Yel Degirmenlerine Karsi Savasa Katil; Akima kapilma:Atomu Parcalayacagiz-2

DHF Cevresindeki arkadaslarin 'Cok Partili Sosyalizm' tartismalarina bir katki olarak yayinladigimiz makaleminizin ikinci kismini yayinliyoruz 

Bir kez daha, “Terör” mü?[1]

“Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”[2]

Onlar düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ![1]

“Ji bo bi çav li hev

nihêrtina bi mirovekî re,

divê ku ew meriv be.”[2]

 

Çoğunu tanıyorum; kucaklaştık; aynı ekmeği paylaşıp birlikte umutlandık…

İnebolu (Kastamonu) M Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Murat Kur, Hıdır Yıldız ve Deniz Kırbağ’ı…

Sincan (Ankara) F Tipi Kadın Hapishanesi’nden Evrim Konak’ı…

Elbistan (Maraş) E Tipi Hapishanesi’nden Tuğçe Özgül’ü…

Malatya E Tipi Hapishanesi’nden Ali Mükan’ı…

Kürkçüler (Adana) F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Emrah Kalkan, İsa Uğur Erdoğan ve Özer İnal’ı…

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-1


DHF ve MKP cevresinden arkadaslar "cok partili sosyalizmi' tartisiyorlarmis...

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)

“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]

“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.

Sayfalar