3. Havalimanı İşçilerinin Direnişinin Öğrettikleri

3. Havalimanı inşaatı projesi, Türk tekelci burjuvazisinin sermaye birikimini ve kar oranını artırma projesi olarak yürürlüğe sokuldu.
Bunun anlamı; işçilerin en ağır koşullarda, her türlü sosyal ve demokratik haklardan yoksun olarak çalıştırılması demektir. Türk burjuvazisinin siyasal temsilcisi faşist AKP hükümeti, uzun yıllardır Türkiye’yi ucuz bir iş gücü cenneti olarak yönetmektedir.
Grevlerin yasaklanması ya da bütünüyle hükümet iznine bağlanması, işçilerin sendikalşamasının önüne bir çok engeller çıkarılması, demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi, sermayenin çıkarları için, işçi sınıfı aleyhine öne çıkan yaptırımlardır.
Dünyada haftalık en uzun çalışma süresinin olduğu bir kaç ülke içinde yer alan Türkiye, işçilere, adeta kölelik sistemini dayatmış durumdadır.
Türk egemen sınıfları, “tek vatan, tek millet, tek din” adı altında başlatıkları saldırıların başında işçiler gelmektedir. İşçi sınıfının ideolojik olarak teslim alınması, diğer demokratik kesimlerinde direnişlerinin kırılması anlamına geliyor. Bu nedenle de burjuvazi, artı-değer yaratıcısı işçileri; susturmayı, örgütsüzleştirmeyi, değersizleştirmeyi ve baskı altında tutmaya özel bir önem vermişlerdir.
“Grevleri sizler için yasaklıyoruz” diyen sermaye sözcüsü Cumhurbaşkanı Erdoğan, işçi düşmanı ve sermaye dostu sınıf karakterini her zaman açık açık ortaya koymuştur.
En ağır çalışma koşullarının olduğu bir iş alanı olarak 3. Havalimanı inşaatında bugüne kadar 400’ün üzerinde işçinin “iş kazası”nda öldüğü basına sızmıştı. Bu gerçeği hükümetin yalanmasına karşın, 3. Havalimanı işçilerinin Eylül ortalarında başlattıkları direnişle ortaya çıkan gerçekler, bu kadar “ölüm” olayını doğrular nitelikteydi. Ayrıca her gün onlarca iş kazasının olduğu ve bunların çoğunun yaralanmayla sonuçlandığı da işçilerin verdiği bilgiler arasında yer almaktadır.
En kötü koşullarda çalıştırılan Havalimanı inşaatı işçileri, artık daha fazla dayanamadıkları için, direnişe geçemk zorunda kalmışlardır. Ya kendilerine dayatılan kapitalizmin kölelik koşullarına evet diyeceklerdi ya da kendi deyimleri ile “insan onuruna yakışır çalşıma koşulları” içinde yaşamlarını sürdüreceklerdi .
Oysa işçilerin istemleri çok basitti. Ancak sermaye, kar oranını artırmak için daha fazla sömürü ve daha ağır iş koşullarını durmadan dayatıyordu. İşçiler, buna dur dedi ve direnişe geçtiler.
Havalimanı işçilerinin direnişi, işçi sınıfının kapitalizmin her koşuluna boyun eğmeyeceğinin bir göstergesi olarak öne çıkan bir eylemdir.
3. Havalimanı inşaatında 40 binin üzerinde işçi çalışmaktadır. Bu oldukça yüksek bir rakamdır. Ve bu işçilerin ezici çoğunluğu sendikasızdır. Burjuvazi, işçilerin en temel demokratik hakkı olan sendikal örgütlenmeyi engellemek için, işçilere karşı her türlü baskı aracını kullanmaktadır.
Demokratik-ekonomik bir örgütlenme olan sendikal örgütlülükten yoksun işçilerin sınıf bilinçli örgütlenmeleri ve bilinçlenmeleri oldukça zordur. Sendikal örgütlenme sınıf bilinçli örgütlenmenin ön basamağıdır. Burjuvazi işte bunu engelliyor.
Ülkenin diğer alanlarında grev yapan işçilerle dayanışma oldukça yetersiz olduğu gibi, 3. Havalimanı işçileriyle dayanışma da oldukça sınırlı ve yetersiz kaldı. Burjuvazi sınıf olarak işçilerin karşısında birleşirken, işçiler, sınıf olarak dayanışma ve birleşmeyi başaramamaktadır. Bunun çok yönlü etmenleri olmasına karşın, işçi sınıfı bunu gerçekleştiremediği sürece ağır ücretli kölelik koşularından kurtulamaz. Ya da en doğal demokratik-ekonomik haklarını kazanamazlar.
3. Havalimanı işçilerinin direnişinin hemen arkasından polis ve jandarma baskını, ve 500 aşkın işçinin gözaltına alınması, burjuvazinin işçi direnişlerine nasıl yaklaştığının yalın bir göstergesidir. Bu aslında bir sınıf mücadelesidir. Burjuvazinin her koşulda işçilere saldırdığı ve saldıracağı açık. İşçilerinde örgütlenerek buna karşı mücadele etmesi bir sınıf bilinci sorunudur. İşçiler, karşılarında bir sınıf olduğunun ve kendilerinin de bir sınıf olduğunun bilincine varmalıdır.
Havalimanında direnişe geçen işçiler, tüm baskı ve yıldırmalara karşın, direnişleri onlara çok şey öğretti. En azından kendi güçlerini gördüler. Direnerek bir çok hakların eldeedilebileceğini öğrendiler. Ve örgütlü bir şekilde direnmenin, karşıt güçleri kendi direnişlerinden ne kadar korkutuğunu öğrendiler. Ve en önemlisi de, polis ve jandarmanın sermayenin kolluk güçleri olduğunu daha net gördüler. İşçiler, burada öğrendiklerini asla unutmayacaklardır. İleri bir aşamada, bu direnişin dersleri mücadelelerini daha yükseklere çekmeye yarayacaktır.
Önümüzdeki süreçte, ekonomik kriz içinde olan Türk egemen sınıflarını daha bir çok işçi direnişi beklemektedir. Burjuvazi krizi atlatmak için daha fazla işçiyi işten çıkarırken, sömürü oranını artırmak içinde işçiler üzerindeki baskıları artırma yoluna gideceklerdir. Bu da işçilerin en ağır sömürü koşularına karşı direnişlerini gündeme getirecektir.
Burjuvazi, işçi sınıfını “milliyetçilik”, “dincilik-mezhepçilik” adı altında alt kimliklere ayırarak işçileri bölmeye çalışıyor. İşçi ve emekçileri kutuplaştırmaya çalışan burjuvazi, bu politikalarında, bugüne kadar bir başarı kazandılar. Sosyalşovenist düşüncelerin demokratiik kesimler içinde de alan bulması, bu propagandanın ve politikanın bir ürünüdür. İşçi sınıfı, burjuvazinin dayattığı alt kimlikleri bir kenara atarak, kendi sınıf kimliğini öne ve bilince çıkarmalı ve onun etrafında örgütlenmelidir.
Önümüzdeki süreç, işçi direnişlerinin yoğunlaşacağını göstermektedir. Komünistler buna göre hazırlanmalı ve örgütlenmelerini işçi sınıfı içinde derinlemesine ve genişlemesine yaymanın örgütsel ve siyasal taktiklerini üretmelidirler.

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)