Çarşamba Mayıs 29, 2024

“Yeni Türkiye” İnşa Edilirken Esnaf-Haluk Gerger

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın esnafın işlevlerine ilişkin olarak söyledikleri, Gezi cinayetlerine göndermeler ışığında ele alındı. Bu arada, Mussolini İtalyası’nın “Kara Gömlekliler”ine ve Hitler Almanyası’nın SA’larına atıfta bulunanlar da oldu. Bu yaklaşımlar kuşkusuz son derece isabetli perspektifler içermekteydiler ama gündemin akıcılığı içinde daha fazla geliştirilemeden kaldılar.

Oysa, Yeni Türkiye’ye ilişkin yaşamsal önemde ipuçları verdiğinden, bu konu üzerinde daha fazla durmak gerekiyor.

Önce Erdoğan’ın söylediklerini anımsayalım: “Bizim medeniyetimizde esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir.”

“Eski Türkiye”nin “sivillerle bırakılamayacak önemde”ki tepeden inme resmi üniformalı faşizminde, vurucu derin güç, devlet içinde hiyerarşik olarak örgütlenmiş “Özel Harp Dairesi” (Gladio) idi. Siviller, kışkırtma amaçlı olarak toplumsal olaylarda kullanılır, sonra gerektiğinde tasfiye edilirlerdi. Bu manada, “Kanlı Pazar”lar, tepeden inme faşizmin, buz kıran gemiler gibi, “yolaçıcı” araçları işlevi görürdü. Bunların elemanları da geçici hizmet personeli olarak salt kışkırtıcı işlevleriyle ele alınır, “çapulcu ayaktakımı” mertebesinde değerlendirilirlerdi. “Sokak hakimiyeti” de, nihayetinde, devletin kolluk kuvvetlerinin uhdesine alınırdı.

Aşağıdan neşet eden faşizmlerde ise, durum farklıdır. Bu versiyonda, toplumsal katmanların vurucu güçleri çeşitli organizasyonlarla sürekli asayiş ve tedhiş görevleriyle yapılandırılırlar. Onların “sokak eylemlilik ve hakimiyetleri” süreklilik arzeder, projenin temel payandalarından biri olarak ele alınır. Sadece iktidara yürüyüşte bir araç olarak kullanılmazlar, bizzat iktidardayken yönetim erkinin organik parçası sayılırlar.

Sivil versiyonda, bu yapılanmaların şiddete dayalı “mahalle/semt baskısı”, faşizmin kolluk kuvvetleri düzeninin candamarı sayılırlar.

Bu kadarla da kalmaz; faşist projede, toplumsal yaşamın sıkı denetim altında pek çok düzlemde yeniden üretilmesinde bu aşağıdan paralel örgütlenmiş sosyal güçler çok boyutlu işlevler ve yetkilerle donatılırlar. Bu, hem sivil versiyonun kendisinin, hem de bu toplumsal güçlerin ayırdedici özelliklerinden başlıcasını oluşturur.

Sivil versiyonda, yeniden üretmeye ve toplumsal derinlik yaratmaya yönelik işlevleriyle  kurumsal, kalıcı-yapısal özelliğe sahip bu organizmalar, yerinde ideolojik denetim misyonu da üstlenirler, sistemik meşruiyete dayalı şiddet kullanma, asayiş sağlama ve düzeni aktif koruma hakkıyla görevlendirilir, "resmi" faşizme böylece pek çok koldan eklemlenirler. Giderek de, onun bir uzvu olma nitelikleriyle, mütemmim cüzü haline gelirler.

Esnaf, kapitalizmde “özel sektör”ün krizlere en açık olan korumasız kesimlerindendir. Esnaf, kapitalizmin her yapısal döngüsünda krize girer. Kapitalizm gelişir ve kapsayıcılığı artarken esnafı krize sokar. “Küçük adam”ın, “büyük market karşısında küçük bakkal”ın, “tekeller karşısında küçük işletmeler”in trajedisi, en önce ve en fazla tahribatla esnafı vurarak başlar. Kapitalizmin periyodik durgunluk ve kriz safhalarında da esnaf yaşamsal ölçülerde darbeler alır. Buna karşılık, hem ideolojik/kültürel olarak, hem sınıfsal dinamiklerle ve ekonomik/sosyal varoluşuyla esnaf, kapitalizme organik bağlarla rabıtalanmiştır. Bu konumu, esnafı, kriz içindeki burjuvazinin saldırganlığına yem yapar, sistemin kurbanı olarak kapitalizmin kendini kurtarma saldırganlığında hazır kuvvet tetikçiliğine kadar götürür, kendi kıyıcısının hizmetine sokar. Faşizm, burjuvazinin son çaresiyse, esnafın da ölüm döşeğindeki intiharvari çırpınışının son evresidir.

Ayrıca, zamanın ve kapitalistleşmenin öğütücülüğünde “eski” değerler aşınır, geleneksel insani/sosyal bağlar gevşer, farklı yaşam tarzları gündelik yaşamı zorlarken ortaya çıkması kaçınılmaz tepkiler gericiliğe ve faşizme toplumsal zemin hazırlarken özellikle kırsal kesim kökenli esnaf bunun yoğunlaşmış halini ifade eder.

Faşizm, kapitalizmin kriz koşullarında, bir yandan esnafın proletarya saflarına kaymasını önlemeye yönelir, bir yandan da işlevsel olarak lümpenleşmesini, deklase bir katmana indirgenerek çürütülmesini hedefler; bu haliyle de, onun faşizmin vurucu gücüne dönüşmesi sağlanmış olur.

Bugün faşizmin/kapitalizmin evrensel yasalarının bir de Türkiye’ye özgü özelliklerle sentezlenerek daha da etkinleştirilmesi sözkonusu.

Herşeyden önce unutmamak gerekir ki, AKP iktidarı sistemik bir kriz ve çöküşün ürünüdür, dolayısıyla, aynı zamanda, bir bunalım yönetimidir de. Bu iktidar çökmüş olanın yerine onun krizi üzerinde “yeni”yi inşa ediyor ve bu arada krizi de yönetmeye çalışıyor. Yani bugün, yeninin inşasıyla sistemin ölümcül krizi içiçe geçmiş durumdadır. Bu nedenle de, “Yeni”nin inşası içinde onun kendine özgü (bünyesel) faşist karakteriyle krizlerin kurtarıcısı faşizm yöntemi birlikte gidişe sinerji katıyorlar, onu ortaklaşa etkiyle belirliyorlar.

Erdoğan ve AKP iktidarı, “Anadolu Muhafazakarlığı”nı bir ideolojik saldırı aracı olarak başarıyla kullandı “Eski Türkiye”nin iktidar güçlerine karşı. Ardından bu unsuru, bir sosyal/politik güç olarak örgütleyip seferber etti. Onun müşteki olduğu her bir vakıa üzerinden kendisine bir taban oluşturdu, onun ihtiyaç ve taleplerinden bir “Hareket” yarattı ve sistem içi zorlu iktidar kavgasından zaferle çıktı. Büyük burjuvazinin buna dayalı katmanında da hükümetinin “hayat iksiri”ni buldu. Eskisinin aksine devlet fideliğinde yetiştirilmeyen ve fakat kendi devlet cihazını ve siyasal iktidarını inşayı hedefleyen, esas olarak kendi dinamikleriyle gelişen her burjuva katmanı gibi, MÜSİAD örgütlü “Anadolu Kaplanları” ya da “Yeşil Sermaye” diye anılan bugünün yükselen sınıfının, Esnaf ile özel bir ilişkisi, hısımlığı, “kök hücre/yumurta ikizi” naturası var. Esnafın sosyal/politik önemi buralardan da kaynaklanıyor.

Bir kaç yıl önce Almanya’da bir politikacı, sokakların özelleştirilerek üzerlerinde yer alan işletmelere satılmasını önermişti. Böylece, özel mülkiyete devredilmiş sokakların sahibi işletmeler kendi mülkleri üzerindeki protesto gösterilerini, “sokak hareketleri”ni engelleme hakkına da sahip olacaklardı. Burjuva gericiliği, krizin bir aşamasında, evrensel hukuk normlarına uygun davranarak değil de, kaba “mülkiyet hakkı”na sığınarak baskı mekanizmalarını harekete geçirir. Krizin ileri aşamalarında ve Türkiye gibi ülkelerdeyse, en gerici yasanın da yeri olmaz. Orman kanunlarına dayalı faşist inşaların tekçi saltanatlarında güç ve şiddetin egemenliği yasa-hukuk tanımaz, kestirmeden tek bir kişi, örgüt ya da gurup hem hakim, hem savcı, hem polis, hem gardiyan, hem cellat olarak atanır. Her atanmiş tetikçi, paralel yapılar halinde kendi hükmünü icra eder, hizmetine koşulduğu sermayenin faşizmini sadece kapitalist işbölümü yasalarına göre uygular.

“Yeni Türkiye”, şimdi inşa sürecinin bu yeni aşamasında, Anadolu Muhafazakarlığı’nın temel ögelerinden olan, evrensel ve kendine özgü özelliklerle sentezlenmiş “Gericilik” gerçekliğini, düzeninin bir “vurucu güç” unsuruna dönüştürmek; yaygın-paralel-sivil “tetikçi örrgütlenme”nin tabanı yapmak; “sokakların efendisi” olarak hayatın efendisi sermayenin hizmetinde yapılandırmak; “terör ağası” rolünde yetkilendirmek peşinde.

Gericiliğin ve faşizmin mahalle/semt bazındaki paramiliter örgütlenmesi projesindeki muhayyel esnaf rolü, yıkıcı Zihniyet'in ardındaki Yeni Türkiye tasavvurunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Faşizmin simgelere verdiği özel önem malum. “Yeni Türkiye’nin karanlık dehlizlerinde satırlar, şişler, döner bıçakları, yeni hayatımızı karartacak simgeler olarak tarihteki yerlerini almaya bileniyorlar.

Yeni Türkiye inşa ediliyor, rejimiyle, yasalarıyla, toplumsal altyapısıyla, ideolojisiyle, kurumlarıyla, şiddet araçlarıyla, simgeleriyle. Bu yazıda bu unsurların birine değindim sadece...

73617

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Sayfalar