Cuma Mayıs 17, 2024

“Ya Savaşlar Devrime Yol Açar Ya da Devrimler Savaşı Önler” Mao

Emperyalist sermaye sistemi sömürü ağını devam ettirmek için ülkesel, bölgesel ve dünya genelinde savaşlar çıkararak egemenliğini sürdürmek ister. Sermayenin bu egemenlik stratejisi insanlık adına kural, hukuk, adalet, özgürlük gibi ne varsa hepsini ayaklar altına almakta milyonlarca insanımızın kanını akıtmaktan bir sakınca görmemektedir.

 

Savaş insanlığın sınıflara bölünmesiyle başlamış ve günümüze kadar da tüm vahşetiyle devam etmektedir. Egemenler varlıklarını sürdürebilmek için devlet kurmuştur. Kurulan devletler binbir hile ve entrikayla edinilen özel mülkiyetlerin her yönlü koruyucusu olmuş,  sömürüye, haksızlığa başkaldıranlara karşı ordusuyla, polisiyle, yargı - yasama ve yürütmeyle kalkan oluşturmuştur. Sömürü ve sermaye sistemine karşı başkaldıran yoksulları emekçileri acımazsızca katletmişti. Köleci toplumlar yaratmış, kuralsız itaat etmeyi aksi halde yaşama hakları da dâhil her türlü baskı ve zulmü uygulamayı meşru kılmıştır. Bu gerçek bin yıllardır devam etmektedir.

 

Günümüzde yaşananlar görüldüğü üzere geçmişte süren egemenlik savaşlarının bir parçası olup, ezenlerle ezilenler arasında süren bir savaştır. Egemen sınıflar ortadan kalkmadıkça, sömürü ve zülüm çarkları egemenlerce sürdürüldükçe savaşlar devam edecektir. Bu bizim irademize bağlı bir durum değildir, aksine ezenle ezilenler arasında devam eden haklı ve haksız savaşlardır. Burda kimse duyguyla hareket edemez, etmemelidir.

 

Öncelikle savaşların niçin çıkarıldığını, savaşların kimlerin işine yaradığı, savaşlardan hangi sermaye çevrelerinin nemalandığına bakmak gerekiyor. Savaş ganimetinden yararlanarak sermayelerine nasıl kanlı sermaye kattıkları iyi okunmalıdır. Savaşlardan kimlerin zarar, yıkım, katliam sürgünler yaşadığına, vatanlarını, doğdukları toprakları, köklerini acılar yaşayarak nasıl terk etmek zorunda bırakıldıklarına bakmak gerekiyor. Aksi halde savaşların ne anlama geldikleri anlaşılamaz, kavranamaz.

 

Öyle ki, günümüzde başta ABD olmak üzere ve diğer emperyalistler koro halinde, ‘savaşa karşı olduklarını, ' 'savaşların diyalog yoluyla sonlandırılması gerektiğine' yalandan vurgu yapmaktalar. Kendi emperyalist çıkarlarına uygun strateji ve taktikler belirlemektedirler. Sanki savaşları onlar çıkarmıyormuş, silahları, tankları, topları, füzeleri onlar pazarlamıyormuş gibi, eli kanlı ajanları, kontraları, katilleri onlar eğitip savaşa göndermiyormuş gibi masumane pozlara bürünmekteler. Halkları ırksal, dinsel, mezhepsel, cinsiyetçilik ayrımına tabi tutarak kışkırtan, birbirine kırdıran bölen parçalayan, yeniden kendilerine uygun faşist devletler oluşturmaktadırlar. Bunun adına da 'demokrasi, özgürlük 'demektedirler.  Bilinmeli ki emperyalist söylemlerin hepsi yalan, aldatma ve kendi iğrenç pisliklerini örtmeyi, saklamayı amaçlamaktadırlar.

Başta Amerikan emperyalizmi ve diğer emperyalistler çıkardıkları savaşlarda aslan payı almak için her türlü çılgınlığı, vahşeti katliamı yapmaktan bir sakınca görmemekteler. Yeter ki sermayeleri artsın, sömürü ve sömürge alanları genişlesin, milyonlarca yoksul -emekçi halkın katli umurlarında değildir. Kâr için yapmayacakları katliam, çılgınlık ve savaşlar yoktur. Bu savaşlar gerici, haksız savaşlardır. Emperyalist haydutların kendi aralarında çıkardıkları savaşlar gerici savaşlar olup dünya ezilen halklarına ve ezilen uluslara yıkım, katliam yoksulluk, sürgün ve kadınların, -çocukların kıyımı demektir. Emperyalist sermayenin çıkarmış olduğu bu gerici savaşlar ister istemez karşıtını beraberinde doğurmakta, yani ezilen halkların ve ulusların başkaldırısına, örgütlenmesine ve devrimler yaratmasına yol açmaktadır.

 

  Birinci emperyalist paylaşım savaşı Lenin önderliğinde Sovyet Birliğini, sosyalist Sovyetleri yarattı. Yine ikinci emperyalist paylaşım savaşları Mao Zedung önderliğinde Çin devrimini yarattı. Ve Doğu Avrupa’da ezilen halklar Hitler ve Misolini faşizmini yerle bir ederek ülkelerinde devrimler yaratarak, halk iktidarları kurdular. Her iki emperyalist savaşta milyonlarca yoksul, emekçi halkların katline sebep oldu.

 

   Emperyalizme faşizme ve gerici devletlere karşı ezilen halkların ve ulusların verdikleri özgürlük,  demokrasi ve bağımsızlık mücadeleleri haklı meşru savaşlardır.  Sermaye ve sömürü sistemini yıkmayı hedeflerler. Emperyalizme faşizme vurulan her darbe emperyalist savaşları ona bağlı gerici savaşların çıkmasını önler, halkların halk iktidarlarını kurarak, halkların -ezilen ulusların ve bütün demokrasi, özgürlük yanlılarının birlikte yaşayabileceği gerçek barışı inşa ederler. Aksi halde bir barış mümkün değildir. Barış denen olgu bir aldatmaca ve egemenlerin sömürü düzenini sürdürüyor olmasını kabullenmektir ki, bu Kurtla Kuzuyu bir araya getirmek olur.

 

Tamda bu noktada doğru, bilimsel sosyalist tavır gerekiyor. Savaş koşulları yeni taktikler ortaya çıkarabilir, dönem dönem sınıfın menfaatleri ve gelişimi için diplomasi gibi taktik uygulamalar olabilir olmalı da. Ancak bu bizleri sınıfın tavrından, ilkelerinden kaymamızı gerektirmez. Düşmanın bütün hinliklerini, oyunlarını, kahpeliğini biliriz, devrimin gidişat yolunda asla taviz vermeyiz.  Emperyalizmin, faşizmin, gerici dinci, şeriatçı uşak yönetimlerin gerçek yüzlerini açıklamalıyız ve teşhir etmeliyiz. Onların gerici savaşları organize ettiklerini, bölgesel, ülkesel ve dünya savaşlarını çıkardıklarını sermaye ve sömürü çarklarını devam ettirmek için savaşları kaçınılmaz kıldıklarını, savaşların tüm ağır yükünü ezilen halklara ve uluslara ödettiklerini halkımıza doğru anlatmalıyız.

 

Aksi halde, yürüttüğümüz demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelemiz anlaşılamaz, kavranamaz.  Burada sorun bir Tayyip Erdoğan’ın alaşağı edilmesi olarak görülür, Tayyip giderse barış gelecekmiş gibi halkta bir algılama yaratır ki, bu hedef şaşırtmak olur. Devlet sorunu gözden kaçırılmamalı, faşist devlet okun hedefine konmalıdır.   Faşist devlete onun efendileri emperyalist devletlere karşı bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütülmeden halklarımızı kurtuluşundan, refah ve barışından bahsedilemez.

 

Çekilmek istenilen düzen sınırlarına açık ve net karşı koymalıyız. Faşizmin çekmek istediği arenayı ret etmeli, topyekûn  saldırıya karşı  devrimin bütün güçleriyle topyekûn direnmeliyiz, direnişi her alanda örgütlemeliyiz.

 

      HASAN AKSU 31 -8-2015

48799

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Son Haberler

Sayfalar

“Ya Savaşlar Devrime Yol Açar Ya da Devrimler Savaşı Önler” Mao

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

Sayfalar